DERNEK Mİ? VAKIF MI?

Son zamanlarda dikkati calip bir hadise olarak karşımıza çıkan olgulardan biri de, eğitim, kültür ve hayır hizmetlerini toplum indinde gerçekleştirme amacı ile kurulan müesseselere isim olarak “vakıf” kelimesi yerine “dernek” adının daha layık görülür olmasıdır. Bu tercihin sebebi belki de derneklerin mevzuatının kolayca uygulanabilirliğidir. Vakıfların adeta resmi bir hüviyete büründürülerek, hantal bir mevzuatla sivil toplumdan uzaklaştırılması dernekçiliğe ilgiyi artırmıştır.
Bir de geçmişte karşılaşılan zorlukların demokratikleşmeme sonucunda ortaya çıktığı inancının toplumun her kesiminden kabul görmesi, yeni vakıflar kurmak ve eskilerini güçlendirmek yerine, bir sivil toplum örgütü halini alan derneklere ve dernekleşmeye ilgiyi artırmıştır. Henüz müşahhas sonuçlarını göremediğimiz için İslâmi çalışmalar bakımından dernekleşmenin neler getireceği noktasında söyleyecek sözümüz yoktur. Belki de dernekleşmenin neler getirdiği ve neleri götürdüğü sorusunun cevabını öğrenmek zaman alacaktır.
İnsanlığın en önemli kazanımlarından olan vakıf, karşılıksız vermek demektir. Kişilerin maddi ve manevi kazanımlar elde etmeleri için yapılacak fedakârlıklara karşılık beklememektir. Merhameti yaymaktır vakıf, şefkati özümsemek, sevgiyi öne çıkartmaktır.
Yaratılmış her şeye Yaratan’dan ötürü hoşgörüyle yaklaşmak vakfın en önemli özelliklerindendir. Vakfedenin yegâne maksadı, canını, malını Allah yolunda harcayabilmektir.
Vakıf, kaynağını Kur’an’dan ve Hz. Peygamberin uygulamalarından alır.
Vakfın ilk uygulaması, âlemlere rahmet olarak gönderilmiş Yüce Efendimiz tarafından gerçekleştirilmiştir. Bu ilk uygulamayla, Medine-i Münevvere’de bulunan 7 adet hurmalık, Fedek’te mevcut bir hurmalık, Hayber’deki bir diğer hurmalık hissesi peygamberimizin mülkiyetinden, yoksullara geçmiştir.
Hz. Peygamber’in “Kişi öldüğü vakit üç sayfası hariç amel defteri kapanır. Açık kalan amel sayfalarından birisi de sadaka-i cariyedir.” Hadisinde geçmekte olan “ sadaka-i cariye İslâm âlimlerine göre bitmeyen, kesilmeyen, devam eden, hayır ve iyiliklerdir.
Vakfın temelini oluşturan bu anlayış ve düşünce İslam tarihi boyunca bir prensip halini almış ve bütün dünyaya örnek müesseseler sunmuştur. Bu müesseseler hizmette o kadar zirveye çıkmışlar ki, bırakın insanlara hizmet etmeyi, her yıl göç eden leylekler bile ihmal edilmeyip; tedavi edilmişlerdir.
Yine, camiler, medreseler, hamamlar, köprüler, çeşmeler, bimarhaneler, çarşılar, bedestenler, kervansaraylar, yollar, vb birçok yeri doldurulamaz eser bu gün her yerde karşımıza çıkıyorsa bunu vakıflara borçlu değil miyiz?
Şanlı tarihimize şan katan, kahramanlıklarını çocuklarımıza anlattığımız şahsiyetlere ve sadece yazdığı kitapları yaşadıkları ömre böldüğümüzde, neredeyse bir haftaya bir kitap yazmayı sığdırabilmiş olan âlimlerimize vakıfların katkısını inkâr edebilir miyiz?
Geçmişte çevrenin korunması ve yeşillendirilmesi bile vakıflar sayesinde gerçekleşmiştir. İstanbul’un şimdiki yeşil adaları olarak kalabilen orman ve parkları da vakıfların bu konuya ne denli önem verdiğinin açık göstergesidir.
Yaratılışı gereği insan birçok faaliyetten zevk alır, birçok duygu ile mutlu olur. İnsanı mutlu eden duyguların başında vermek, infak etmek, karşılıksız yardım etmek gelmektedir. İnsanoğlu, bu tür olgu ve davranışlarla, nefsini yüceltmekten, başkalarını küçük görmekten, kişileri sömürmekten de kurtulmuş olmaktadır.
İnfak, sermayenin kansere dönüşmesini önleyen en önemli panzehirdir. Kardeşlik duygularının zayıfladığı, toplumsal huzur ve sükûnun bozulduğu, kin, nefret ve bencilliğin yayıldığı dönemlerde hoşgörüyü çağıran saiklerin başında karşılığını sadece Allah’tan bekleyerek yapılan harcamalar gelmektedir.
Günümüz dünyasının bir bölgesinde, halkının elinden madenleri gasp edilmiş; ellerinde incillerinden başka bir şeyleri kalmamış toplumlar bulunuyorsa, topraklarındaki yeraltı sularını çıkarıp susuzluktan kurtulabilecek yatırımı bile yapamayan ülkeler gerçeği var ise, milyonlarca insan açlıktan ölürken, milyarlarca doları eften püften işler için harcayan, sözüm ona medeniyet öncüleri dünyaya huzur getirdiğini iddia ediyorsa; bir zamanlar bütün insanlığa rahmet saçmış, bütün âleme örneklik etmiş vakıf kültürünün ne kadar vazgeçilmez bir değer olduğu ortaya çıkmaktadır.
Bugün 500 lira için arkadaşını bıçaklayıp öldüren, çantasını alamadığı kadını 25 metre sürükleyerek ölümüne sebep olan gençlerden bahsedip kınıyorsak vakıf kültürüne nokta koymaya ramak kaldığını itiraf etmek durumundayız. Kendisinden sigara isteyene bir sigara vermediği için sokaklarımızda canice öldürülen vatandaşlarımız varsa, bunun sebebi de insanların vakıflarımızın merhamet duvarları içine alınamayışıdır. Akılınıza hemen değerlerin yok olduğu düşüncesi gelecektir. Ancak değerler, ictimai sahada uygulama alanı bulmazlarsa durum ne olacaktır? Oysa tarih boyunca oluşturulmuş vakıflar, sosyal değerlerin veren ve alan açısından tatbik alanı olmuştur.
Muhtevası aynı da olsa, vakfa dernek adını uygun görmek ne derece doğrudur? Muhteva isim ile müsemma değilse o muhtevanın ilel ebed öyle kalacağını garanti edebilir miyiz?
Ve, vakıf kavramı içerinde mündemiç olan o güzelim faaliyetleri dernek adı altında yapabilecek miyiz?
Dernek kelimesi insanın içini ısıtmayan, hem Komünizm, hem de Kapitalizm’e mâl olmuş bir kelimedir. Bu kelimeyi duyduğunuzda zihninizde herhangi bir manevi his depreşmez.
Dernekler, karma üyelerin oluşturduğu, kullananların her türlü amaçlarına hizmet edebilen sivil toplum kuruluşlarıdır. Dernek üyelerinin gaye birliği içerisinde olmaları, tek bir ideal uğruna bir araya gelmeleri gerekmez. Onların bir menfaat için bir araya gelmeleri bile dernek çatısının çatılması için yeterlidir.
Geleneği oluşmamış bir kurum olarak derneklerde maddi hevesler ön plandadır. Böyle olmasının nedeni, derneğin köksüz bir örgütlenme biçimi olmasıdır. Bu durum kaynağını İslâm’dan alan bir takım hizmetlerin azalmasına sebep olabilir. Mesela mirasını hayır kurumlarına hibe etmek isteyenler yapacakları hayır işleri ile dernek lafzını bir arada düşünememektedirler.
Dernek faaliyetlerini yürütenlerin bu faaliyetleri sonucunda dernekleri bir atlama taşı olarak kullanma ihtimali fazladır. Çünkü günümüzde bütün insanlığı kuşatan dünyevileşmenin sunacağı nimetlere ulaşmanın yolu, meşhur olmaktan geçmektedir. Dernek isminin daha çok maddeyi çağrıştırması meşhurların hedeflerine doğru hızla yol almalarını sağlamaktadır.
Dinin ya da her hangi bir geleneğin yayılmasının yolu cemaatleşmekten geçmektedir. Günümüzde, en azından bir kısmı, iyi niyetlerle her ne kadar müspet kişiler tarafından kullanılıyor olsa da, dernekler cemaatleşmeyi sağlamak yerine menfaat odaklarının oluşmasını yardımcı olma tehlikesi ile karşı karşıyadır.
Her dinin birtakım şiarı vardır. Vakıflar İslâm’a ait şiarlardan biridir. Bu şiarları her ne sebeple olursa olsun adını değiştirdiğinizde veya başka adlarla aynı şiarı geçerli kılmaya gayret ettiğinizde yaptığınız işin mahiyetini değiştirmeye başlamışsınız demektir.
Uygulamalar vakıf uygulamalarının birebir aynısı olsa da, levhada “dernek” yazılı olması gerçeği bir süre sonra vakıf kavramı ve tedai ettirdiklerini kemirmeye başlayacaktır. Vakfa ait imajlar zihinlerden silinecek ve “dernek” imajı yerleşecektir. Derneğe gelip gidenlerin prototipleri de değişime uğrayacaktır. Bunların en kötüsü, yeni nesillerin, Efendimizin vakıf uygulamalarından habersiz olarak hayata deva edecek olmalarıdır.
“Horozları Koruma ve Kollama Derneği”
“Leylekleri Tedavi Vakfı”
Soru:
Sizce, yukarıdaki iki cümleden hangisi daha sıcak ve daha net?
Cevabı beraberce düşünelim…
Batılı bir gazeteci ülkesine en ilginç haberleri gönderebilmek için, Afrika’da açlığın kol gezdiği yerlerde dolaşmaktadır. İyi bir iş çıkarırsa gazetesinde genel yayın yönetmeni bile olabilecektir. Bu duygularla bir köye doğru yaklaşırken uzakta hareket eden karartılar görür. Hemen adımlarını sıklaştırır. İyice yaklaşınca hayretler içerisinde kalır. Önde derisi kemiklerine yapışmış 5-6 yaşlarında bir siyah çocuk, arkada çocuğun düşüp ölmesiyle karnını doyuracak bir akbaba. Çocuk birleşmiş milletlerin köyün yakınındaki kampına ulaşıp üç beş parça yiyecek umuduyla güçsüz adımlarla son ümitlerini tüketmektedir. Akbaba ümitlidir. Çocuğun ölmesiyle yiyeceğe kavuşacaktır.
Belki de bu şekilde kaç çocuktan nasiplenmiştir. Gazeteci heyecanla en iyi fotoğrafı çekebilmek için akbaba ve çocuğun peşine düşer. Sonuçta çocuk kampa ulaşamadan ölür. Gazeteci yayımladığı fotoğrafla birçok ödül alır. Ancak bu manzarayı hiç unutamaz ve intihar eder. Bu olayda gazeteci insani özellikleri gereği intihar etmek zorunda kalmıştır. Ancak yetersiz ahlaki donanımları gereği çocuğu kucağına alıp kampa ulaştıramamıştır. Aldığı kültür belki de ona diğerkâmlılık yerine egoizmi aşılamıştı.