REİSÜ’L-KURRA HAFIZ ABDURRAHMAN GÜRSES HOCAEFENDİ 2

Abdurrahman Gürses Hoca, hâfız-ı Kur’an olmanın gerektirdiği vakar ve ciddiyete sahip biriydi. Sıcak yaz aylarında dahi kısa kollu giysiler giymez, ehli Kur’an’ın yaşayışının diğer insanlardan farklı olması gerektiğini ifade ederdi. Kur’an-ı Kerim’in geri plana atılmasına asla tahammül edemezdi. Teyzesinin oğlu Hafız Ziya Bey’den Emekli Savcı Mehmet Temiz’in naklettiği bilgilere göre bir gün Hulusi Topbaş bir sohbet meclisi tertip etmişti. Ömer Nasuhi Bilmen, Ali Yekta Efendi, Bekir Haki Efendi gibi birçok âlimin de katıldığı bu mecliste Abdurrahman Gürses Hoca’nın okuyacağı Kur’an’ın ardından Necip Fazıl Kısakürek bir sohbet yapacaktı. Yemekler yenildikten sonra Necip Fazıl, Abdurrahman Gürses’e Kur’an’ı kısa kesmesini, kendisinin sohbeti uzun yapacağını bildiren bir not gönderdi. Bu notu alan Abdurrahman Gürses çok celallendi ve “Ben burada Kur’an okumam! Bu herif beşer kelamını, ilahi kelama tercih ediyor!..” diyerek Necip Fazıl’a tepki gösterdi. Hulusi Topbaş, Abdurrahman Gürses Hoca’ya: “Efendim, buranın idarecisi sizsiniz. Dilediğiniz kadar Kur’an okuyun, dilediğiniz kimseye dilediğiniz kadar sohbet ettirin.” deyince Abdurrahman Gürses Hoca sakinleşmiş ve Kur’an-ı Kerim’i âdeti olmadığı kadar uzun okuduktan sonra: “Biraz da şu herif konuşsun.” diyerek sözü Necip Fazıl’a bırakmıştı. O da sohbetini çok kısa tutmak durumunda kalmıştı.
Abdurrahman Gürses Hocaefendi, edeple ve sessizce dinleyenlerin olmadığı bir yerde Kur’an-ı Kerim okumaz, dini sohbet yapmazdı. 1960’lı yıllarda bir Berat yahut Miraç kandili gününde, o zamanlar İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesinde talebe olan Mehmet Temiz’i ve birkaç arkadaşını, Beyazıt Camii’nde akşam yapacağı sohbete davet etti. Camiye bayanlar da gelmişti. Namaz biter bitmez kadınların olduğu taraftan konuşma sesleri gelmeye başladı. Abdurrahman Gürses Hoca, sohbete başlamadan evvel kadınları ikaz etti: “Ey kadınlar, sizin olduğunuz yerde konuşma eksik olmaz, edebe adaba uymazsınız. Bu sebeple sizin olduğunuz yerde feyz ve bereket olmaz. Susmanız için sizi üç defa ikaz edeceğim. Susmazsanız gerekirse sizi zorla dışarı çıkarırım. Birinci ikazımı yapıyorum, derhal susun!” Bu ikazın ardından camide sessizlik olunca Abdurrahman Gürses Hoca sohbetine başladı. Fakat kısa bir müddet sonra kadınlar tarafında konuşmalar tekrar başladı. Abdurrahman Hoca susmaları için ikinci uyarısını yaptı. Kısa sessizlik yine çok sürmedi. Daha sert bir ses tonuyla Abdurrahman Hoca son ikazını yaptı. Fakat bir müddet sonra tekrar konuşmalar başlayınca Abdurrahman Hoca sohbeti kesip kadınlara derhal camiyi terk etmelerini söyledi. Kimse yerinden kıpırdamadı. Daha şiddetli ses tonlarıyla birkaç defa camiyi terk etmelerini söylemesine rağmen hiçbiri kıpırdamayınca Abdurrahman Gürses Hoca caminin bir kenarında duran demir saplı süpürgenin sapını söküp kadınların olduğu bölmedeki perdeyi açtı, şiddetle kadınlara vurmaya başladı. Bir taraftan süpürgenin sapıyla vururken bir taraftan da “Erkekse kocalarınız gelsin de sizi kurtarsın,” diyerek herkese meydan okudu. Hocanın ciddi ciddi dayak attığını gören kadınlar camiyi tamamen boşalttı. Öyle ki erkeklerin bile gözü korkmuş, camide en ufak bir ses dahi kalmamıştı. Sessizliği ve sükûneti sağladıktan sonra sohbetine kaldığı yerden devam etti.
Abdurrahman Gürses Hoca, Kur’an-ı Kerim’e saygı gösterilmemesinden çok rahatsız olurdu. Kendisine gelen kaset doldurma tekliflerini reddedip hayatı boyuca hiç Kur’an-ı Kerim kaseti doldurmadı. Çünkü Mekke ve Medine’deki işportacıların, teyplerin sesini sonuna kadar açıp sokak ortasında Kur’an kasetlerini satmalarına çok üzülür, zaman zaman dayanamayıp teyplerinin sesini kısmaları için onları ikaz ederdi. Kur’an-ı Kerim kasetlerinin bu şekilde ayakaltında teşhir ve satışı kendisine çok ağır gelirdi.
Talebelerinde de edep görmek isteyen Abdurrahman Hoca, edebe mugayir davrananlara çok kızardı. Talebelerinden birisi kendisine danışmadan ve kendisinden izin almadan Avrupa’ya gitmişti. Dönüşte Haseki Eğitim Merkezi’nde Hocaefendi’yi ziyaret edip elini öpmek istedi. Abdurrahman Hoca: “Ben seni tanımıyorum, benim böyle bir talebem yok, benim talebem nasıl hareket edeceğini bilir, hocasına sormadan çekip Avrupalara gitmez.” diyerek elini vermek istemedi. Kurs müdürü Mahmut Özakkaş Bey’in “Hocam, bu defa affedin, gaflete gelmiş, bir daha işlemez.” diyerek araya girip gönlünü yapmasıyla Hocaefendi, talebesine elini öptürdü.
Beyazıt Camiinde imam olduğu dönemde de bir talebesi ziyaretine gelmişti. Namaz sonrası yanına gelip hocasının elini öpeceği yerde “Hocam” dedikten sonra tokalaşmaya kalkınca Abdurrahman Gürses Hoca, “Benim senin gibi bir talebem yok. Benim talebelerim hocasının elini öper.” diyerek elini çekti. Eski talebesi “Ama hocam siz elinizi öptürmezsiniz diye böyle yaptım.” diye itiraz edince Abdurrahman Hoca, “Talebenin vazifesi hocasının elini öpmektir. Öptürmek veya öptürmemek hocasının bileceği iştir.” diyerek eski talebesini ikaz etti.
Abdurrahman Gürses Hoca bir din görevlisi olarak son derece vakur idi ve bu mesleği asla ayakaltına aldırmazdı. Birgün Beyazıt camiindeki cemaatinden varlıklı biri kendisini hacca götürmeyi teklif etmişti. “Lâ talebe velâ redde velâ iddehare” düsturunca Abdurrahman Gürses Hoca bu teklifi kabul etti. Fakat yolculuk boyunca o adamın “Hafızım gel, hafızım otur, hafızım Kur’an oku, hafızım aşağı, hafızım yukarı, bu benim hafızım vs.” tavırlarından çok rahatsız oldu. Dönüşte Üsküdar’daki evini satıp hac bedelini “Ben kimsenin hafızı değilim.” diyerek adama zorla iade etti.
Abdurrahman Gürses Hoca din görevlilerine de vakarlarını muhafaza etmelerini ve Resulullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimize vekâlet ettiklerini sürekli hatırlarında tutmalarını vasiyet ederdi. Allah’a karşı kul olduklarını asla unutmamalarını fakat mihrapta insanlara karşı bir idareci, bir kumandan olduklarını ve bu şuurla hareket edip cemaati yönlendirmeleri gerektiğini söylerdi. Namaz sonrası kendisinden izin almadan Kur’an okumaya yeltenenlere müsaade etmez ve münasip bir lisan ile uyarırdı. İmamlara: “Cemaatle ne fazla yakın olun ne de uzak. Fazla yakınlık laubaliliği, uzaklık ise soğukluğu getirir. Sakın ha musikiyi Kur’an’ın önüne geçirmeyin. Musiki hâkim değil mahkûm olmalı, okunana tabi olmalı, musikî yapacağım diye tecvid ve hurufat bozulmamalıdır. Mihrapta okurken itidalli olmalı, ifrattan ve tefritten sakınmalıdır.” diye tavsiyelerde bulunurdu.
Abdurrahman Gürses Hoca günlük yaşantısında az yer, az içer, güzel giyinir, tertibe son derece riayet ederdi. Asla boş konuşmadığı gibi boş sorulara cevap dahi vermezdi. Mesela yaşı sorulduğu zaman cevap vermez. Israrla soranlar olduğu zaman “Bereket meçhuldedir. İmam Şafii ‘Kişinin yaşı sorulmaz, cevap da verilmez.’ buyurmuştur.” diyerek soru soranı ikaz ederdi. Zaten pek çok İslam âlimi de özellikle Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimizin vefat yaşı olan 62’den sonrasını hiç saymamış, soranlara da söylememiştir.
Ciddi ve vakur olmasına mukabil son derece alçak gönüllü idi. Gözü yaşlı idi. Kur’an okurken ağlar ve cemaati de ağlatırdı. Kendisine iltifat edilmesinden hoşlanmazdı. Özellikle Mekke ve Medine’de kendisini tamamen silerdi. O dönemlerde Kâbe’de namaz öncesi Mısır’ın meşhur imamları Kur’an tilavet ederdi. Sevenlerinden üst düzey görevlerde bulunan birkaç kişinin, kendisinin de Kur’an okuması için resmi müracaatta bulunma talebine karşı çıktı, “Biz buraya arz-ı hâl etmeye geldik, arz-ı endam etmeye gelmedik” diyerek böyle bir teşebbüse izin vermedi. Özellikle Hicaz’da, kendisine aşırı şekilde iltifat edilen davetlere de katılmak istemezdi.
“Kur’an hizmetinden emekli olunmaz.” diyen Abdurrahman Gürses Hocaefendi, vefatı öncesi yatağa düşene kadar Kur’an hizmetine devam etti. Allah Teâlâ Abdurrahman Gürses Hocamıza rahmet, bize de Kur’an hizmetlerinde gayret nasip eylesin. Âmin.
Kaynaklar:1. Emekli Savcı Mehmet Temiz’in Hatıraları
2.Yard. Doç. Dr. Fatih Çolak, Abdurrahman Gürses Hocaefendi, Erkam Yayınları