İnsan Hakları Ama Evrensel Olmayan Beyannamesi

İnsan Hakları Ama Evrensel Olmayan Beyannamesi

 

2. Dünya Savaşı bittikten sonra Naziler sorgulanmaya başlıyor. Tabi içlerinde insanlar üzerinde acımasızca deneyler yapan doktorlar da var. Bu doktorlar savunma yaparken kendilerinin hangi yasaya göre yargılandığını soruyorlar. Gerçekten de bu doktorların deneylerinin suç olarak tanımlanacağı bir yasa o tarihte mevcut değildi. Bu sürecin devamında Almanya’da toplanan bir heyet tıbbi deneylerin yasal sınırlarını belirliyor. Günümüz tıbbi deneylerinin ahlaki kriterlere uygunluğunu başlatan sürecin bu yönü çok ilginçtir. Edebi edepsizden öğrendim denir ya tam da böyle bir olayla karşı karşıyayız. Adamlar tıp adına tarihteki en büyük vahşeti ortaya koyduktan sonra bize en ufak bir hata dahi yapamayacağımız kuralları koymuşlar.

Diğer yandan İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi de benzer bir hikâyeye sahip. Yine 2. Dünya Savaşı’nda uyguladıkları insan hakkı ihlalleri o kadar uç noktalara çıkmış ki bunu da kurallara bağlama zorunluluğu hissetmişler.

Aslında tarihte buna benzer hangi toplumsal sözleşmeyi incelersek inceleyelim öncesinde o konuyla ilgili en kötü durumla karşılaşırız. Bu duygusal olarak baktığımızda bir tutarsızlık gibi görünse de gerçekçi olarak yaklaştığımızda gayet makul bir durum olduğunu anlıyoruz. Sonuçta insanlar yaşadıkları acı tecrübelerden dersler çıkartmış. Buna giden süreci de bizzat tecrübe ettikleri için tüm yolları kapatma çabaları da gayet anlaşılabilir.

Gerçekten de bu tarz toplumsal sözleşmeler ilk muhataplarına yepyeni bir hayat sayfası açma noktasında gayet başarılılar. Acısını bizzat çekmiş toplumlar kendi karakterlerine de uygun bir şekilde ürettikleri bu çözümlerden fazlası ile istifade etmişler. Bugün batıdaki hayata baktığımızda bu kuralların kendi içlerinde gayet işlevsel ve uygulanabilir olduğunu da görüyoruz. Mesela bir batı ülkesine giden vatandaşımızın en çok hayran kaldığı noktalardan biri bu kurallar oluyor.  

İnsan hakları konusu açılınca batıdaki uygulamaları çok eleştirmeyiz ama bize karşı çifte standart uygulandığını da belirtmeden edemeyiz. İçinde evrensel kavramı geçtiği için aynı kuralların bize karşı tavırlarında da işlemesini bekliyoruz ama tam tersi bir tavırla muhatap oluyoruz. Diğer yandan beyanname tam uygulansa yine ciddi sıkıntılar bizi bekliyor. Bir Avrupalı için kendi inandığı dünya görüşüyle örtüşen bazı kurallar bizim inançlarımızla aynı oranda örtüşmüyor. İşte bu iki sebeple kendi içlerinde çözüm kaynağı olan beyanname dünyanın geri kalanıyla olan ilişkilerinde ciddi sıkıntılar doğuruyor.

20. yüzyılın sonuna doğru İslam ülkeleri bu sorunun çözümü için Kahire’de bir araya gelip İslam’a uygun yeni bir insan hakları beyannamesi metni hazırlıyorlar. Sorun doğru tespit edilmiş olsa da ortaya konan metin çözüm olmaktan çok uzak. Adeta mevcut beyanname olduğu gibi alınıp bazı yerlerine şeriata ya da mevcut devletlerin kanunlarına uygun olma şartıyla diye bir ibare koymaktan öteye gidememiş. Yani bir acının, tecrübenin ürünü değil de daha çok beyin fırtınası ürünü gibi olmuş. Zaten sonraki süreçte hayatımızın hiçbir alanında bu metne atıfta bulunarak bir çözüm arayışı içine girmemişiz. Sadece devletler düzeyinde iki beyannameyi de kabul edenler hukuki olarak yeni bir çıkmaza sahip olmuşlar.

Yazının başında bahsettiğimiz sözleşmelerin başarılı olması için gerekli olan iki şartı hatırlayalım. İhtiyacımız olan kendi toplumsal travmalarımıza, eksikliklerimize ve tecrübelerimize dayanarak yine kendi kültürümüz ve inançlarımızla uyumlu çözümler üretebilmek. Bunun dışında adı evrensel olan ithal çözümler ya da beyin fırtınası ürünü çözümler yeni sorunlar üretmekten öteye geçemiyor.

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.