ABDULLAH BÜYÜK HOCAEFENDİ İLE SÖYLEŞİ

ABDULLAH BÜYÜK HOCAEFENDİ İLE SÖYLEŞİ

İLKADIM : Hocam, kendinizi tanıtır mısınız?

            ABDULLAH BÜYÜK HOCAEFENDİ : Sorunuzu yanıtlamadan önce, İlkadım Dergisi ekibine, bu çatı altında hizmet veren tüm gönül dostlarımıza teşekkür etmek istiyorum. Mefkûre insanı merhum Zeki Soyak Hocamızın Anadolu’nun bağrına bıraktığı tohumları yeşertme, ektiği fidanları çınara dönüştürme mücadelesini sürdüren tüm kardeşlerimizi tebrik ediyorum.

            Efendim, 1948 yılında Sivas’ta dünyaya gelmiş bir kardeşiniz olarak, Konya yüksek İslam Entitisü mezunu olup, yaklaşık 41 yıldır Konya’da ikamet ediyorum. Vaizlik ve müftü yardımcılığı vazifelerini üstlenen şahsımın 1980 askeri ihtilali ile diyanet teşkilatıyla olan mesaisi sonlanmıştır.        Askeri idare tasarrufuyla başlayan yaklaşık bir yıllık cezaevi döneminin ardından, 1982 yılı itibariyle hizmetlerimiz de başlamıştır. Beri taraftan yazı hayatımız da gerek Ribat Dergimiz gerekse Yeni Akit sütunlarında devam etmektedir…

 

İLKADIM : Çalışmalarınız hakkında bizi bilgilendirirmisiniz?

            ABDULLAH BÜYÜK HOCAEFENDİ : Efendim, “memnuniyetle” deyip hizmetlerimizi genel çerçevesiyle idraklerinize sunmadan evvel bir gerçeği hatırlatmakta fayda mülahaza ediyorum. Kur’an’ı Allah kitabı olduğu inancıyla incelediğimizde, çok farklı ve muazzam özelliklere sahip olduğunu görürüz. Bu hususiyetlerden biri de, kur’an’ın hitap şeklidir. O, genel itibarla insanlığa hitap ederken, özel olarak da Müslümanlara hitap etmektedir. İman dairesi dışında kalan insanlara genel üslupla hitap eden yüce Allah, iman dairesine giren kullarına hususi olarak seslenmektedir. İşte bu hakikat, hizmet hayatımıza şu demirbaş özelliği kazandırmaktadır: Hizmetlerde başarıyı yakalayabilmek için, çalışmalar umumi ve hususi olmak üzere iki temel ayağa dayandırılmalıdır.

  1. Özel insanlara ilişkin hizmetler ki, bu dar çerçevede bizim inanç ve kanaatlerimizi paylaşan kardeşlerimize taalluk eder…
  2. İnsanların geneline yönelik başlattığımız hizmetler ki, aynı zihni muharriklere sahip olmadığımız yahut inanç mevzuunda farklı düştüğümüz insan kardeşlerimizi muhatap kabul eder.

Ribat camiası olarak 1977’lere dayanan bir alt yapımız ve çeyrek asırlık sistemli bir geçmişimiz bulunmaktadır. Şunu gönül rahatlığıyla ifade ediyorum ki, Ribat Eğitim Vakfı’nın, Türkiye’de İslami hassasiyeti olduğu halde irtibat kurmakta zorlandığı hiçbir teşekkül yoktur. İşte yukarıda arz ettiğim usule sadık kalarak ortaya koyduğumuz hizmetlerimizden olan Ribat Dergisi, otuz yasında olgun bir birim olarak yoluna devam etmekte, Lale Koleji, Ribat FM, Aşevi gibi birimlerimiz de onu takip etmektedir. 1998 ilk adımını attığımız, yurt dışında filizlenip ülkemizde kökenli “Aile Mektebi” çalışmamızsa, yirmi vilayete yayılmış durumdadır.

            Yaşadığımız coğrafyanın ve insanımızın benimsedikleri yaşam üslubunu, kemikleşmiş meselelerin ve nihayet fıkhi hüviyetlerini hesaba katarak başlattığımız Aile Mektebi, halkımızın teveccühünü görmüş, Allah’ın yardımıyla başarıya ulaşmıştır. Bir okul gibi, ailenin akidesini tevhid ekseninde tashih etmiş, kulluk hayatını formattan geçirmiş, son merhalede de eşler arası münasebetlerden tutun da çocuk terbiyesine varıncaya kadar toplumun kronikleşmiş hastalıklarına kalıcı bir tedavi uygulamayı kendisine şiar edinmiştir. Bugün kısa adı “ ADEF” olan Aile Dernekleri Federasyonu’yla sabit kökü yine Konya’mızda olmakla beraber, yurdun dört bir bucağına dalları ulaşmış, her dalından birçok meyve toplanmış verimli bir ağaca dönmüştür.

            “ Artık bize düşen sınır ötesi cephelerde nöbettir”  kanaatiyle, ülkemizin mümtaz simalarından Osman Nuri Topbaş Hocamızın nezaretinde Afrika hizmet dosyamızı açmış olduk. Yurtdışı hizmetlerini, “Doğu da, Batı da (tüm yeryüzü) Allah’ındır.” (bakara, 115) ve “ Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.” (enbiya,107) hakikatlerinin ayan beyan ilanı ile biz inananlara verilen “Tüm evren, rabbinizin yed-i kudretindendir. Peygamberimiz de bütün âlemlere gönderilmiştir. Şu halde siz ey O Rabbin kulları ve O Rasul’ün ümmetinden olanlar! Küçük mevzulara takılıp kalarak, mesuliyet alanınıza giren koskoca dünya sathında olup bitenleri gözden kaçırmayın.” Mesajının idraklerimizde makes bulmasının doğal bir neticisi olarak ele alıyorum. “Şu imkânı elde edebilirsek, neler yapardık” şikayetleri artık tarihte kalmıştır. İç geçirip yerimizde oturmaya zorlandığımız dönemler maziye karışmıştır. Bu gün ülkenin bir aile ocağı haline gelmesi için gereken zeminin ön şartları oluşmuş, yüce Allah, kendi sınırlarımız içinde hemen her kapıyı hizmet götürmek isteyen inananlara açtığı gibi, uzak gördüğümüz kardeş ülkeleri sanki bir vilayetimiz gibi bize yakınlaştırmıştır.

 

İLKADIM : İslam’ı insanların gündemine taşımak için hangi metodları uygulamalıyız

            ABDULLAH BÜYÜK HOCAEFENDİ : Efendim, bu isabetli sorunuza sıhhatli bir cevap verebilmek için, bahsi geçen “insanımız”dan hangi özelliklere sahip bir cemiyeti kast ettiğimizi ve hizmetlerde usul/metod bilgisinin ehemmiyetini nazara vermek icap eder. Şu bir gerçek ki, hizmet götüreceğimiz adres; “karma toplum” dur. Karma bir cemiyetle mücadele etmekse, hem zor ve hem de risklidir. Tüm diğer metodolojik veriler bir tarafa, sabır ve ümit ile donanmadan böyle cemiyetlerin gündeminde İslam’ı canlı ve ter-ü taze tutmada muvaffak olmak çok zordur. Karma toplum ifadesini kullanmakla, zımni olarak hizmet ehli kardeşlerime şu mesajı vermek istiyorum; muhatabınız olan insanlardan yalnız bir apartmanı dahil edin. Üst katta günah ve masiyetlerle kirlenmiş bir gün sonlanırken, hemen alt katta oturan seherini kıyam ile aydınlatmanın mücadelesini vermekte, sonra da bunlar aynı asansörü veya toplu taşıtları paylaşabilmektedirler. “Mekke’de zemzem, Türkiye’de votka” içme mantığında bir mahzur görmeyen insanların bu kompleks gündemlerine şerefli vahyi taşımak kolay bir iş değildir.

            Meselenin bir başka yönü ise aslında fıtratla her bir sinede alt yapısı hazırlanan dinimizin, doğru sunulduğunda adeta bir mıknatıs gibi insanları kendisine çekeceğidir. Zor kaideler koyan, yaşanması güç bir din algısı oluşmasına sebep olacak şekilde İslam’a başka bir maske takıp öyle muhataba sunarsak, fıtrat dini olan bu ilahi koordinatların kabul görmemesinde en büyük mesuliyeti üstlenmiş oluruz. Oysa Rabbim “her şeyinizle İslam’a girin” (bakara,208) buyurarak insanımızı parçacı Müslüman olmaktan, İslam’ın bir kısmına teslim olup, bir kısmına ayak diremekten şiddetle sakındırmakta ve “Allah’a çağıran, Salih amelde bulunan ve: “Gerçekten ben Müslümanlardanım diyen daha güzel sözlü kim vardır?” (fussilet, 33) fermanıyla da hem kendi partisine/cemaatine değil Allah’a çağıran hizmet ehlini, hem de “İslam’ı müslümanca yaşayan” kullarını övmektedir.

            Bulunduğumuz asrın Müslümanı, başka çehrelere mesajını duyurma mücadelesinde, davasının haklılığını ve alternatifsiz oluşunu isbat etme hususunda nisbeten daha şanslıdır. Zira yaşlı dünya, kimi kanlı kimi kansız yapılmış birçok ihtilale tanık olmuş, yeryüzünde her dönem bir güç gelip dünyanın orta yerine otağını kurmuş, bin bir çeşit ideoloji kurtuluş ve saadet vaadleriyle nicelerini yolda bırakmıştır. Ancak genel manada insanlık, küçük ölçekte de ülke insanı, artık bunca yıldır peşinden gittiği adreslerin kendisine acıdan, zulümden, gözyaşından başka bir şey vermediğini itiraf etme noktasına gelmiş, bu ikrarını inad ederek saklayanlar hala varsa da, ekonomisinde can güvenliğine varıncaya kadar her alanda huzur ve istikrarın iman sahibi temiz simalardan geleceğine kesin kanaat hâsıl olmuştur.

            Bu genel konjonktürü aktardıktan sonra, kısaca sorunuzun ikinci yarısını teşkil eden usulümüzün nasıl olması gerektiğine de değinelim. Bu vasıtaların, nebevi uygulamalar çok iyi okunarak güncellenmiş, her vilayette, hatta aynı vilayettin her semtinde dahi değişmesi normal bir çerçeveye sahip olduğunu söylemek yanlış olmasa gerekir. Bunu belirleyecek olan, “anın vacibi”ni tesbit edecek Müslüman aklıdır. Vahiyle beslenen akıllara sahip bir hizmet kadrosuyla, istenilen her iş yapılabilir. Artık bu akıl, sahibine Allah’ın nuruyla bakabilme, hadiseler ile vahiy arasında münasebet kurabilme, dil-el ve kalp diyaloğunu sağlayabilme gibi hususiyetlerler kazandırmıştır. Buna göre proje üretecek olan akıllarımıza bu seviyeyi kazandırmaya çalışmalıyız.

            Çoğunluğu zaten Müslüman halkın ya da en kötü ihtimalle iman henüz kalplerine girmemiş grupların oluşturduğu bir toplumdan söz ediyorsak, sağlıklı bir dini hayata sahip olabilmeleri için, şu üç bedelin ödenmesi icab ettiğini, sorunuzu fırsat bilerek hatırlatmak isterim:

  1. Dini elde etmenin bedeli ki, “eğitim-öğretim” le ödenir. İlk aşamada kendisi bu yolla dinini elde eden insan, ikinci merhalede bir başkasına öğreterek bedel ödemeye devam eder.
  2. Dini korumanın bedeli ki, “kurumsallaşmak” la ödenir. Bu durumda Allah Rasulü (s.a.v)’in bizzat inşasında çalıştığı mescid, kurumsal zemin olma özelliğini ve dinin korunmasının bedelinin ödenebilmesi mevzuunda en uygun bir merkez olma hususiyetini taşıyordu.
  3. Dini yaşamanın bedeli ki, bu da mal ve can ile “cihat” ederek ödenir.

Hepimiz biliyoruz ki, ilk iman kuşağı bu bedelleri tereddütsüz ödemiş ve mukabilinde de tam ve tamamlayıcı bir dini hayata kavuşmuşlardır. Görüyorsunuz ya, sualinizin yanıtını, ashabı kiramın uygulamaları arasında buldunuz. Bizim inancımız şu ki, halkımızın İslam’la şeref bulması için inancı paylaşan kimselerin ortak bir gaye ile birleşmeleri neticesinde zuhur eden kurumlarla ve bu kurumların sağladığı zemin tüm kıymetlilerimizi, akıl, gönül ve beden dünyamıza yerleştirilmiş güçlerimizi bu yolda seferber edip cihad etmekle; din hem kazanılacak, hem muhafaza edilip geliştirilecek ve hem de nihayet yaşanıp yaşatılır hale gelecektir.

 

İLKADIM : Metodlarınız, temel ölçü ve hassasiyetleriniz nelerdir?

            ABDULLAH BÜYÜK HOCAEFENDİ : Bizim inancımızda “kendini vakfetmeden vakıf tabelaları asmaya, içinde vakfolmuş eleman yokken kurumlar yükseltme” ye yer yoktur. Vakıf insan olmaksa, kucaklayıcı bir kimlikle insanların arasına karışıp, kaybedilmiş kardeşlerimizi tekrar kazanmak mücadelesinde karşılaşacağımız sıkıntılara katlanmakla gerçekleşir. Bildiğim kadarıyla Zeki Soyak Hocamız da, “fedakârlıkların çetelesini tutanların bu davayı yürütemeyeceği” hakikatini dillendirirdi. Düşünün bir kere, tüm peygamberler, kavimlerinin ayağına gitmişlerdir. Peki ya biz? Kendi ayağımıza kadar gelen insanlara derdimizi anlatmaktan imtina ediyoruz. Yine tüm elçiler, bu uğurda sıkıntı çekmişler, hakaret, tecrid edilme, işkence gibi maddi/manevi türlü baskılara maruz kalmışlardır. Peki ya biz? Çevresinin övgüsünü alan, adeta hediye ve iltifatlara boğulan bir portre ortaya koyuyoruz. İşte enbiya ve işte onların varisleri….. Karşısında kendisini dinlemeye hazır, emre amade bir grup bulan herkes, pekala koltuğuna yaslanarak bir şeyler anlatabilir. Bu sözlerimiz, İlkadım Dergisinin güzide okurları tarafından yanlış anlaşılmasın. Bizim metodumuz, yerimizden kalkmaya, elinden tutulup bataklıktan çıkarılacak insanın evine, işyerine kadar gidip onun gönlünü almaya, ailesiyle alakadar olmaya, problemlerini çözmeye, onların şahıslarından değil, yaptıkları yanlışlardan uzak durmaya dayanır.

            “Günahkârlar bizim günahkârlarımız” zaviyesinden baktığımızda, nokta atışıyla yalnızca fiili zemmeder, faille aramıza irşadına mani olacak bir mesafe koymayız. Muhataplarımın hatalarını düzeltmedeki metodumu, önce hediye faktörünü devreye koyduktan sonra, ikinci adımda da ilgili şahsın uyarı ve irşadıma sebep olacak çirkin işlerini  hiç gündeme getirmeden, yani “kalıbıyla bağlantılı konulardan evvel, kalbini hedef alma” ya çalışarak, nihayet gönlüne girdikten sonra uygun bir üslupla dile getirmek olarak özetleyebilirim.

            Bizim camia olarak belirlediğimiz usul ise, teorik manada “fıkha dayalı” bir hizmet telakkisi, pratik manada/hizmet ehlinde yansıyan görüntüsüyle de, gündüz harici şer güçleriyle mücadelesi öne çıkarken, gece de terakkiye engel olan içindeki odağa karşı mücahedesinin kesintisiz devam etmesinden başka bir şey değildir. Fıkha olan hakimiyet, yol haritamızı çizerken tam bir denge unsuru haline gelir ve aykırı düşünce ve ameller temaşa edildiğinde muhatap karşısında ne silahına sarılmış bir asker, ne de cellâdına teslim olmuş bir kurbanlık pozisyonuna girmenizi sağlar.

            Araba için yakıt ikmali neyse, hizmet ehli için de toplumun geneline açılmak odur. Kuruluşlarımızı çekip çeviren döner sermaye statüsündeki kadroyla, kardeş kurumların çalışmalarıyla ve nihayet toplumun geneliyle ilgili ayrı ayrı projelerimiz, zihnimizde ve masamızda hizmet dosyalarımız bulunmalıdır. Bu sualinizle ilgili son olarak kanaatimce bir hizmeti tatbik eden her kardeşimizin takip etmesi gereken merhaleleri, hassasiyetlerimiz kabilinden arz etmek istiyorum:

  1. AMAÇ, GAYE: Bundan maksat, çalışmanın varacağı en son noktayı baştan hesaba katarak hizmeti sürdürmektir. İslam ile tanışmalarını istediğiniz muhataplarınız hizmet neticesinde hangi seviyede görmek istediğinizi baştan tesbit etmelisiniz. Aksi takdirde ne yaparsanız yapın, bu hizmet rast gele yapılmış bir çalışma olmanın ötesine geçemeyecektir. Bizim için hizmetlerde müsamaha gösterilemez hataların başında amaçsızlık gelir.
  2. KONU, MEVZU: Bundan maksat da, amaca ulaştırmak için aktarılmak için aktarılacak bilgidir. Bu bilgi, mücerret olmaktan kurtulmuş, belli bir müfredat halini almış olup, aktarma yöntemi de hesaba katılan bir özelliğe sahiptir. Rastgele verilen bilgi, doğru da olsa tesadüflere kurban edilmiş demektir.
  3. ETKİNLİK: Amaca ulaşmak için yapılacak işlerin genel adıdır. Hizmetin bu boyutu olmadığında çalışmamız, “Yapmadığınız şeyleri neden söylüyorsunuz ?” (Saff,2) ayetinin kapsadığı bedbaht zümrenin işlerine benzeyecektir.
  4. YÖNTEM ARAÇ VE GEREÇLERİ: Küçüğünden büyüğüne her araç, amaç için önemlidir. Bu merhaleye kadar her aşama dikkatle takip edildi, yani amaç belirlenip, konu hazırlandı, eylem başlatıldı, gerekli teçhizat da sağlandı ise, faaliyetlerin olmazsa olmazı olan bir sonraki adıma geçilme zamanı gelmiştir.
  5. DEĞERLEDİRME: Bizim hayatımızda boşluğa yer yoktur. Amacınıza yönelik yaptığınız çalışmada başarı elde ettiyseniz, artık yeni bir etkinliğin projesini yapmaya başlamalısınız. Değerlendirme merhalesinden olumlu bir rapor çıktığı halde, yeni bir planlama sürecine girilmemişse; olan ile yetinme, olduğu yerde sayma gibi olumsuzlukların hakim olacağı bir çalışma tablosu ile karşılaşmak an meselesidir.

 

İLKADIM : Çalışmalarınızda öncelikleriniz ve hedefleriniz nelerdir?

      ABDULLAH BÜYÜK HOCAEFENDİ : Sorunuzdaki “öncelikler” ifadeniz, şahsıma bir işin önemini, değer ve faydasını anlatan ‘en’ler mevzuunu hatırlattı. Devletlerin, hizmetlerin, kişilerin farklı farklı enleri bulunabilir. Çünkü bu enler’ kişiden kişiye, ihtiyaçtan ihtiyaca göre değişik şekiller almaktadır. Sevgili Rasulümüzün de, 23 yıllık risalet vazifesini ifa ettiği dönem içerisinde ashabıyla birlikte, 500’e yakın ‘en’ i olmuştur. Bildiğimiz gibi efendimiz (s.a.v)’e muhtelif yer ve zamanlarda aynı kalıpta sorular sorulmuş, kendisi de bunlara farklı yanıtlar vererek, soranın en fazla ihtiyacı olan konuyu öne çıkarmış/öncelik vermiştir. “Allah katında en sevimli amel hangisidir ?” formunda sorulan üç ayrı soruya, Hz. Peygamber’in verdiği üç ayrı cevabı görelim: “Allah yolunda cihaddır”; “vaktinde kılınan namazdır” ; “anne babaya iyiliktir.” Cevapların farklı oluşu, soruyu soranların, dolayısıyla da ihtiyaçlarının farklılığından kaynaklanmaktadır. Bu sünneti doğru okuduğumuzda, Afrika hizmet dosyamızdaki önceliklerimiz ile Türkiye’nin sahil kesimlerine götürceğimiz bir hizmeti, onunla da doğuda tatbik edeceğimiz bir başka çalışmanın önceliklerinin birbirinden farklı olması lazım geldiğini anlarız.

      Hedefimize gelince; hareket edebildiği sürece, her Müslüman şu iki alanda iş üretme gayesini taşımak durumundadır:

  1. AMEL ki, kulluk çarkının kişinin ömür sermayesi boyunca dönmesi anlamına gelir.
  2. ESER ki. Ruh bedenden ayrıldıktan sonra da, cari sevapların devam etmesi durumuna ve toplumun faydalanmasının kesintiye uğramadığı amellere denir. Kur’an-ı kerim bu tür amellere “eser” adını vermiştir.

Kurumsal olarak 30 yıllık hizmet hayatımız boyunca, amel etme ve eser bırakma mevzularını ikiz kardeş gibi algıladık. Yüce Allah, “onların yaptıklarını ve bıraktıkları eserlerini yazarız.” (Yasin, 12) buyruğunda geçmiş zaman kipi değil, geniş zaman kipi kullanmış ve “yazarız” buyurmuştur. Soruyorum size, şu an cisimleri toprak altında bulunan, ancak yaşarken çalışmalarda öncülük eden, fedakarlıkta bulunan nice kadeşlerimiz var. Ellerinde olmayan ecelleri sebebiyle hâlihazırda sirkülasyonu devam eden hizmetlerle bağlantılarının kesildiğini söylemek mümkün müdür? Elbette hayır, umulur ki yüce Allah kendilerinin amel defterlerini kapatmamıştır.

            Bu kaydı düştükten sonra, hedefleri şöyle taksim ettiğimizi belirtmeliyim;

  • KISA HEDEFLER: Güncel hadisleri kapsayan, aktüalite bağlantılı hedeflerdir.
  • ORTA HEDEFLER: Muayyen bir zaman ve mekâna bağlı olarak gelişen hedeflerdir.
  • UZUN HEDEFLER: Gayeye dayalı, zaman üstü, ömür sermayesini aşan hedeflerdir. Rasul-i Ekrem (s.a.v), hep bu cihetten hedeflere sahip olmuştur. Hizmet heyecanını kaybeden insanlar, günü birlik işlerle tatmin olmuşlarsa da; ömür sermayesinin dışına taşan, uzun vadeli hedefler belirleyen niceleri, ömürleri bunu görmeye vefa etmese de hedefledikleri güzelliklere nihai olarak kavuşurlar. Zaten “çalışmalarınızla elde edemediğiniz nice hizmetlere, niyetlerinizle kavuşacaksınız” hadisi de bunu müjdelemiyor mu bizlere?

İLKADIM : İslam dünyası’nın, ümmetin genel anlamda problemleri nelerdir?

            ABDULLAH BÜYÜK HOCAEFENDİ : Şunu peşinen belirtmek istiyorum ki, ben gidişattan ümitsiz değilim. Zira hem inanan bir insanın ümit içinde yaşaması üzerine farzdır; hem de vakıa hakikaten istikbal vaad edicidir. Çevrenize bir bakın Allah aşkına! Bir dönemler yaka silktiğimiz hizipçilik hastalığı, bugün yerini büyük ölçüde “biz” olup birleşerek icra ettiğimiz bir çalışmaya, siyah kardeşimize karşı ihmal edilmiş sorumluluğumuzu fark ettiğimiz bir faaliyete bırakmış durumdadır…

            Zaten âlem ölçeğinde böyle bir sürece girilmiştir. Tüm Müslüman ülkelere düşense bu hassas zemini çok iyi değerlendirmek ve kendi içinde yaşadığı hesaplaşmaları bir kenara bırakıp artık etrafında olup bitenleri de görmeye çalışmaktır. Genel çerçeveye bakacak olursak en acil ihtiyacın, zirveden aşağıya doğru barış zemininin tesisi olduğunu görürüz. Hudeybiye barışını fetih olarak gören İslam, küfrün önderlerini dahi, yolunu kaybetmiş bir insanlık yitiği olarak nazara almamızı istemektedir.

            Ancak bu umut dolu tabloyu pek tabii asırların biriktirdiği toz bulandırıyor. Devletler muvazenesinde ümmetin yıllarca süregelen hal-i pürmelali, yüzümüzü ittihada, uhuvvete dönsek de birden değişecek değildir. Bu noktada hem müşkilimizin ne olduğunu ve hem de ilacını içinde barındıran şu ayeti hatırlatmak istiyorum: “Eğer gerçekten inanmışsanız, (insanların) en üstünü (mutlaka) siz olursunuz.” (Al-i İmran,139) Bu ayeti, elimize sayı taşı alarak 99 kere çekmiş olsak, günler – gecelerce tekrar etsek, yine de bize bir faydası dokunmaz. İlgili ayetin bir de mefhum-u muhalifine bakalım: “ Eğer üstün değilseniz, imanınızda problem var demektir.” İşte bütün mesele burada meknûndur. Yapılan uluslar arası programlardan tutun da, yurt içindeki kutlamalara varıncaya kadar, günümüz Müslümanı binlerce konuşma dinliyor. Bunun yanında hizmetlerdeki aksaklıklar, kişisel hayatta yapılan yanlışlıklarsa olduğu gibi devam ediyor. Demek ki inancı yitirilmiş konuşmalar yapmak, konuşmacı hangi perdede maharet sergilerse sergilesin hiçbir şeyi değiştiremiyoruz. Ümmetin durumuyla ilgili sancı duyan herkesi, bu ayetle yüzleşmeye ve Hasan-ı Basri’nin şu sözüyle kendilerini test etmeye davet ediyorum. “İman, boş bir temenni ve kuru / süslü sözler değildir. İman, ancak kalpte karar kılan ve amelin tasdik ettiği şeydir”

 

İLKADIM : Ülkemizin ve insanlarımızın genel anlamda problemleri nelerdir? neler yapılabilir?

            ABDULLAH BÜYÜK HOCAEFENDİ : Böyle bir soruyu sorduğunuz için sizi tebrik ediyor, teşekkürlerimi sunuyorum. Çünkü ülkesinin sorunlarını kendi öz sorunu bilip, halkın karşısına basmakalıp ifadeler, içi boş sloganlarla çıkmayan, onları tanıyarak problemlerini teşhis etmek için emek veren insanlara çok ihtiyacımız var. Efendim, ülkemizde yaşayan insanların ayrıntılı olarak dine karşı yaklaşımları zaviyesinden haritalarının çıkarılması gerektiğine inanıyorum. Mesela kabataslak bir tahlilde bulunursak, ülkemizde yaşayan dine nisbetle farklı karakterdeki insan tiplerini şöyle sıralayabiliriz:

            Dinimizi toptan inkâr edenler; dinin tamamına inanan mü’minler; dinimize saygılı olanlar; dinimizle alay edenler; dinimizle afyon gibi algılayanlar / uyuşturucu bir unsur olarak görenler; dinimize ilave yapmak isteyenler; dinimizden çıkarma yapmak isteyenler; dinimizi yaşamayı yasaklayanlar; dinimizin yaşanmasını izne bağlamak isteyenler; dinimizin emirlerini birbirine karıştıranlar; dinimizi kamusal alana sokmayanlar; dinimizin bazı bölümlerine iman edip, bazı bölümlerini inkar edenler….

            Görüyorsunuz ya, bir solukta bu kadar bu kadar çok farklı kategoride yaklaşım ve bazı problemler tesbit ettik. Hepsi de farklı reçetelerle bekliyor. Şunu söyleyebilirim ki insanımızın sorunu ne olursa olsun çözüm için en önemli adım, yolda yürürken gördüğü Allah’ın razı olmadığı bir manzara karşısında yüreğinizin sızlaması, gözlerinizden iki damla yaş akmasıdır. Zira bu, sizin o kardeşinizi sahiplendiğiniz anlamına gelir. Zaten savunma güdüsü de,ancak sahiplenme bilincinin tekâmülü neticesinde ortaya çıkar. İnsan, sahiplendiğiz anlamına gelir. Zaten savunma de, ancak sahiplenme bilincinin tekâmülü neticesinde ortaya çıkar. İnsan, sahiplendiği hiçbir şeyin savunuculuğunu yapmaz. Sizce bir anne, çocuğunu neden canı pahasına savunur? Çünkü onu sahiplenmiştir. Bu bakımdan ülke insanının dertlerini sahiplenmeden, isabetli hizmetle ortaya koymamız da muhal gibidir.

            Öyle inanıyorum ki ülke Müslümanlarının muhabereli ve koordineli çalışmaları halinde, kader de onların muvaffakiyeti için hareketi geçecektir. Çözüm için gereken ilahî yardım, gelip yetiştirmek için karşısında bir araya gelmiş Müslümanlar görmeyi bekliyor. Derginiz vesilesiyle bir kez daha çağrımı yineliyorum; biz birbirimize ne kadar yakın olursak, Allah da bize o kadar yakın olur. Doğrudur, yüce Allah dilemedikçe problemlerimiz çözülmez, ama şart-ı âdi planında biz çalışmalarımızla irade beyanında bulunmazsak Allah da bunu dilemez. Unutmayalım, kulların birbiriyle irtibatı zayıfladığında, iradeleri ve zayıflamakta, Rabbimiz de bereketi çekip almaktadır.

İLKADIM : Cemaatlerin birbirlerine bakışlarında ve tavırlarında olması gerekenler nelerdir?

            ABDULLAH BÜYÜK HOCAEFENDİ : Cemaatlerin birbirlerine karşı tavırları kadar, fert planında bir insanın da cemaatlere bakışı masaya yatırılmaya değer. Bugün kendini ispatlamış temiz Müslümanların oluşturdukları kurumlar, çeşitli odaklarca hedef gösterilip, halkın teveccühünü ortadan kaldırmak için iftiralarla yıpratmaya çalışılıyor. İnanıyoruz ki her aklın ve selim fıtratın alkışlayacağı işler yapıldığını gören ülke insanı, bu oyuna gelmeyecektir. Modern hayatın dikte ettiği “cemaatleri sevmeme” ve “ben kendi kendime yeterim” hastalığı, günden güne artan sivil şuurlanma sayesinde inşallah tamamen ortadan kalkacaktır ümidindeyiz.

            İki ayrı cemaat mensubunun birbirine bakışlarına gelince; muhatabın kişisel özellikleri, statüsel kimliği, intisabı v.d. Müslüman kimliğinden önce düşünülemez. O, her şeyden önce “Müslümandır” ve bunun haricindeki tüm sıfatları ikincil planda olup, nisbeten muvakkattir. Tartışma konusu olmuş, cemaatler arasında kırmızı çizgiler çizilmesine sebep olmuş hususlarda tercihin ne olduğu, onu bağrınıza basıp aranıza almanıza engel olmamalıdır. Malum medyanın sıkça gündemimize taşıdığı üzerinde ihtilaf edilen mevzulardan, “kraldan fazla kralcı” kesilerek kendi cemaatinin bir hususla alakalı olarak ortaya koyduğu özgür tercihini mutabık olunması vacip bir meseleymiş gibi algılayıp, hissî yaklaşımlar sergileyen müntesiplere varıncaya kadar, muhatabıyla düşüncesi ters düşen herkese söylüyorum: dindaşımız olan her muhalif görüş sahibiyle ortak paydamız olan imanı öne çıkarmalı ve bu noktada birleşme sağlamalıyız. Ne yazık ki bunun tam tersini yapıp farklılıklara takıldığımız için, cemaatler arası diyalogu sağlamaya çalışsak da, bereket elde edemez hale geldik.

            Şunu çok kesin ifade ediyorum ki, bir mü’minin diğer bir mü’minle şu ikisinin dışında bir irtibatı olmaz: muhatabı dinini kamil manada yaşamaya gayret eden bir Müslüman’sa, ona destek verir, takviye olur; yok eksik ve kusurluysa, onu uyarır ve düzelmesi için uğraşır. Şu halde birbirinin ayağını kaydırmaya çalışmak, haklarını korumak şöyle dursun, zayıf dönemlerini ganimet bilip sonunu hazırlamak da nereden çıkıyor? Yüce Allah, “İncil’deki ( misalleri) vasıtasıyla da bir ekin gibidir ki filizini çıkarmış, derken onu kuvvetlenirmiş, derken kalınlaşmış, derken dalları gövdesi üzerinde bir düze istikamet almış, ekincilerin hoşuna gidiyor.” Bir ekin sapı yetmiş başak çıkarır. Bir ekin şapı bu kadar başağı taşıyabiliyorsa, bu ümmet gönlünde yetmiş cemaati taşıyamayacak mı? Şu halde birbirimize istifham ve sansürlerle yaklaşma hakkımız yoktur. Devlet planında olmasa da sadece cemaatle olarak sağlıklı bir tanışma süreci yaşayabilseydik, zannediyorum iki milyara yakın Müslüman’dan çok daya büyük ve uyumlu sesler yükselmesi kaçınılmaz olurdu.

            Bir kardeşiniz olarak, Zeki Soyak Hocamızı olduğu kadar, Gülen Hocamızı da, Onun kadar Osman Nuri Topbaş Hocamızı da bu millet için bir iftihar sebebi olarak görüyorum. İnancı ve ülkesi için çalışan herkesin haklarını gıyaben korumakla mükellef olduğuma inanıyor, bu inancımdan dolayı da hepsiyle irtibatımı en üst seviyede tutmaya çalışıyorum. Aynı zamanda herkesin hata edebileceğine inanmayı da bir vecibe olarak görüyorum. Gıybet kimin hakkında olursa olsun haramdır, ne var ki dikili ağacını göstermekte zorlanacağımız birinin ömrünü hizmete adamış ortak değerlerimize ve onların temsil ettiği çalışmalarına dil uzatması, tam bir cinayettir; o cemaatte bulunan herkesin özelde, tüm ümmetin de genelde hakkını gasp etmektir.

 

İLKADIM : Çalışmalarda modeller ve prensipler nasıl olmalıdır?

            ABDULLAH BÜYÜK HOCAEFENDİ : Anadolu’da filizlenmiş ehlinin, yine Anadolu’nun bir başka köşesine otağını kurmuş hizmette kardeşi olan bize, “çalışmalarda model nasıl olmalıdır” yollu bir soru sorması dahi, başlı başına mesafe kat ettiğimizin bir göstergesidir. Anadolu insanının ortaya koyduğu yapılanmalar, bütün Türkiye’ye model gösterilir hale gelmiştir. Demek ki artık model olacak her hareket, illa ki İstanbul menşeli olacak mantığı tarihe karışmış, ülkeye yön verecek işlere imza atmak için postu Bab-ı Âli’ye sermek gerekeceği kanaati yokluğa mahkûm olmuştur. Bugün bütün dünyanın önünde şapka çıkardığı takdir edilmesi hareketler, bir zamanlar tepeden bakılan taşra zemininde hayat bulmamış mıdır?

            Evet, bizim birbirimizden alacağımız çok güzel mesajlar, aktardığımızda muvaffakiyet getirecek çok birikimler ve yardımlaşarak kuşatabileceğimiz çok ufuklar mevcut. Bildiğiniz gibi özgün bakışımızda, dünyadaki sırat-ı mustakim/doğru yolun bittiği yerde, ahiretteki sırat köprüsü başlamış olur. Buna göre ahiret sıratından aşağı dökülenler, bu dünyada doğru yoldan sapan kimselerden başkaları değildir. İlgili hakikati ve hizmet seyrindeki ortaklığımızı daha iyi kavrayabilmek için, bu “yol” örneğimize ibret nazarıyla bakmanızı rica ediyorum. Şimdi düşünelim, yol üzerinde küçük – büyük her türlü araç ilerlemektedir. Beri taraftan ilerleyen muhtelif büyüklükteki bu araçların kimi sağdan, kimi soldan, kimi önden, kimi arkadan, kimi yavaş, kimi de sağ şeritten yavaş yavaş seyredene de, “hayırda önde gidenler” (fatır,32) ayetinin kapsamına girip hızlı gidene de, ebadı trafikteki bisiklet ya da kamyon kadar olana da, hülasa hepsine kucak açmalıyız. İdeal bir çalışmanın modelini ortaya koyacaksak, kaç kişiden oluştuğu, ne kadar insana ulaştığı gibi kemiyet bağlantılı hususları füruat olarak algılamalı, asıl olanın yoldan çıkmamak olduğuna kani olmalıyız.

            “Hayatları ve coğrafyaları mamur hale getirmek vazifesi” diyebileceğimiz “hilafet”in ifasında, en kısa yoldan model olacak bir şema ortaya koy deseniz, bu pek muazzez ve şerefli hizmetin altından kalkmak, ancak şu kuvvet merkezlerinin aktif olmasına bağlı olarak gerçekleşir derim:

  1. Derin ve köklü bir iman
  2. Mükemmel bir yapılanma/müessese
  3. Devamlılık arz eden bir çalışma

Prensiplerimizi belirlerken en başına, “transit, eğreti ve geçici amellerle değil; kalıcı, derin tesiri ve devamlılığı olan işlerle mindere indik” maddesini koymamız gerekiyor. Zira bu ülke halkı, başta heyecanla sahneye çıkarak kendilerine vaadlerde bulunan, sonra da saman alevi cinsinden birden gözden kaybolan çalışmalardan çok çekmiştir. İhtiyacımız olan değişim ve gelişim, ancak eylemimiz, sağlam bir köke ve inkıtası olmayan bir sürekliliğe sahip olduğunda yaşanılacaktır. Bizim için hizmet, kelime-i tevhid ve nikah sözleşmesi gibi hudut kabul etmez. Bildiğimiz gibi söz konusu işler, “şu kadar zaman için Müslüman olacağım, şu kadar zaman evli kalacağım” şeklinde bir düşünce ile başlatılmışsa, baştan batıl ve hükümsüz olur.

            Hizmet hayatımızda değişmez hassasiyetlerimizden biri de, ‘3T’ formülüdür. Bir hizmet ehli yetişip, onu başarıdan başarıya koşturmak, işte şu üç maddenin devreye girmesine bağlıdır: Taktik: Taktik vermek, bazı iç aşamalar ile gerçekleşir. Önce elemana hedef gösterilir. Ardından ifa edeceği hizmetin çeşidi, niceliği ve nasıllığı hakkında bilgi vererek, onu aydınlatmak gerekir. Bu yolla, çalışanın yüreğini de işine katması sağlanmalıdır. Zira kalbin olmadığı yerde beden -tabir-i caizse- patinaj yapacak ve ilerleme kaydedilemeyecektir. Takviye: Bu merhalede maddi ve manevi açıdan kuşatılan elemana, ciddi bir motivasyon yaşatılmalıdır. Plan ve projeler paylaşılmalı, bunların büyük bir disiplin içinde gerçekleştirilmesi sağlanmalıdır. Çalışanın, ilmi, imani, kalbi ve bendeni hayatı bu takviyeden hissesine düşeni almamalıdır. Başarı sayılabilecek güzel gelişmelerdir. Takip: Denetleme ve teftiş yapmaktır ki; taktik verilip, takviye edilen elemanın çalışmasının seyrini gözden geçirme aşamasıdır.

            “Hadim olmayan hakim olamaz” düsturu, vahyi insanların sinelerine duyurma derdi taşıyanların temel ilkesi olmalı, bunun bir adım ötesinde de galibiyet yahut mağlubiyet neticelerine hazırlıklı olunmalıdır. Yaşamımız boyunca mağlubiyet ve galibiyet günleri dönüşümlü olarak bize uğrayacaktır. Bu hakikati unutmamalı ve her yenilgi karşısında, zafer günlerini kendimize hatırlatmalı, geriye dönmeyi aklımıza bile getirmemeliyiz. Zira hizmet hayatında karşılaşılan yenilgilere geri adım atmak, yüce Allah’ın elinde, sadece mağlubiyet günlerinin olduğu iftirasında bulunmak anlamına gelir. Evet gördüğünüz gibi çok dikkatli adım atmak gerekiyor.

            Son olarak şunları ifade edebilirim: kelime-i tevhid bir nurdur ve bir ışıktır. Bu hakikatin yansımasıyla vücud bulan hizmetler, çalışmalarını vahiy ile temellendirerek, yapılan etkinliğin meşruiyetini ölçme niyetiyle yöneltilecek “delilin nedir?” sualini bihakkın yanıtlayabilecek türden işlere imza atmak mecburiyetindedirler. Ne var ki çalışmalarımız hizmet düşüncesiyle bidayet bulduğu halde, batı patentli ideolojilerin tarumarına uğrar, açılım ve gelişimlerini kitap ve sünnete dayandıramazlarsa, hakiki siretlerinden sapmış boş uğraşılar olmaktan öteye gidemezler.

 

İLKADIM : Ümmetin günümüzde sizce en önemli sıkıntısı nedir?

            ABDULLAH BÜYÜK HOCAEFENDİ : Bu sorunuza direkt olarak cevap vermek yerine, sözü asıl sahibine, Efendimiz (s.a.v)’e bırakmak istiyorum: “İçinizden iki sarhoşluk ortaya çıkmadıkça Allah’ın gönderdiği hak din üzerinde olursunuz. Bunlardan biri cehalet sarhoşluğu, diğeri de dünyaya aşırı düşkünlüktür.” (Mecmaü’z-Zevaid. 7:271) Sevgili Rasulümüz, ortaya çıkan tüm pürüzlerin, son tahlilde yalnız iki saikla açıklanabileceğini ihbar ediyor: “Cehalet sorunu ve dünyevileşme/sekülerleşme sorunu…” Bu bakımdan ümmetin tanzim edilmek istenen dini yaşamını tahlil eder, zikzaklar çizmesine sebep olan etkenlerini araştırırken; araz nevinden olan zahiri sebepleri değil, cevher statüsündeki bu iki temel hususu mercek altına almakta fayda vardır. Zira bu beyan, tüm zamanlardaki din eksenli problemlerin arka bahçesini deşifre eden muhbir-i Sadık(s.a.v)’e aittir.

            Konuya insanlık tarihinin şehadeti penceresinden bakarsak, tüm toplumlar için dört büyük düşman olduğunu görürüz: Bilgisiz, dinsizlik, fakirlik ve hastalık… aslında yukarıda verdiğimiz nebevi tesbitle birebir uyuşan bu teşhisin de çaresi farklı değil. Evet, tüm bu virüslerin tek bir panzehiri var, o da ‘ilimle aydınlanmak.” Çünkü seküler toplumun güdümünden çıkmak da, dinsizliğin pençesinden kurtulmak da, sıhhatini bir emanet olarak muhafaza edip çalışan bir topluma dönüşerek ekonomik olarak kalkınmak da, doğru adreslerden ilim tahsil etmekle mümkündür. Aman sözümüz ilmin ayağa düştüğü, hayatla iç içe âlimlerin ise kaf dağının ardına gizlendiği zamanımızda yanlış anlaşılmasın. Amelsiz ilme dinimizin bakış  açısı, bugün ümmetin tedaviye muhtaç en büyük hastalığına isim olmuştur: “Amelî münafıklık…”

 

İLKADIM : Ümmet bilincini oluşturmak için teklifleriniz nelerdir?

            ABDULLAH BÜYÜK HOCAEFENDİ : Bildiğiniz gibi Hz. Muhammed (s.a.v)’in mayası, muhabbettir. Sevgi harca benzer. Duvarlar tuğlalarla örülüyorsa, tuğlaları üst üste tutan da aradaki harçtır. Şu halde her Müslüman da kendi statü ve düzeyine uygun bir sevgi mayasıyla ümmete eklemlenmelidir ki bu muhabbet, insanı mıknatıs gibi çekici hale getiren yegane unsurdur. Hayat bulma serüvenimizin ilk başladığı yer olan rahim dershanesi, merhamet ve meveddetle / sevgiyle müzeyyen bir yapıdır. Dokuz ay boyunca bu sevgi ortamında yetişen çocuk, sonunda dünyaya gelmektedir. Demek ki sevgisiz çocuk doğmaz. O halde iki mü’minin bir arada durup, ortak bir iş çıkarabilmeleri için, mantıksal gerekçeleri ve müşterek menfaatlerinden başka bir tutkala daha ihtiyaç duyulur; muhabbet… Harç varken yıllara meydan okuyan onlarca tuğlanın, harç aradan çekildiğinde beşi dahi üst üste duramaz ve yıkılır.

            Bunları söylüyorum, çünkü henüz küçük ölçekte gerçekte gerçekleştiremediğimiz nitelikli ve şuurlu beraberliği, makro planda yani ümmet ölçeğinde gerçekleştirebileceğimiz vehmini taşımak, boş bir kuruntu olmaz mı? Biz burada koca bir ümmet vücudundan bahsederken, bir araya gelen bir avuç Müslüman, çok geçmeden yükselen kavga ve gürültü sesleriyle yollarını ayırıyor. Bizim sorunumuz, harçsız duvar örmeye çalışmamızdadır. Efendim, tekrar ediyorum, muhabbet, münasebetin sigortasıdır. Şu halda bu ümmetin her bir ferdi, namazı, hizmeti, ailesi, eğitim hayatı ve nihayet Allah ve Peygamberiyle arasında bir sevgi olup olmadığını denetlemek mecburiyetindedir.

            Hiçbir şeyin yerli yerinde durmadığı dünyada, her şeyin yerini bulduğu İslam’ın yaşanması, tahrif olmuş zihin ve yüreklerin, hak dine kâmil manada inanması, şuurun yolunu bilmeyen insanların şuurlu bir ümmet olması mümkün gözükmemektedir. Bu sebeple işe çürümenin başladığı yerden, pınarın kirlendiği kaynaktan başlamalı, doğruyu bile eğri gösteren bozuk düşünce ve çarpık kavrayışları ıslah etmekle yolu koyulmalıdır. Hep söylerim, bataklığı kurutmadan sinek avlamak beyhudedir. Evvela sinek üreten bataklığı kurutmamız icap etmektedir.

            Son olarak meseleye bir de şu boyutuyla bakmanızı istirham edeceğim: Bulut sebeptir; Müslüman, Rabbinin bulutsuz da yağmur yağdırabileceğine, ancak rahmeti sebebiyle bulut vesilesini halk ettiğine inanır. Aynen böyle de inanır ki, adı-vasfı ne olursa olsun, kişiler Allah’ın dinine hizmette birer sebep olmaktan öteye gidemezler. Bu sebeplerin bir araya gelmesi işe başta da işaret ettiğimiz “hizmetlerde ortaklık” anlayışını oluşturur. Şayet Allah’ın, dininin yeniden ruhlara duyurulmasında kullanacağı bir araç- gereç olma sevdamız varsa, ümmetin dağılmış kalplerini bir arada görme arzumuz bulunuyorsa, bizden önce bu mefkûreye gönül verenlerin fedakârane duruşlarını asla göz ardı edemeyiz. Birileri canını ortaya koyarak ümmet bilincine katkıda bulunmuşken, yüce Allah’ın, ümmeti kâh doğal afetler, kâh rahmet kamçılarıyla uyandırıp buluşturmak istediği böyle bir zaman diliminde, tüm varımızı ortaya koyarak daha çok çalışmalıyız.

Akıbet muttakilerindir…

 

İLKADIM : Sizin eklemek istedikleriniz varsa alabilirmiyiz?

            ABDULLAH BÜYÜK HOCAEFENDİ : Tüm İlkadım ekibine ve bu hizmete gönül vermiş kardeşlerime teşekkür ediyor, yüce Allah’tan muvaffakiyetler niyaz ediyorum.

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.