BAŞYAZI-Tevazu Yüceltir, Kibir Alçaltır

BAŞYAZI-Tevazu Yüceltir, Kibir Alçaltır

 Kibir, kişinin başkalarını küçük görerek nefsini onlardan üstün saymasıdır. Kibir kavramı genellikle “fahr” yani övünme, “ucb” diye ifade edilen kendini beğenmişlik ve “ihtiyal” yani büyüklenme gibi kavramlarla birlikte ele alınır. Zira bunların hepsi birbirini körükleyen ahlaki tutumlardır. Kimi zaman soyluluk, güzellik, fiziksel güç gibi yaratılıştan gelen birtakım özellikleri; kimi zaman da Allah’ın kendisine sonradan bahşettiği zenginlik, makam, ilim ya da nüfuz gibi nimetler, kıskançlığa ve bencil tutkulara meyilli olarak yaratılan insanı1 kendini beğenmeye sevk eder. Önceleri kendini beğenen kişi, zamanla sahip olduğu güzel özelliklerle övünmeye, başkalarından farklı olduğunu düşünerek büyüklenmeye başlar. Çevresindekileri küçük görerek kendisinin “en üstün” olduğu hissine kapılır ve böylece kibir hastalığına yakalanır.

İnsana daima kötülüğü ve hayâsızlığı emrettiğinden,2  “apaçık bir düşman” olarak tanıtılan3 şeytanın Kur’an-ı Kerim’de bahsedilen en belirgin özelliği kibridir. Allah Teala insanı yarattığı zaman meleklerine, ona saygı ile eğilmelerini emretmişti. Bu buyruğa İblis dışında herkes uymuştu. O ise Rabbine karşı gelmiş, Adem karşısında eğilmekten yüz çevirmiş ve büyüklenmişti.4 Yüce Allah kendisine, “Sana emrettiğim zaman seni saygı ile eğilmekten ne alıkoydu?” diye sorduğunda şöyle cevap vermişti: “Ben ondan hayırlıyım. Çünkü beni ateşten yarattın. Onu ise çamurdan yarattın.”5 Böylece kibir ve gurur, şeytanın Hakk’ın huzurundan kovularak lanetlenmesine neden olmuştu.6 Şeytanı “şeytan” yapan kibir, tarih boyunca pek çok insanın yoldan çıkmasına sebebiyet vererek Hakk’ı yalanlayanların ve isyancıların ortak özelliği olmuştur. Nitekim kendisine anahtarlarını güçlü bir topluluğun zorlukla taşıyabildiği, eşi benzeri görülmemiş bir servet bahşedilen Karun,7 “Bunlar bana bendeki bilgi (ve beceri)den dolayı verilmiştir.” diyerek kibirlenmişti.8 Yere göğe sığmayan nefsi Hz. Musa’ya tabi olmayı hazmedememiş ve sonunda isyanı seçmişti; tıpkı Firavun gibi. Firavun daha da ileri gitmiş ve “Ben sizin en yüce rabbinizim.” diyerek ilahlık iddiasında bulunmuştu.9

Peygamber Efendimize cephe alan müşriklerin de inkarının büyük sebebi kibirleriydi. Toplumun önde gelenleri, halk içinde söz sahibi olmayan, gelir düzeyi düşük, öksüz ve yetim birine gökten vahiy geldiğine inanmak istememiş, “Bu Kur’an, iki şehrin birinden bir büyük adama indirilseydi ya!”10 diyerek itiraz etmişlerdi. Kendilerini üstün sayan bu kişiler Hz. Muhammed’e geldiklerinde onun yanında nüfuzu olmayan, zayıf, fakir sahabileri görünce onlarla oturmaya tenezzül etmemişler ve Allah Resulü’ne, “Biz senin yanına geldiğimiz zaman onları (köleleri) yanından kaldır.” demişlerdi. Ayrıca üstünlüklerinin belli olması için kendisiyle konuşmaya geldiklerinde oturmak üzere Resulullah’tan özel bir yer tahsis etmesini istemişlerdi.           

Kibir, kıskançlık, cimrilik, açgözlülük, nankörlük ve bencillik gibi Müslüman’a yaraşmayan pek çok kötü duyguyu hatta Hakk’a isyanı beraberinde getirir ki bu duyguların hakim olduğu kalpte Müslümanlık alameti olan sevgi, merhamet11 ve güven gibi duyguların gelişmesi mümkün değildir. Bunun için Hz. Peygamber, güzel giyinmekten hoşlandığını ancak bunun kibir anlamına geldiğinden endişe ettiğini söyleyen bir kişiye kalbinin ne hissettiğini sormuş, o kimse Hakk’ı bilen ve onunla mutmain olan bir kalbe sahip olduğunu söyleyince, böyle bir kalpte kibir olmayacağını belirtmiştir. Ayrıca kendini başkalarından büyük gören bu tür insanların çoğalması, İslam Dini’nin öngördüğü bireylerin “birbirine kenetlenmiş tuğlalar gibi” kaynaştığı, dayanışmaya ve paylaşıma dayalı toplumu oluşturmaya engel olur. Bu nedenle İslam Dini’nde kibirden kaçınmanın gerekliliği üzerinde önemle durulmuştur. Resulü’nün gözleri görmeyen bir sahabiye surat asmasına razı olmayan12 Yüce Yaratan insanı başkalarını küçümsemekten ve büyüklük taslamaktan nehyetmiştir. “Yeryüzünde böbürlenerek yürüme. Çünkü sen yeri asla yaramazsın, boyca da dağlara asla erişemezsin.”13 diyerek uyarıda bulunmuş ve “O (insanoğlu), kendisine kimsenin güç yetiremeyeceğini mi sanıyor?”14 sözleriyle aslında yalnızca aciz bir kul olan insana, bu konumunun farkında olarak hareket etmesi gerektiğini bildirmiştir. Kalbinde zerre kadar kibir bulunan kişinin cennete giremeyeceğini haber veren Allah Resulü, “İnsanların kendisi için ayağa kalkmasından hoşlanan kimse cehennemdeki yerine hazırlansın.” buyurmuştur. Böylece kibre giden yolları da yasaklamış; kaplan derisi üzerine oturmak, ipek ve atlastan kıyafetler giymek, altın ve gümüşten mutfak eşyaları kullanmak ve ziynetlerle gösteriş yapmak gibi kibir alameti olan davranışlardan da uzak durulmasını istemiştir.

Mümin, ihtiyaç sahibi kimselerin varlığını hesaba katarak yaşar, israfa kaçma korkusu ve lüks yaşamanın kendisine anlamsız bir gurur vereceği endişesiyle mütevazı bir hayatı tercih eder. Bu niyetinden dolayı, imkanı olduğu halde yalnızca Allah’ın rızasını gözeterek kıymetli ve gösterişli elbiseler giymeyi terk eden kişinin, kıyamet gününde herkesin gözleri önünde iltifata tabi tutulup cennet elbiselerinden dilediğini giymekle ödüllendirileceği ifade edilmiştir. Ayrıca mütevazılığın cennet ehlinin özelliklerinden olduğu bildirilmiş ve alçak gönüllü davranmanın aslında bir yücelme sebebi olduğu ifade edilmiştir: “…Allah için tevazu gösteren kişiyi Allah ancak yüceltir.”

Mütevazı kişi Allah tarafından yaratıldığının, içinde bulunduğu nimetlerin O’na ait olduğunun bilinciyle O’nun rızasını kazanmaya çalışan kimsedir. Yüce Allah Kitabı’nda tevazu sahibi kimseleri müjdeleyerek onların şu özelliklerine dikkat çekmektedir: “…Alçakgönüllü kimseleri müjdele! Onlar, Allah anıldığı zaman kalpleri ürperen, başlarına gelen (musibet)lere sabreden, namazı dosdoğru kılan ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden Allah yolunda harcayan kimselerdir.”15 Böylece mütevazı kişi herkes gibi kendisinin de Allah’ın bir kulu olduğunu, O’nun katında üstünlüğün ancak takva ile olduğunu bilir. Amellerin niyetlere göre değer kazanacağına inandığından diğer insanların Allah nazarında kendisinden daha üstün olabileceğini düşünür. Bu nedenle diğer insanları küçümsemez; onlarla Allah’ın emrettiği şekilde kırgınlık, kıskançlık ve küskünlükten uzak, sevgi, saygı, dayanışma ve yardımlaşma içerisinde kardeşçe yaşar.

İnsanlığa Kur’an ahlakını yaşayarak gösteren Hz. Peygamber onlara tevazu da yaşayarak öğretmiş, oldukça sade bir yaşam sürmüştür. “Alemlere rahmet” olarak gönderilen16 bu Elçi, yaşamının hiçbir anında “beşer” olduğunu unutmamış ve Allah tarafından kendisine verilen yüce meziyetlerle kendini büyük görmemiştir.

İslam’a göre kibir, insana yaraşmaz ve azamet sadece Allah’a yakışan bir sıfattır. O’nun dışındaki her büyüklük geçici ve izafi olup gerçek büyüklük O’na mahsustur; O en yüce olandır.  

                                                                                                                          Nurten YÜCEL

1- Nisa,4/128

2-Bakara,2/169

3-A’raf,7/22

4-Bakara,2/34

5-A’raf,7/12

6-Hicr,15/29-35

7-Kasas,28/76

8-Kasas, 28/78

9-Naziat,79/24

10-Zuhruf,43/31

11-Fetih,48/29

12-Abese,80/1-4

13-İsra,17/37

14-Beled,90/5

15-Hac,22/34-35

16-Enbiya,21/107

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.