KAPAK- Merhamet Dini İslam’da Kadına Şiddet Yoktur

İnsan akıllı, sorumluluk sahibi ve en şerefli varlık olmakla Allah katında özel bir değere sahiptir. Elbette insanoğlu erkek ve kadın olarak farklı niteliklerle yaratılmış ve yaratılış gayelerini yerine getirmek için Allah onlara uygun olan fizikî ve ruhi bir yapı lütfetmiştir. Erkek, hayat mücadelesi ve evin geçimi ile mükellef olurken; kadın da neslin korunması ve hayırlı evlâtlar yetiştirmekle mükelleftir. Yaratılışta kadın ve erkek, insan olma itibariyle aynı şerefi paylaştıkları gibi kul olma itibariyle de aynı sorumluluğu taşırlar. İslam’dan önce Kur’an’ın nazil olduğu Arap toplumunda kadınlar ikinci plana atılmıştır. Kadın kimi zaman çok değersiz görülüp insan yerine bile konmazken kimi zaman da uğursuz sayılmış ve bir eşyadan farksız görülerek hep tartışılmıştır.
İslam, kadını erkekten ayırt etmeyip onu bilhassa Cahiliye döneminin olumsuz yaklaşımlarından kurtarmış ve hiçbir din, ideoloji ve felsefenin veremediği değeri ve hakları kadına vermiştir. Kur’an, toplumsal hayatta, kadın ve erkeğin kültürel ve fiziksel yapısına göre mükellefiyetler vermiştir. Bunun için, Kur’an eşitlik yerine “hak” ve “adalet” fikrini ön plana çıkarmıştır. Kur’an’da; “Erkek olsun, kadın olsun, her kim de mümin olarak iyi işler yaparsa işte onlar cennete girerler ve zerre kadar haksızlığa uğratılmazlar.” (Nisâ: 124) buyurulmuştur. Bu nedenle İslam mesuliyet bakımından kadın ve erkeği birbirinden ayırt etmemiştir. Kur’an’da bazı ayetler “Ey insanlar” ya da “Ey iman edenler” şeklinde bir hitapla başlamak suretiyle hem kadınları hem erkekleri birlikte zikretmiştir. Bu anlayışla İslam cinsiyet, dil, ırk ayrımı yapmaksızın insanların hepsini kullukta eşit bir şekilde muhatap alır. Kur’an da; “Kız çocuklarını diri diri toprağa gömen Arap toplumuna: ‘Onlardan birine kız müjdelendiği zaman öfkelenmiş olarak yüzü kapkara kesilir. Kendisine verilen müjdenin kötülüğünden dolayı kavminden gizlenir. Onu, aşağılık duygusu içinde yanında mı tutsun, yoksa toprağa mı gömsün!’ Bakın ki, verdikleri hüküm ne kadar kötüdür!” (Nahl: 58-59) beyanı ile cinsiyet ayrımı zemmedilmiştir.
Kur’an, insanlığın annesi Hz. Havva’dan itibaren tarihte iz bırakan nice kadınları anlatırken; imanı ve cesaretiyle Hz. Asiye, iffeti ve sabrıyla Hz. Meryem, sadakati ve teslimiyetiyle Hz. Hacer’i bize örnek gösterir. Risaletin gelişiyle Peygamber Efendimize ilk inanan ve destekleyenin Hz. Hatice, ilk kadın şehidin Hz. Sümeyye; ilmi, sünneti ve hikmeti insanlığa taşıyanın ise Hz. Aişe olduğu hepimizin malumudur. Bu örneklerde görüldüğü gibi dinimizin, milletimizin ve medeniyetimizin kadına bakışı daima onun saygınlığını ve haklarını korumak üzerine olmuştur. İslam öncesi dönemlerde kadına bakış açısını halife Hz. Ömer şöyle açıklar: “Doğrusu biz, cahiliye devrinde kadınlara hiç önem vermezdik. Nihayet Allah, İslâm’ın gelişiyle kadınlar hakkında ayetler indirdi ve onlara birçok hak tanıdı.” Haliyle kadın İslâm’dan önce daha doğarken dahi istenmeyen bir varlık idi. Kadına dair nerede eski bir anlayış ve zalim bir davranış varsa, o cahiliye döneminin kalıntısıdır.
Peygamber Efendimizin eşlerine verdiği değer ve davranışı, İslam’ın kadına bakışını çok güzel izah etmektedir. Peygamber Efendimiz veda hutbesinde “Ey insanlar! Kadınların haklarına riayet etmenizi ve bu hususta Allah’tan korkmanızı tavsiye ederim. Siz kadınları Allah’ın emaneti olarak aldınız” buyurarak erkekleri kadınlara davranışları konusunda uyarmıştır. Yine, Allah Teâlâ, “…Kadınlarla iyi geçinin (onlara güzel davranın)” (Nisâ: 19) Peygamber Efendimiz de: “Müminlerin iman bakımından en mükemmeli, huyu en iyi olanıdır. Sizin hayırlı olanınız, kadınlarına karşı hayırlı olanlardır.” şeklinde benzer bir uyarıyı yapmaktadır. Ayette ise “Müminlerin erkekleri de kadınları da birbirlerinin velileridir; iyiliği teşvik eder, kötülükten alıkoyarlar, namazı kılarlar, zekâtı verirler, Allah ve resulüne itaat ederler. İşte onları Allah merhametiyle kuşatacaktır. Kuşkusuz Allah mutlak güç ve hikmet sahibidir.” (Tövbe: 71) buyurulmaktadır. Kur’an inanmış erkekleri ve inanmış kadınları birbirlerinin koruyucusu, yardımcısı ve dostları olarak tanımlamıştır.
Burada çerçevesi çizilen kadın modeli, dünyaya getirdiği ve yetiştirdiği çocukların yarınki dünyasını inşa edici özelliktedir. Bu bağlamda iyi nesiller yetiştirilmesinde kadınların rolü çok büyüktür. Bu yüce hizmeti dolayısıyla İslam’da kadın; şefkat, merhamet ve hürmet gösterilmesi ve nezâketle davranılması gereken asil ve nezih bir şahsiyettir. Çünkü kadının manevi yapısında, büyük bir sabır, tahammül, şefkat ve merhamet gerektiren “terbiye etme” özelliği vardır. Kadının mayası itibariyle genel olarak şefkat ve merhamet üzere yaratılmış olduğunu hepimiz biliyoruz.
Bir kişi, davranışlarını beğenmediği hanımını şikâyet etmek üzere Hz. Ömer’in evine gider. Kapının önünde oturup halifenin dışarı çıkmasını bekler. Derken içeride bir gürültü kopar. Hz. Ömer’in hanımının koskoca halifeye bağırıp çağırdığını duyar. Fakat Hz. Ömer’in tek kelime bile etmediğini anlar. Bu vaziyete istemeden kulak misafiri olan adamcağız boynunu bükerek: “Bütün haşmetine rağmen mü’minlerin emîrinin hâli böyle olursa, o benim derdime nasıl çâre bulabilir ki?” diye düşünür. Tam geri dönmek üzere ayağa kalktığında Hz. Ömer dışarı çıkar ve “Hayrola, derdin nedir?” diye sorar. Adam: “Ey mü’minlerin emîri! Zevcemin kötü huyunu ve bana olan saygısızlığını şikâyet etmek üzere gelmiştim. Fakat senin hanımının da sana karşı olmadık sözler söylediğini işitince vazgeçip geri dönüyordum.” der.
Hz. Ömer şöyle buyurur: “Her sözlerine cevap vermeyiz. Onların bizim üzerimizde hakları vardır. Bu haklar: Birincisi, onların sebebi ile cehennemden kurtuluruz. Nitekim Rasûlullah (sav): “Evlenmek isteyenin dininin yarısı, emniyet kalesinin içine alınır.” buyurdu. İkincisi, onlar yani kadınlar, bizim malımızın bekçileridir. Üçüncüsü, onlar bizim çamaşırcılarımızdır. Dördüncüsü, bizim yemek pişiricilerimizdirler. Beşincisi, çocuklarımızın bakıcısı, büyütücüsüdürler. Bunun için onlara karşı sabırlı olmalıyız.”
Kadının İslam’daki değeri ve önemi bu kadar açıkken günümüzde Cahiliye dönemini aratmayacak durumlarla karşı karşıya kalışımız da yüzyılımızın bir gerçeğidir. Bu bakımdan kadına karşı şiddeti ortaya çıkaran faktörler arasında doğrudan İslam olmamakla birlikte toplumsal cinsiyet algısının oluşmasında dinin rolünün de olduğu bir kısım anlayışlar da ortaya çıkmıştır. Bu sebeple İslâm, toplumun çekirdeğini oluşturan ailedeki müstesna rolünden dolayı Peygamber Efendimizin hayatında, kadınlara dair şiddet ve baskı ihtiva eden ne bir söz ne de bir davranış örneği olmadığı gibi, buna işaret eden bir uygulama da mevcut değildir. Bilâkis Peygamber Efendimizin kadınlarla alâkalı bütün söz ve uygulamalarında tam bir nezâket, zarafet, incelik, müsamaha, fedakârlık, vefa ve kadirşinaslık tavrı hâkimdir.
Ancak kadına karşı şiddetin temellendirilmesinde kullanılan en önemli ayetin; “Allah’ın, (iki cinse) birbirinden farklı özellik ve lütuflar bahşetmesi ve mallarından harcama yapmaları sebebiyle erkekler, kadınların yöneticisi (kavvam) ve koruyucusudurlar. Saliha kadınlar Allah’a itaatkârdır; Allah’ın korumasına uygun olarak, kimsenin görmediği durumlarda da kendilerini korurlar. (Evlilik hukukuna) Başkaldırmasından (nüşuz) endişe ettiğiniz kadınlara öğüt verin, onları yataklarda yalnız bırakın ve onları dövün (darabe). Eğer size itaat ederlerse artık onların aleyhine başka bir yol aramayın; çünkü Allah yücedir, büyüktür.” (Nisâ: 34) bu ayet olduğu üzerinde durulmuştur. Bu ayette geçen “Kavvam, Nüşuz, Darabe” kelimelerinin üzerinde ittifak sağlanamadığından her birine farklı anlamlar yüklenmiştir.
Kavvam kelimesini erkeğin kadına üstünlüğü, hâkimiyeti olarak yorumlayan klasik tefsircilerin aksine günümüzde bu kelime hâkimiyet değil koruyuculuk, idarecilik, aile reisliği gibi -ki kadın bir işte çalışsa bile- ailenin geçimini temin etme görevinin erkeğe verilmesinden kaynaklı bir yöneticilikle karı kocanın yetki ve sorumluluklarını belirttiği açıklanmıştır.
Nüşûz kelimesine tefsirlerde genellikle serkeşlik, itaatsizlik, başkaldırma, evlilik görevlerini yapmama gibi anlamlar verilmekle birlikte, kimilerince nüşuz, fuhuşla sınırlandırılmaktadır.
Darabe kelimesi yani “onları dövün” şeklinde anlam verilen “vadribuhünne” ifadesidir. Buradaki “darabe” fiilini çoğu müfessir nüşuzlarından (itaatsizlik) endişe edilen kadınlar için öğüt verme ve yataklarında yalnız bırakma yöntemlerinden sonra uygulanabilecek olan bir te’dib yolu olarak hafifçe dövme şeklinde yorumlamaktadır. Günümüz tefsircilerinden bazıları ise geçici olarak ayrılma, evden çıkarma anlamları vermektedir.
Ayetteki “darabe” fiili boşanmadan önce uygulanabilecek geçici ayrılık olarak da yorumlanabilir. Böyle yorumlanırsa kadından kaynaklanan şiddetli geçimsizlik halinde erkeğin önce öğüt vermesi yani konuşmaya çalışması istenmektedir. Bu hususta öncelikle konuşarak anlaşma yoluna gidilmelidir. Bunun yetmediği durumda ise bir süre yatakları ayırmak bir çözüm getirebilir. Yatakları ayırmak da fayda vermezse boşanmadan önce bir süre ayrılık denenebilir. Bu durumda da dayak kesinlikle bir terbiye yolu değildir. Böyle bir halde kadının dövülmesi tam tersine eşlerin arasının daha da bozulmasına yol açacaktır. Ayrıca tefsirlerde bu vurmanın/dövmenin şiddete ve zulme varmayan “hafifçe yapılması” tavsiye edilmekte, adeta sembolik bir dövme olarak uygulanması istenmektedir. Zira Kur’an’da Eyüp peygamberin eşine vurma yeminini bir demet sap ile sembolik olarak yerine getirebileceğini söyleyen müfessirlerin, Sad suresinin 44. ayetinden hareketle konuya böyle bir mana vermeleri de muhtemeldir.
Peygamber Efendimizin, Veda Hutbesinde kadınlarla ilgili olarak söyledikleri: “…Sizin kadınlar üzerindeki hakkınız; yatağınızı hiç kimseye çiğnetmemeleri, hoşlanmadığınız kimseleri izniniz olmadıkça evlerinize almamaları, açık bir fuhuş işlememeleridir. Eğer böyle yaparlarsa Allah onları yataklarında yalnız bırakmanıza ve daha olmazsa hafifçe dövüp sakındırmanıza izin vermiştir…” şeklindedir. Görülüyor ki Peygamber Efendimiz, Kur’an’da geçen yukarıdaki husus gibi yatağında yalnız bırakma ve yaralayıcı olmadan hafifçe dövme iznini ancak açık bir ihanet veya fuhuş durumu ile sınırlandırmakla toplumdaki gelişigüzel dayak uygulamalarını ortadan kaldırmak istemiştir. Aksi durumda kadının bu tarz bir ahlaksızlık dışında kalan herhangi bir sebeple dövülebilmesinin caiz olmayacağını söylemek mümkündür.
Bugün kadına şiddet uygulayan insanlar, İslâm terbiyesiyle, Muhammedî ahlâkla yetiştirilmiş insanlar değildir. Aksine sosyal medyadaki ve televizyonlardaki menfi programlar, ahlâksız diziler ve filmler, açık-saçıklık ve aile değerlerini tahkir mevzuunda telkin bombardımanına tutulmuş kişilerdir. Bunlar muameleleriyle, hâl-i hazırda kadını bir metaa, şehvet ve vitrinlerinin malzemesi olarak görmektedirler. Batı’da kadın, kandırılarak çıkarıldığı dış dünyada da ezilince feminizm ve kadın hakları davası ortaya çıktı. Onları güya teselli ile kandırabilmenin bir farklı şeklini ortaya koyma ve değer atfetmek için de fabrika yangınında ölen kadın işçilerin hâtırasına 8 Mart tarihi, “Dünya Kadınlar Günü” olarak ilân edildi. Şimdi de dünyada bu tarih, kadın haklarının hatırlandığı bir gün olarak değerlendiriliyor.
“Rabbimiz! Eşlerimizi ve çocuklarımızı bize göz aydınlığı kıl ve bizi Allah’a karşı gelmekten sakınanlara önder eyle.” (Furkan: 74)