CUMHURİYET DÖNEMİNDEKİ ZULÜM VE İŞKENCELER

CUMHURİYET DÖNEMİNDEKİ ZULÜM VE İŞKENCELER

 

ZULÜM:

Toplumsal hayatımızı ilgilendiren en önemli kavramlardan biri de hiç şüphesiz zulümdür. Ehemmiyetine binaen Kur’an-ı Kerim’de türevleriyle birlikte 350 defa geçmektedir. “Bir şeyi ait olduğu yerin dışında bir yere koymak” olarak tanımlanan zulüm, sistemin bozulmasına sebep olan bir yaklaşım biçimidir.

O halde zulüm; eksiklikten doğabileceği gibi fazlalıktan da doğabilir. Bir kısım insanların gereğinden fazlasına sahip olmaları yahut gereğinden fazlasını harcamaları, diğer bazılarının gereğinin azını elde etmesi sonucunu doğuracaktır ki, Kur’an’a göre bu durum tam bir zulümdür. Zulmün karşıtı adalettir. Oda “her şeyi yerli yerinde yapmak, yerli yerine koymak” anlamınadır.

Bu durumda üç çeşit zulümden bahsedebiliriz.

  1. İnsanın kendisi ile Allah arasındaki zulüm: Bunun en büyüğü şirk ve riyakarlıktır. Nitekim riyakarlık, Hz. Peygamber (A.S) tarafından gizli şirk olarak nitelendirilmiştir. Riya; bazen kendini beğenme ve üstün görme, bazen de aşırı mütevazilik şeklinde tezahür eder.
  2. İnsanın kendisiyle yaşadığı toplum arasındaki zulüm: Bu zulüm genellikle kamu haklarına tecavüz etmek şeklinde ortaya çıkar. Devlet otoritesinin ferde yaptığı zulüm de bu kategori içinde ele alınmalı…Zulüm otoriter rejimlerde ferdin apaçık ezilmesi şeklinde, kapitalist sistemlerde ise hürriyet perdesi altında yapılmaktadır.
  3. İnsanın kendi kendine zulmü: İnsan bedeninden ruhuna, ruhundan bedenine zulmedebilir. İslam, beden ve ruhun haklarına ayrı ayrı riayeti gerekli kılmıştır. Aksi bir durumu ise önlemek istemiştir. Ruhbaniyet (Dünyaya tamamen sırt çevirmek) ruh namına bedene; fani ve bedenî zevklerin esiri olmak ise, beden namına ruha zulümdür.(1)

Zulmün karşılığı Nurdur. Nur’un ulaşamadığı yer elbette karanlıktır, zulümdür. Karanlıkta kalan insanın neyi nasıl yapacağını ve neyi nereye koyacağını bilemez. Hem kör hem sağır olarak el yordamıyla hareket eder; bazılarını çiğner, bazılarını iteler, bazılarını öldürür; kendine ait olmayan sahalara girer, yapılmaması gerekenleri yapar. Bütün bu yaptıklarının zararı öncelikle kendisinedir. Bazılarına da dünyada zarar veriyor görünse de asıl zarar kendisinedir. Başkasına verdiği zararın karşılığını da görecektir.

Demek ki zulüm: “yerli yerine koymamak, yer, zaman, nicelik ve nitelik olarak yanlışlık ve sapkınlıkta bulunmak, hakkı saptırmak, az olsun çok olsun tecavüzde bulunmak” anlamlarına gelmektedir. Bu bakımdan İslam, Adem’in (a.s.) Allah’ın yasağını dinlemeyip şeytana uyarak yasak meyveden yemesine “zulüm” dediği gibi; İblisin Allah’ın emrine karşı gelip, bütün inadıyla diretmesine de zulüm demiştir.İşte en büyüğünden en küçüğüne kadar insanın, gerek Allah’a gerek başkalarına, gerekse kendisine karşı her türlü yanlış, yersiz, zamansız, eksik ve fazla hareketini zulüm saymıştır.

Hz. Ali: “Zulümde iki kesim vardır. Zalim ve mazlum; zalim zulmettiği için mazlum da zulme göz yumduğu için zalimdir.” der.

Hal böyle olunca, Allah ve Resulü’nün hayat veren çağrılarına kulak asmayan, görmeyen, akletmeyen kişiler, zulüm yani karanlık içindedirler.

O halde, onlar kulaklarını tıkayıp, gözlerini kör etmekle kendi kendilerine zulmetmekte, kendi karanlıklarını kendileri oluşturmaktadırlar. Zalimler karşısında mücadele etmeyenler de, mazlum (müstazaf) görünümlü zalimlerdir.

Yeryüzünde din ayrılığı düşmanlık sebebi değildir. Bir ülkenin hayatı ve yönetimi küfür üzere yürüyebilir; ama zulüm üzerine yürüyemez. Allah zalimleri asla sevmez ve onlara asla elini uzatmaz. Onların akıbeti çok kötü olacaktır.(2)

 

İŞKENCE:

İncitmek, sıkıştırmak, acı çektirmek; anlamlarına gelen işkence, genel anlamıyla bir canlıya maddi ve manevi olarak yapılan eziyete, acı ve ızdırab veren muameleye denir. Hukuk dilinde ise geniş anlamıyla bir şahsın maddi veya manevi varlığına yöneltilmiş maksatlı ve haksız eziyete, acı ve utanç verici tutum ve davranışa; dar ve teknik anlamı ise, itirafta bulunması için sanığa veya cezalandırma amacıyla suçluya yapılan aynı nitelikteki haksız davranışlara işkence denir.(3)

 

İSLAMIN BU KONULARA BAKIŞI

İsminden de anlaşılacağı gibi “barış” dini olan İslamiyet, mutedil bir hayat düsturu ortaya koymuştur. İslamiyet, her türlü aşırılıktan uzak durmayı öğretmiştir. Yahudiler gibi dağılmışların, Hıristiyanlar gibi ezilmişlerin, yoksulların ve çaresizlerin değil muzafferlerin dinidir… Müslümanlar tarihteki üstünlüğünü diniyle elde etmiştir. Dolayısıyla Müslüman’ın dünya üzerindeki üstünlüğünü ona yeniden kazandıracak olan tek mesnet yine dinidir.

Öyleyse İslam’ın insanlığa sunduğu bütün prensipleri yaratılışa uygundur, (fıtrîdir) Ölçü iledir. Dinin insan anlayışına ters gelen hiçbir öğretisi yoktur. Nitekim, “Ne zulmediniz ne de zulme uğrayınız.” “Haksızlık karşısında susan, dilsiz şeytandır.” “Zulme rıza zulümdür.” Hadis-i Şerifleri biz insanlığa sunulmuş değişmez ölçülerdir.

Öyleyse; Yaralayarak, bayıltarak, hapsederek engellenmesi mümkün olan bir saldırgan, öldürülürse sınır aşılmış (zulmedilmiş) olur.

Hz. Ali ( k.v.) devlete karşı baş kaldıranlara (bağyi), devletin meşru tavrını şöyle ifade etmiştir: “ ( Kendisine isyan eden haricilere karşı ) Kardeşlerimiz bize baş kaldırdılar, ama onlar ne kâfirdirler ne de fasık; Çünkü bu davranışları, kendilerine göre içtihada / yoruma dayanmaktadır. Bizden ayrılanlar, bize itaat etmeyenler kendilerine ait bir bölgede yaşamak isterlerse yaşarlar. Bizim mescidimize gelmek, cemaatimizle birlikte olmak isterlerse kapılarımız açıktır. Ama bize silah çekerlerse biz de mukabele / karşılık veririz. Buna göre iktidara muhalefet, silahlı eyleme dönüşmedikçe serbesttir. Şiddet, isyan ve zulüm sayılmaz, engellenemez. Aksi durum haksızlık, haddi aşmak ve zulümdür.(4)

 

ZULÜM VE İŞKENCE ÖRNEKLERİ

Zulüm ve işkence deyim yerindeyse insanlık tarihi kadar eski. Zulüm ve işkence fiili olduğu kadar sözlü ve psikolojik de olabilir. Yukarıda detaylı olmamakla beraber iki kavramın izahını yapmaya çalıştım. Bu iki kavramla ilgili, cumhuriyet tarihi boyunca ferdi ve toplumsal anlamda hayli zulüm ve işkence örneklerine rastlanmaktadır.

Önce hangi örnekleri yazayım diye düşündüm; devrim yasalarından “şapka inklabı”na uymadığı için idam edilen İskilipli Atıf Hoca’yı mı? Türkçe ezan okumadı diye ölesiye dövülen imam ve müezzinlerin durumunu mu? Kur’an ve dini kitapların ambalaj kağıdı yapıldığını veya korkudan gömüldüğünü mü? Vagonlar dolusu nadide kitaplarımızın yurt dışına gönderilişini mi? Vakıflara ait camilerin ve diğer gayrı menkullerin satılıp ambar olarak kullanılmasını mı? Neyi niçin yaptığı konusunda yeterince dinlemeden idam edilen Şeyh Sait’i mi; bu yüzden binlerce insanın nahak yere sürgün edilmesi ve öldürülmesini mi? Dersim’de insanların öldürülmesini mi? Ülkeyi özgürlüğe ve refaha kavuşturmak için gecesini gündüzüne katan ve bu uğurda idam edilen Menderes ve iki arkadaşını mı? İlçesine DP teşkilatını kurdu diye Senirkentli insanlara yapılan, insanlık dışı faciayı mı? Uydurma bir sebepten dolayı Menemen’deki olayı bahane ederek, öldürülen Hoca efendileri mi? 1980 ihtilalından sonra gencecik insanların hapishanelere dolduruluşunu mu? Sağlı sollu, bütün kesimden insanlara yapılan ( Diyarbakır ve Mamak hapishanelerinde) insanlık dışı işkenceleri mi? Türkçe bilmeyen ananın oğluyla Kürtçe konuştu diye öldüresiye dövülmesini mi?  Yaklaşık 500 bin kişinin şiddet ve zulme uğramasını mı? Gene seksen ihtilalinden sonra özel hayatta dahi “Kürtçenin konuşulmasını yasaklayan İhtilal Paşalarının zulümlerini mi? Vesayetçi anlayıştan hareketle dönemin Başbakanına ( Rahmetli Erbakan) küfreden Paşa’nın (Osman Özbek) durumunu mu? Dönemin Diyanet İşleri Başkanını ( Ahmet Hamdi Akseki ) Hacca göndermeyen Başbakan’ın ( İsmet İnönü ) durumunu mu? TRT’de okunacak ilahide geçen Allah ve Peygamber lafızlarını silerek, yerine “Can ve Canan” yazılmasını mı? İnancından dolayı örttüğü başörtüsünden dolayı okuma hakkı elinden alınan kızlarımızın dramatik durumunu mu? Neyi yazayım? Bu konuda hayli kabarık bir literatüre sahibiz.

Takdir edersiniz ki yapılan bu zulüm ve işkencelerin tamamını yazmak mümkün değil. Bazı örnekler vererek bu konuda yazılmış olan kitaplardan bir kısmının isimlerini vermek istiyorum.

 

MENEMEN

Bu olay resmi ve gayrı resmi birçok kaynakta oldukça farklı ele alınmış. Kimi bu olayın düzmece olduğunu ifade ederken; kimi de böyle bir olayın kesin vukuu bulduğunu söylemiştir. Hadisenin meydana geldiği vasata bakacak olursak, yönetici zevatın, her şeye ve herkese şüpheyle baktığı, kimin ne zaman ne yapacak diye kuşkulandığı bir dönem. Öyle ki kendilerinin tavassutuyla kurulan Serbest Fırka’yı dahi, beklenenden fazla destek gördü diye geri kapattıran zihniyetin halet-i ruhiyesi…

Bu olayı okuyup, dinleyip ve kitaplardan öğrendiğime göre şüphesiz bunun bir komplo olduğuna inanıyorum. İşte iki örnek:

  1. Serbest Fırka zamanında Menemen yediden yetmişe bu partiye dahil olmuşlar. İlçeye gelen CHP ekibini de yuhalamışlar. Sen misin yuhalayan! Hükümetçe karar alınır. “Menemen’e en tesirli bir gözdağı vermek lazım.”
  2. Yine aynı tarihte Bursa Ada Palas otelinde bir grup CHP’li içki-işret aleminde iken karşıdaki otele misafir olarak gelen Esad Erbilî’yi ziyarete gelen vatandaşları görürler. Bu durumdan rahatsız olurlar ve “Artık bu adamların köküne kibrit suyu dökme zamanı gelmiştir!” Kendilerince muhalif partinin (Serbest Fırka) tesirindeki Menemen’de düzmece bir olayı çıkartarak bir taşla iki kuş vurulmuş olur. Nitekim öyle de olur.
  3. Kimliği ve kişiliği hala tartışılan, derin devletin piyonu olduğu sanılan Derviş Mehmet çıkarttığı bir olaydan dolayı, yedek subay Kubilay’ın insanlık dışı bir cinayetle ölümüne sebep olur. İstenen takviye askerlerle başta Derviş Mehmet olmak üzere birçok kişiyi öldürürler. Aynen Topal Osman ve benzerleri gibi…

İzmir Menemen’de cereyan eden bu olaydan mütevellit İstanbul’daki Esad Erbili’yi ve arkadaşlarını hapse atarak, orada ölümüne sebep olurlar.

 

SENİRKENT  GAZETESİ  VE  FACİASI

Bazı okuyucularımın “böyle bir şey olur mu” şeklindeki düşüncesini izale etmek maksadıyla noterce tasdiklenmiş, tarihe “Senirkent Faciası” olarak geçen şu olayı nakletmek isterim.

M. Kemal CABİOĞLU:

“Başyazarlığını ve sahipliğini yaptığım Senirkent Gazetesini çıkardım.” Neden bu isimle Gazete çıkardığı sorulduğunda şöyle cevap veriyor:

“1946’ da DP (Demokrat Parti)’nin ilk taşra teşkilatı bizim Isparta Senirkent’te kurulmuştur.

E !..o zamanın valisi Halk Partili tabii. Çok öfkelenmiş buna. Hemen karakol kumandanına: “iyi bir ders verin şunlara!” der. O da kapıkulu, valinin bir dediğini iki eder mi?… Dersini vermiş. Nasıl mı? Bahsedeyim.

Jandarmalar Senirkent’teki demokratların ileri gelenlerinin ağızlarına gem takmışlar, sırtlarına binmişler deh diyorlar, kamçı kötek!..

Öyle vurup kan ter içinde bıraktıktan sonra, hayvanların su içtiği hatıllara yatırıyorlar, bir de onun içinde dövüyorlar!.. Sonra ölmüş hayvan leşlerinin işkembelerini başlarına takıyorlar filan derken bir facia oldu. Senirkent faciası…”

Bu olayı basın duyurmadı. Uzun uğraşlardan sonra, geçmiş dönemde Erzurum Mebusluğu yapan ve İst. Noteri olan Hüseyin Avni Ulaş noter kanalıyla basına duyurdu. Sonra Senirkent sembol oldu. Biz de 1950 arifesinde Senirkent Gazetesini çıkarttık.”

Haksız yere zalimin zulmüne maruz kalan bütün mazlumların ölmüş olanlarına Allah’tan rahmet, geride kalanlarına geçmiş olsun diyorum.

 

Bu Konuda Yazılmış Kitaplardan Bir Kısmı:

 

  1. Son Devrin Din Mazlumları                                ( N.Fazıl.Kısakürek )
  2. Osman Oğullarının Dramı                                   ( Kadir MISIROĞLU )
  3. İslamî Hareket Anadolu 1-2-3                            ( Mustafa İSLAMOĞLU )
  4. Ölüm daha GÜZELDİ                                        ( Ahmet DAVUDOĞLU )
  5. Dersim Dersim                                                    ( Cafer SOLGUN )
  6. Kürt Sorunu                                                        ( Altan TAN )
  7. 27 Mayıs İhtilali ve Sebepleri                              ( Ali Fuat BAŞGİL )
  8. Yakın Tarihimizde Hatıra Kırıntıları                   ( Ali Fuat BAŞGİL )
  9. Üstad Ali Ulvi Kurucu 1-2-3                              ( M. Ertuğrul DÜZDAĞ )
  10. Cezaevi Notları                                                   ( Hüsnü AKTAŞ )
  11. Yemyeşil Şeriat Bembeyaz Demokrasi               ( Mehmet METİNER )
  12. İki Darba Arasında                                              ( İskender PALA )
  13. Cumhuriyet Dönemi Din Devlet İlişkisi 1-2-3    ( Hasan Hüseyin CEYLAN )
  14. Mezopotamya Sürgünü                                       ( Ferzende KAYA )
  15. Cumhuriyet Türkiye’sinde Bir Mesele

      Olarak İslam                                                        ( İsmail KARA )

            16- Türkiye’de Din Kavgası                                      ( Sadık Albayrak)

 

                                —————————0——————————–

KAYNAKLAR:

1- Kur’an’ın Temel Kavramları:                                                      Y. Nuri ÖZTÜRK

2- Kur’an’da Temel Kavramalar                                                      Ali ÜNAL

3- İslam Ansiklopedisi / Diyanet Vakfı 23.Cilt

4- Siyasi, Tarihi, Dini ve Kültürel Boyutlarıyla İslam ve Şiddet:     Mümtaz’er TÜRKÖNE

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.