MEFKURE- Helal Lokma

Her Müslüman, vücudunda bulunan üç merkezi çok iyi bir şekilde muhafaza etmek durumundadır. Aksi takdirde vücudun diğer azalarını da muhafaza edemeyiz ve böylece nefsin ve şeytanın zebunu olabiliriz. Allahümmahfazna! Bu merkezler kalp, beyin ve midedir.
Kalp; iman, niyet ve ahlakın merkezidir. Düşünün bir kere, kalbi muhafaza etmek ne kadar mühim bir şeydir. Kalbini muhafaza edemeyen bir Müslümanın hâli nice olur.
Beyin ise bütün organlarımızı kontrol altında bulunduran, herhangi bir organımızda ufacık bir hareket olsa ondan haberdar olan ve duruma göre tepki gösteren ayrı bir merkezimiz ki onu korumak için dış sadmelerden, lüzumsuz lakırdılardan, muhal şeyleri düşünmekten sarf-ı nazar etmemiz gerekir.
Midemize gelince, midemiz direkt olarak vücudun beslenmesi ile ilgisi olan bir merkezdir. Midemizi ifsat edici her türlü davranıştan, aşırılıktan ya da cimrilikten sakınmalıyız. Çünkü midemizde hazmolunan bütün gıdalar kana karışmakta, böylece vücudumuzun bütün bölgelerine yayılmaktadır.
Şayet bu gıdalar helal gıda olur, helal bir lokma olarak midemize girerse o zaman bu gıdalar bizler için bir nur olur, bir güç olur. Aksi takdirde mânevî hayatımızda zulümatlar oluşturduğu gibi nice nice kötülükler düşünmeye, düşündüğümüz bu kötülükleri yapmak için teşebbüsler etmeye ve hatta yapmaya bile götürebilir.
Ecdadımız az yer, az uyur, az konuşur, çok ibadet eder, zikreder, Allah yolunda cihad ederlermiş. Hatta günde iki kereden fazla yemezler; haramdan, haram lokmadan şiddetle kaçındıkları gibi, şüpheli gördükleri yani helal mi haram mı olduğu hakkında şüphe ettikleri yiyecek ve içeceklerden de sarf-ı nazar ederlermiş.
Ya bizler ne yapıyoruz? Maalesef nereden kazandığımıza, ne yiyip içtiğimize dikkat etmiyoruz. Yalnız kendimiz için değil, aile efradımız için de aynı duyarsızlığı göstermekteyiz. Sonra da ailemizin ve çocuklarımızın bazı davranışlarından, serkeşliklerinden şikâyette bulunuyoruz. Diğer taraftan bir aile reisi olarak bize tevdî edilen vazifeleri de ihmal etmiş, yerine getirmemiş ve böylece Rabbimize isyan etmiş, O’nun bunca nimetlerine karşı şükür vazifemizi îfâ etmemiş, nankörlük, hainlik yapmış oluyoruz. Allahümmahfazna!
Zamanımızda çok güzel bir şekilde ambalajlanmış, albenili gıda maddelerine çok dikkat etmemiz gerekmektedir. Bir gıdanın ambalaja girmesi, içine katkı maddelerinin katılması onu otomatik olarak helal kılmaz. Elbette Allah’ın hükmü dün ne ise bugün de odur. Kıyamete kadar da öyle olacaktır. Gıdaların içeriğine, katkı maddelerine ve nasıl üretildiklerine dikkat etmek gerekir.
Bizim burada dikkat etmemiz gereken husus, yiyecek ve içeceklerimizin genlerinin değiştirilmesi, çeşitli ilaçlarla müdahale ederek gıdalarımızın aslının bozulmasıdır. Büyük ölçüde bu durum daha çok verim almak hem de kısa zamanda almak, çok para kazanmak hırsından doğmaktadır.
Bu ilaçlarla, hormonlarla kısa zamanda yetiştirilen sebze ve meyveler de çeşit çeşit hastalıklara sebep teşkil etmektedir. Bu durumda gıda maddelerini yetiştiren, ambalajlayıp pazarlayanlar ile bu maddeleri tüketenler arasında bir hukuk, bir hak meydana gelmektedir. İslam’da bunun çok büyük bir yeri vardır. O hukuk KUL HAKKIDIR.
Allah Teâlâ, gizli-açık yaptığımız günahları affetmekte, bağışlamakta ya da affetmeyip azap etmektedir. Elbette bu durum bizim için meçhuldür.
Yarın kıyamet günü af mı olunacağız ya da affedilmeyip azap mı olunacağız, Rabbimiz bilir. Ancak biz müminler ümit kapısını asla ve asla hiçbir zaman, hiçbir şartta kapatamayız. Çünkü bunun böyle olmasını Rabbimiz istemektedir.
“Ey müminler! Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyiniz” (Zümer 39/53) buyurulmaktadır. Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyeceğiz ama O’na karşı kulluk borcumuzu da asla ve asla ihmal etmeyeceğiz.
Gıdaların genleriyle oynayarak, hormonlar ve ilaçlar kullanarak ürün üretenler, eğer bu ürettikleri ile çeşitli hastalıklara, insan vücudunda zararlara neden oluyorlarsa, bu ürünleri tüketen herkesin hakkı bunların üzerine geçmektedir.
Kul hakkı öyle bir haktır ki, hak sahibi karşı tarafa hakkını helal etmedikçe, Allah Teâlâ da o kimseyi affetmemektedir. Artık varın siz bir Müslüman için gıda üretiminin ne kadar mühim bir şey olduğunu görünüz. Bütün tüketicilerle helalleşmek hemen hemen imkânsız olduğu için her üretici ürettiği ürünlere çok dikkat etmek mecburiyetindedir.
İslam dininde hangi gıdaların yenilip içileceği hususunda ise kati naslar vardır. Gerek Kur’an-ı Kerim’de gerekse hadis-i şeriflerde bu hususlar teker teker tâdat edilmiştir. Çarşı-pazar dolaşıp yiyecek ve içecek alırken bu hususlarda çok dikkatli olmamız lazımdır.
Mesela domuz eti: İslam dininde onun etini yemek, sütünü içmek, derisini kullanmak kati olarak haram kılınmış olduğu halde, başta İstanbul olmak üzere, bir kısım Anadolu şehirlerimizde de domuz çiftlikleri kurulmuş ve hâlâ kurulmaya da devam etmektedir.
İlgililer bu pervasızlığa, Müslüman mahallelerinde salyangoz satmaya son verecek icraatlara vakit geçirmeden başlamalıdırlar.
Görüldüğü gibi Müslüman her zaman ve her yerde, her şartta uyanık olmak, firasetle, basiretle hareket etmek mecburiyetindedir. Yoksa her köşe başında gözü dönmüş, eli bıçaklı bir eşkıya beklemekte, az bir gafletimizi bulup bizim değerlerimizi yok etmek için fırsat kollamaktadır.
Başka bir deyişle her bir köşede bir hırsız beklemekte, bir anlık gafletimizden istifade ederek bütün değerlerimizi bizden çalıp götürmek ve bizi bu değerlerden mahrum etmek istemektedir. Şimdi burada Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellemin şu duasını nasıl hatırlamazsınız?
“Allah’ım, senin rahmetini istiyorum. Beni bir lâhza nefsime terk etme ve benim her halimi düzelt, senden başka ilâh yoktur”[1]
Evet, bir anlık gaflet… O gaflet hâlinde ne olacağı asla belli olmaz.
Yüce Rabbimiz bizlere şuur, idrak, firaset ve basiret lütfetsin; gafletten, isyandan, tuğyandan bizleri muhafaza buyursun.
ÂMİN YA MUÎN!
[1] Buhârî, el-Edebü’l-Müfred, 1/244, H. No:701; Ebû Dâvud, Edeb 110;