BEN DEDEMİ BÖYLE TANIDIM

Esirgeyen ve bağışlayan Allah’ın adıyla; Dedem “Her işin başı Besmeledir” öğüdünü bizlere sık sık hatırlatırdı. “Besmelesiz başlanan bir işin bereketi hayrı olmaz” derdi hep. Onu ne zaman bir işe başlarken görsem “Bismillah” sözünün ağzından çıktığını işitirdim. Allah’ın adıyla başlanan her işte bir heyecan, bir azim bir gayret olmaz mı insanın içinde? O da böyle yapmıştı zaten.
Hayırlara vesile olması için Allah’ın adıyla ve dualarla açmıştı vakfımızı, dergimizi ve radyomuzu.
Gaye Allah’ın rızası olunca bu yolda bir er, bir öncü olmak ne mutluydu dedem için. Şanda şöhrette hep geri planda görmeye alıştığımız dedemi hizmet söz konusu olduğunda daima ön saflarda izlerdik. Gücünün yettiğince kolları sıvar o hizmete dâhil olmak, Allah’ın rızasını kazanmak için çevresindekilerle yarışırdı adeta. Bulunduğu ortamda kendinden yaşça küçük insanlar olsa bile bir işi yapacaksa önce kendisi başlar, kimseye buyurmazdı.
Hiç aklımdan çıkmaz. Soğuk, sert bir kış günü ağırlıyordu Nevşehir. Yerlerde hayli kar vardı. Okuldan dönüyordum. Vakıf binamızın önünde biriken kar dikkatimi çekmişti. Birden kapıda dedem belirdi. Elindeki kürekle temizlemeye başladı yeri. Anlaşılan ikimizin aklında da aynı şeyler geçiyormuş o an. Hemen koştum küreği almak için ama vermedi. Kendisi temizliyordu ve bir yandan da “Hizmetin büyüğü küçüğü olmaz. Hizmetlerde Allah’ın rızası gözetildiği takdirde küçük bir hizmetten büyük sevaplar alınır. Ve bu amel Allah katında makbul olur.” diyordu.
Bu öğüdü hâlâ kulaklarımda. Dedem öğrencilik yıllarında pek çok sıkıntı ve zorlukla karşılaştığı için bizim derslerimizi yakından takip eder günümüzün imkânlarımızı değerlendirmemiz için sık sık bizimle bu konular üzerine konuşurdu. Nasihatlerini okul yıllarında yaşadığı anılarından bir tanesi ile de sonlandırırdı.
Ortaokulda ailesinden ayrı tek bir başına bir evde kalıyormuş dedem. Babası her hafta ziyaretine gelip eksiklerini tamamlıyor, köyden yiyecek, giyecek getiriyormuş. Fakat kış mevsimi gelip de kardan yollar kapanınca gelemez olmuş. Bu arada dedemin ne yiyeceği ne de yakacağı kalmış. Akşam olunca yufkaların sarılı olduğu bohçanın içinde biriken kırıntılardan bir kaşık yiyip yorganına sarılıp uyumuş. Sabah da kırıntılardan bir kaşık daha alıp okula gitmiş. Yolların açılmasını ve babasının gelmesini diliyormuş Allah’tan. Okulu bitirip de eve geldiğinde sıcacık bir oda karşılamış dedemi. Babası gelmiş. Yakacak almış, yiyecek getirmiş onun için. Dedemin o an ne kadar sevindiğini bu olayı anlatırken gözlerindeki ışıktan ve yüzündeki mutluluktan anlamıştım.
İşte bu sebeple dedem gençlere ve öğrencilere çok önem verirdi. Maddî ihtiyaçlarının yanı sıra manevî doyuma ulaşmaları, hem dünyalarını hem de ahiretlerini kurtarmaları için faaliyetlerde de bulunurdu. Gençlerin dünyevî ilimlerin yanı sıra dinlerini ve İslamî ilimleri de öğrenmelerini ister, bu konuyu çokça vurgulardı. Ama en fazla da Kur’an üzerinde dururdu. “Kur’an’ı doğru anlamak, onu doğru öğrenmek ve öğretmek gerekli” derdi. Onun yaşantımıza yön verecek en doğru kaynak olduğunu söyler, “Allah sizi Kur’an ahlakıyla ahlaklanan kullarından eylesin” diye de bizlere dua ederdi. Yine iyi bir Kur’an eğitimi almam için beni bizzat kendisi Kur’an Kursuna yazdırmıştı. Bunu kabul ettiğimde göz bebeklerinde bir çocuk sevinciyle bana gülümsedi. İstanbul’da sık sık ziyaretime gelir, bana moral verir, bu fırsatı iyi değerlendirmem ve çalışmalarımı sıkı tutmam için bana tavsiyelerde bulunurdu. Onun gelişi güvenimi tazeler, kursa olan bağlılığımı artırır ve beni çok sevindirirdi. Gelişi bu kadar mutluluk veren dedemin gidişi de bir o kadar üzücü ve gözyaşlarıyla olurdu. Birlikte olmadığımız zamanlarda ise onu telefonlarımla rahatsız eder, hasretimi bir nebze de olsa dindirmeye çalışırdım.
“Sözünün eri olmak” dedemin sıkı sıkıya bağlı olduğu değerlerden bir tanesiydi. Zaman zaman bize öyle bir anısını anlatırdı ki dedemin daha küçük yaşta olmasına rağmen bu sözün ehemmiyetinin nasıl farkında olduğunu ve kulun sıkıştığında Hızır’ın nasıl yetiştiğini anlardık. Yine okul yıllarında bir gün öğretmenleri dedemlerden bir kitap almalarını istemiş. O sırada dedemin yanında para olmadığı için arkadaşlarından babası geldiğinde geri vermek şartıyla ödünç para almış. Ancak arkadaşlarına parayı vermek için söz verdiği gün babası kar nedeniyle yanına gelememiş. Dedem bu durumdan çok utanç duyuyor ve çaresizlik içinde Allah’a dua ediyormuş babam gelsin diye. Sıkıntılarının doruk noktaya ulaştığı bir an arkadaşlarından biri bahçede sakallı bir kimsenin onu sorduğunu yanına gelmesini istediğini söylemiş. Tarif büyük dedeminkine uyduğundan koşarak ve sevinçle gitmiş dedem bahçeye. Fakat o kimse bu güne kadar görmediği ve tanımadığı birisiymiş. Avucunu açmasını istemiş dedemden. Eline bir şeyler koyup kapatmış. Dedem avucundakinin ne olduğunu anlamak için bakınca kuruşu kuruşuna kitap parasının, arkadaşına olan borcunun kendine verildiğini görmüş. Başını kaldırdığında o zatın gözden kaybolduğunu fark etmiş.
Hayatı boyunca yaptığı hizmetlerde Allah rızasını gözeten ve çalışmalarını da bu yönde gerçekleştiren yeni nesil dava kardeşlerinden de bu duygu ve düşünceler içerisinde faaliyetlerde bulunmalarını istemiştir. Şimdi bizlere düşen görev ise onun başlattığı bu hizmetleri hakkıyla devam ettirmek. Dedemin de izlediği Peygamberimizin yolunu benimsemektir. Allah cümlemizi hizmetlerimizde kendi rızasını kazanan kullarındın eylesin. Âmin.
Sabahı beklediğim bir gün.
Geçmeyen saatler bitmeyen hüzün.
Anlatmak yetmiyor satırlara seni
Bilmiyorum gafletten belki
Dökülüyor gözyaşım sızlatıyor yüreğimi
Biliyorum getirmez bunların hiçbiri seni
Dua yeter, Kur’an yeter, hizmet yeter
Sabır yeter bu dünyada yaşatmak için seni.