Bile Yazdım Adın ile Adımı

“Muhammed, Allah’ın Rasulüdür.” (Fetih, 29)
Rabbimizin, kullarına Rasuller ve nebiler göndermesi büyük bir lütfudur. Fakat ümmetlerin çoğu bu lütfun kadrü kıymetini bilmemiş, gerektiği şekilde istifade edememişlerdir. Onları alaya almışlar, incitmişler, hakaret etmişler, yalanlamışlar, inkâr etmişler, sürgün etmişler, bir kısmını da katletmişlerdir.
“Muhammed, Allahın Rasulü ve nebilerin sonuncusudur.”(Ahzab, 40)
Netice itibariyle de Rasulü Muhammed sallalahu aleyhi ve sellem Efendimizi, âlemlere rahmet ve nebilerin sonuncusu olarak göndermiştir.
“Senden önce de ancak, kendilerine vahyettiğimiz birtakım erkekleri peygamber olarak gönderdik. Eğer bilmiyorsanız ilim sahiplerine sorun.” (Nahl, 43)
Rabbimiz, Adem a.s dan Muhammed sallalahu aleyhi ve sellem Efendimize gelinceye kadar bir çok Rasulleri ve Nebileri peygamber olarak seçip göndermiştir.
“Ben seni seçtim. Şimdi vahyolunacak şeyleri dinle.” (Ta’ha, 13)
Rabbimiz, kullarına vahyini nasıl ulaştırdığını da haber vermektedir:
“Allah bir insanla ancak vahiy yoluyla yahut perde arkasından konuşur. Yahut bir elçi gönderip, izniyle ona dilediğini vahyeder.” (Şura, 51)
Niçin gönderdiğini de:
“And olsun, Allah, mü’minlere kendi içlerinden; onlara ayetlerini okuyan, onları arıtıp temiz yapan, onlara kitap ve hikmeti öğreten bir peygamber göndermekle büyük bir lütufta bulunmuştur. Oysa onlar, daha önce apaçık bir sapıklık içinde idiler.”( Al’i İmran, 164)
Peygamberlerin misyonunu kavrayanların tavrı şu olmuştur:
“Rabbimiz! Senin indirdiğine iman ettik ve peygambere uyduk. Artık bizi şahitlik edenlerle beraber yaz.” (Al-i İmran, 53)
İsyan edenlerin akıbeti ise bu:
“Kim de Allaha ve peygamberine isyan eder ve onun koyduğu sınırları aşarsa, Allah onu ebedi kalacağı cehennem ateşine sokar.” (Nisa, 14)
Peygambere isyanın akıbeti ateş olursa, Peygamberi inkârın akıbeti ne olur acaba?
Rabbimiz, kendisine iman, sevgi ve itaati emredip; isyan, inkâr ve düşmanlığı yasakladığı gibi, Rasulü Muhammed sallalahu aleyhi vesellem Efendimize de iman, sevgi ve itaati emir; inkâr isyan ve düşmanlığı da yasaklamıştır. Rabbimiz, kendine iman, sevgi ve İtaati, Rasulüne iman, sevgi ve itaate denk tutmuş, Rasulüne, isyan, inkâr ve düşmanlığı da kendine, isyan, inkâr ve düşmanlığa denk tutmuştur:
“De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın.” (Al-i İmran, 31)
“Allah’a ve peygambere itaat edin ki size merhamet edilsin.” (Al-i İmran, 132)
“Kim Peygambere itaat ederse, Allah’a itaat etmiş olur.” (Nisa, 80)
“Allah’a ve peygambere düşman olanlar var ya, işte onlar en aşağı kimselerin arasındadırlar.” (Mücadele, 20)
“Ey Muhammed! Biz çok iyi biliyoruz ki söyledikleri elbette seni incitiyor. Onlar gerçekte seni yalanlamıyorlar; fakat o zalimler Allah’ın ayetlerini inadına inkâr ediyorlar.” (En’am, 33)
Bu ve benzeri pek çok ilahî ikaz ve uyarılara rağmen, geçmişte ve günümüzde, Allah ve Rasulünün arasını açma, Rasulü ile mucizelerin arasını açma çalışmaları yapılmış ve yapılmaya da devam etmektedir. Bunların amacı İslam’ı tahriftir. Bunları geçmişte başlatanlar, kâfir ve münafıklar, günümüzde ise müsteşrikler ve onların bilerek veya bilmeyerek dümen suyuna kapılan kimselerdir:
“Allah’a inanıp peygambere inanmayarak ayırım yapmak isteyenler, ‘Kimine inanır, kimini inkâr ederiz’ diyenler ve böylece bu ikisini arasında bir yol tutmak isteyenler var ya; İşte onlar gerçekten kâfirlerdir.” (Nisa, 150-151)
Rabbimiz pek çok ayeti celilesinde adını Muhammed sallalahu aleyhi ve sellem Efendimizin adı ile birlikte zikrederken, Rab ile Rasulünün arasını ayırmak kimin haddine. Kâfirleri, münafıkları anladık da, bazı Müslümanlara ne oluyor ki Müslüman’ım diyenleri cennete sokmayı başarmışlar gibi, Yahudi ve Hıristiyanları cennette koyma gayretindeler. Cennet kimsenin tekelinde değildir. Rabbimiz, kullarının hepsine hidayet nasip etsin de herkes cennete girsin. Rabbimizin ve Rasulünün açık hükümlerini zorlamak çok tehlikelidir.
Yine bazı Müslümanlara ne oluyor ki Süleyman a.s, Musa a.s, İsa a.s ve diğer peygamberlerin mucizelerinden açıkça bahsedilirken “Muhammed sallalahu aleyhi ve sellem Efendimizin Kur’an’dan başka mucizesi yoktur” diye diretmektedirler. Kur’an’da pek çok peygamberin mucizelerinden bahsedilirken, mucizeler de insanların peygamberlere imanını kolaylaştıran, Rabbimizden bir lütuf iken, (Musa a.s mucizelerini gören sihirbazların imanı gibi) peygamber Efendimizi mucizelerden mahrum etmeye çalışmak, kimlerin oyunu acaba?
“Ezher âlimlerinden birkaç hoca, bir gün Mustafa Sabri Efendiyi ziyarete gelmişler. Geliş sebeplerini de şöyle açıklamışlar:
‘Efendim, bilirsiniz, vaktiyle Maarif Bakanlığı da yapmış olan, son günlerde de Ayan Meclisi Reisliğinde bulunan Muhammed Heykel Paşa ‘Hayat-ı Muhammed’ adıyla bir kitap yazdı. Kendisi Fransa’da okuduğu için, Fransız yazarlarından aynı isimle yazıp yayınladığı bir eserin tesirinde kalarak bu kitabı yazıp yayınladığı söyleniyor. Paşa bu kitabında mucizeleri inkâr ediyor. Hepsini bir şekilde tevil ederek, açıklamaya çalışıyor. Peygamberin Kur’an’dan başka mucizeye ihtiyacı olmadığını yazıyor.’
Ezher uleması, Heykel Paşa’nın bu kitabına bir cevap yazması için, Mustafa Sabri Efendi’den yardım istemişler. Mustafa Sabri Efendi, bu müracaat üzerine, kitabı tenkit etti. Cevabını yazdı. Mustafa Sabri Efendi’nin, mucizeleri inkâr edenlere karşı bu kitabını yayınlayacağı sırada, Mısır’ın büyük yazarlarından, Muhammed Abbas el Akkad ‘Muhammed’in Davasının Büyüklüğü’ adıyla bir kitap çıkarmıştı.
Hoca efendi şöyle yazmıştı:
‘Kitabı okudum, Yalnız Üstad Akkad’a, eğer kimse şu suali sormamışsa, ben soracağım ve cevabını da kendisinden beklerim:
Kur’an-ı Kerim, Muhammed Mustafa’nın kendi sözü müdür; yoksa Allah tarafından gelmiş bir vahiy midir?
(Eğer Allah tarafından, Cebrail vasıtasıyla gelen ve gönderilen bir şey ise) bu kabul modern zihniyetlerin, pozitivistlerin, mucizeleri inkâr edenlerin fikir ve inançlarıyla nasıl bağdaşacak?
Mucizeleri, tabiat kanunlarına aykırı bularak ve Hazreti Peygamberin çok zeki ve dahi oluşuyla açıklayarak, tevil, red ve inkâr edenler buna ne diyecekler? En büyük gayb âlemiyle bu alaka, ittisal nasıl izah edilecek? Eğer Kur’an-ı Kerim, gözle görülmeyen bir Allah tarafından, gözle görülmeyen bir melek, Cibril vasıtasıyla, gözle görülmez ve başkası tarafından kulakla duyulmaz bir şekilde, Muhammed Mustafa’ya vahyedilen ilahî bir kelam olarak kabul ediliyorsa, asıl bu inanç, tabiat kanunlarına aykırı değil mi?
Kur’an-ı Kerimin tabiat kanunlarına aykırı, büyük ilahî bir mucize olduğu kabul ediliyorsa, diğer mucizelerin kabahati ne? Onlar, Kur’an-ı Kerimin vahyolunması mucizesinden daha inanılmaz, tabiat kanunları denilen maddî dünya kanunlarına daha fazla aykırı değiller ki!
O zaman Muhammed Mustafa’nın peygamber olarak Kur’an’dan başka mucizesi yok, demenin manası kalır mı?
Ama böyle değil de, Kur’an’ı Muhammed Mustafa’nın kendi sözüdür diye kabul edip:
‘Muhammed bunları kendi söylemiştir; mucize değildir; kendi söylediği için, Kur’an’ın ortaya çıkışı, tabiat kanunlarına aykırı değildir; kendi söylediği sözlerini Allah’a isnad edip, Allah’tan vahiy aldım demektedir’ diyorsanız; o zaman şu ayete ne dersiniz?
‘Kendine vahiy gelmediği halde, bu kitap bana vahyedilmiştir, diyenden daha zalim kim olabilir? Bu insan yalancıların en büyüğüdür!’
Böyle düşünen, yazan ve söyleyenler, Rasul-i Ekrem’in mucizelerini inkâr etmek için dahi olduğunu ileri sürmeleri gibi, bu sefer de Kur’an’ın mucizeliğini inkâr için Peygamber’i Zişan’a yalancılık mı izafe ediyorlar?’
Mustafa Sabri Efendi, inandığı gibi yaşayan bir insandı. Hak bildiği davasına, her şeyini feda etmeye hazırdı ve bunu defalarca yapmıştı.
Bu halini altı sene hayranlıkla müşahede ettim; gözümle gördüm. Allah ve Rasulünün emirleri uğrunda her şeyi göze almış, samimi, civanmert, cömert, sadık bir insandı. Hasımlarıyla yaptığı yazı münakaşaları, müdafaaları da böyleydi. Sadece doğruyu, doğru olarak söylerdi. Mehmet Akif Bey’in:
‘Sözüm odun gibi olsun, hakikat olsun tek!’
Dediği gibiydi.” (Ali Ulvi Kurucu, Hatıralar 2, sayfa 99)