MACERADAN MAVERAYA – Ben Böyle Bir Vahşet Görmedim!

Yürü servi revanım,
İpekyolu’nun bir damarı Ulu yol üzerinden sırlar dolu Sulusaray’a / hayat ve medeniyetin buluştuğu beldeye gidelim. Surla çevrili sit alanından Gavur kalesine uzanalım. Kabak köydeki geçmiş medeniyete ait künk hattı içinden çağlar boyu akıp giden kekre sudan içerek Gülşehir – Açık Saray’a selam verelim. Nar köyünden Çat vadisine seyredelim. Ağcadam’dan Karacaören’e uzanan mağaraya dalalım. Kızılırmak’a komşu mümbit arazilerden gezerek Avanos’a açılalım. Fadime Ana çeşmesi etrafında medfun Özbek Türklerinin mezarında yatan kasabanın kurucuları ecdadın üzerine birer Fatiha okuyalım. Tokat ilinin de Sulusaray isminde bir ilçesi olduğunu biliyorum. Lakin enva-i çeşit üzüm bağlarıyla, ortasından geçen dere kenarından Kızılırmak’a kadar uzanan yeşilliği ile meşhur, içimi tatlı ve bol suyuyla ben böyle şirin bir kasaba görmedim. Ömrümde ben böyle renkli bir rüya görmedim.
Sultan Alaattin Mahallesi Mareşal Fevzi Çakmak Caddesi üzerindeyim. Gözümü açtım ve etrafıma baktım, bir kemer evdeyim. İstiklal Harbi madalyasına sahip merhum Gazi dedemin adını bana koymuşlar. Torunlarını gözbebeği gibi koruyan, onları dolabında misafirleri için sakladığı kırmızı kuşaklı akide şekerleri ile besleyen, gülünce elmacık kemikleri Amasya elması gibi kızaran, on yıl süren askerlik hizmetinin 40 ayını İngilizlerin elinde Hindistan’ın Bombay şehrinde esir olarak geçirdiği halde düşmana pes etmeyen, iki harar karpuz yükünü ata tek başına çatabilen atik, çevik ve cesur Hamdi Çavuş gibi ben böyle yiğit bir dede görmedim.
Nasreddin Hoca misali bizi eğitip öğreten, iri elmalardan soyarak yaptığı develerle bizi besleyen, hatıralarını okuyucularımla paylaştığım ümmi mürşidim Mustafa dedem de öyle idi. Osmanlı Ordusu’nun Filistin cephesi gazilerinden Kolağası İbrahim’in torunu ve Çanakkale şehitlerinden Molla Mehmed’in üç yetim ve öksüz oğlundan biridir. Öğrencilik yıllarında bana ettiği dua ve manevi desteklerini unutamadığım Safiye anam, Rıza Efendi’nin kerimesidir. Nazife anam da Yemen’de şehit olan meçhul askerlerden Hacı Ali’nin masum üç kızından biridir. Herkesin ceddinin ve neslinin elbette kendine özel bir değeri vardır. Amma Allah dostu, peygamber aşığı, akraba canlısı, vatan sevdalısı, kanaat ve cennet ehli, gönlü zengin ve aslıhan ben böyle tertemiz bir aba ecdat görmedim.
Anne sütüne takviye olarak bizi üzüm sormuğu ile besleyip büyüten, sevgisini kalbime gömdüğüm, gözümün ve gönlümün sultanı merhum annem kadar bir güzel kadın görmedim. Yürürken beni tutan sıcak ellerinden hissettiğim, çocuklarını helal lokma ile besleme azmi güden, dinine-devletine ve milletine bağlı vefakâr ve cefakâr ben böyle neslihan bir baba görmedim. Hoş sohbet gazi ve derviş dedelerim, Osmanlı kadını nenelerim, mütevazi bir yuva, bir ablam bir ağabeyim var önümde. Kardeşlerimin hepsi yıldızlar misali, ben böyle mutlu bir aile resmi görmedim.
İlkokula başladım kasabamızın şirin çocuklarıyla. Yerli malı haftalarında beslenme dersi harika. Beden eğitimi ve eğitsel çalışmalar şahane. Müdürü ve öğretmenleri samimi ben böyle güzel bir okul görmedim. Mehter misali insanın kanını hoplatan, ciğerinden kalemine kan çekilerek vatan hasretiyle yazılmış İstiklal Marşı gibi ben böyle bir harika bir şiir daha duymadım, dinlemedim. Sancağında yazılı kelime-i tevhid metninin al kanlar üzerine işlenmiş hilal ve yıldızı ile dalgalanan bayrağımız gibi ben böyle anlı ve şanlı bir bayrak görmedim.
Peygamber Efendimizin ümmetine bıraktığı kutsal emaneti, insanı kötülüklerden arındıran dünyada en çok okunan, yazılan, basılan ve ezberlenen Kur’an misali ben böyle kerim şerefli bir kitap daha görmedim. Çocukluk döneminde her gün Sultan Alaaddin kemer cami önünden geçerken dinlediğim ezan misali arşa yükselen bu ulvi çağrı dışında ben böyle cazip bir ses duymadım. Mübarek gün ve gecelerde kapısında ekmek veya simit dağıtılan, asırlardır Anadolu topraklarına nefes veren, ılık bir hava ile içine girerken sizi adeta kapıda kucaklayan küçük amma Selçuklu dönemi eseri ben böyle tarihi bir cami görmedim.
Hocalığı, Kur’an ve sünnet ile tanıştığım Nevşehir İmam Hatip Lisesinde öğrendim. Fes ve cübbeyi ilk defa mesleki tatbikat için gittiğimiz köylerde giydim. Ömrünü din hizmetine adamış vakıf insanlardan İslami hayatın içinde yaşamanın gayesini ve ilahi davanın önemini kavradım. Kendi okulunu ve camisini kendi inşa eden hayır ehli, ben böyle necip bir millet görmedim. Kalesinden Hasan Baba Türbesine kuşbakışı uçulan, Kurşunlu Camiden Hünkarın mahfeli Hacıbektaş’a gidilen, Lale Devri incisi ve Damat İbrahim Paşa yadigarı ben böyle Dilara ve Muşkara bir şehir görmedim.
İmam Hatip Lisesi okul idaresinin ve meslek dersi öğretmenlerimizin refakatinde öğrenci arkadaşlarımızla arzın merkezine gittim. Mekke’de Arap kardeşlerimizle hurma ve kuru üzüm takası yaptım. Kara yoluyla gidip geldiğimiz umre yolculuğunda Şanlı Urfa, Bağdat, Kerbela, Cidde ve Mekke’yi gördüm. Adına yemin edilen bu güvenli belde içindeki Kâbe gibi ayağımı yerden kesen ben böyle mukaddes bir mabet görmedim. Rahmanın misafirleri olduğumuzu Kabe’yi ilk gördüğüm anda ve Rasulullah’ın Ravza’sında selam kapısında O’na salat-ü selam verirken hissettim. Dünyanın başkenti Mekke misali ve Peygamberimizin köyü Medine gibi sinesinde varlık aleminin efendisini barındıran ben böyle kutlu iki belde görmedim.
Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından açılan İmam-Hatiplik ve Kur’an Kursu Öğreticiliği sınavlarını kazanmıştım. Ankara’da çekilen kura sonucunda yaşadığım sevinci tarif edemem. Artık tarihi logosunda el Hak yazan bir teşkilatın ferdi olmuştum. Koluma altın saatin takıldığı Kocatepe meydanında yaşadığım heyecan gibi ben böyle coşku dolu bir manzara görmedim.
Kader beni Torosların ardında saklı bir diyara götürdü. Narenciye türleri, yer fıstığı ve yağ zeytini ile tanıştım. Malaklar’da koca doğru yörüklerle görüştüm. Kıbrıs’a selam veren Anamur burnundan baktım semaya. Uçsuz bucaksız bir derya olan Akdeniz’e daldım. Mavi vatanda dibi görünen tertemiz suları ile göz dolduran ben böyle engin bir deniz görmedim.
Takke, fes cüppe ve sarıktan sonra subay şapkası da giydim. Askerliğimi tamamladığım Taşkısığı Kışlasında çeşitli rütbelerde askerî erkan ile tanıştım. Hâkî elbise içinde sakladığı gerçek kimliği ile postalları öpülesi generaller vardı. Vatan aşkı ile merminin ucunda gözünü kırpmadan şehadete koşan Hasan Paşa misali ben böyle kahraman bir komutan görmedim.
Evet Dostlarım! Babai, Celali, Kabakçı, Patrona Halil isyanlarını okudum. 31 Mart vakasını, 1960 darbesini ve 12 Mart muhtırasını yaşamadım. 12 Eylül darbesinde öğrenci idim. 28 Şubat’ın ayazı iliklerimize işledi. Lakin devletin cidarına habis bir ur gibi yerleşen 15 Temmuz Fetö kalkışması gibi ben böyle bir ihanet görmedim. Ahit sandığı bir yana nice çeyiz, çerez, hazine ve mühimmat sandıkları gördüm lakin ben böyle sürprizlerle dolu bir seçim sandığı görmedim. Amalika var, Calut var ve Tabut gelmiş. Talut var, Davut var amma Gazze düşmüş! İnsanlık ölmüş! Ben böyle bir vahşet ve gaflet görmedim. Filistin semalarında Ebabil ve Hüdhüd yerine Anka ve Kaan’ı bekliyoruz. Misket bombalarının hakkından ancak Kızıl Elma’lar gelir. 100. yılın en büyük kutlaması işte budur!