Kimliğimiz Mü’min

Bu ümmetin ilk keşf-i vehn’ini Hanzala r anh münafık oldum korkusu ile peygamberine koşarken yaşamıştır.(o bir başlangıç değildi vehn için. Öyle olsaydı şu halet-i ruhiyemizi açıklayacak daha aşağılayıcı bir söz bulmamız gerekirdi) İmanın soyut gerçekliğinin onu göremiyor ve tutamıyor oluşumuza neden olması, acaba hâlâ üzerimdeki bir giysi gibi bende mevcut mu korkusu ile karşı karşıya getirmiş, zaman zaman Müslümanları. Tahkiki bir dertten bahsediyoruz elbette. Yoksa “ok” misali imanın tasarruflu ibadet politikası ekseninde özgürlük budalası, deve hörgücü popülisti yahut “cüleybib de böyleymiş” sahtekârlığının başköşe ağası, “la ikrahe” filozofu yahut “sünneti bazen kılarmış”çısı, “önce türküm”cüsü yahut “yorgo olurdunuz”cusu, “milliyetçi” görünümlü “kavmiyetçi”si yahut seher vakti namazda çarşaflıya sövücüsü, çay ocağında devlet yıkıcısı yahut “ezber değil anlamak önemli”cisi bu sözlerin muhatabı değil, olamaz da!
Sosyal hayat ile nisyandan malulen emekli insanın onulmaz mücadelesini kaybeden ademoğlu, takviye bulmak ümidiyle kapı kapı dolaşmış. Lakin çaldığı her hanede aynı dertten muzdarip nice başlar, keşke tûrabı boylasam feryadıyla ruh alemlerini yakıp tutuştururken, ehl-i zikr “bu yalazlı dünyanın içinde İbrahimi bir bahçe” temalı ilk dergahı bina etmiştir. Tıpkı nebevî metotla, günlük hayatın debdebesinde ömür eskiten(ki evlad-u iyalinin rızkı ile meşgul olan Allah yolundadır) ihvana nefes alacakları ve tefekkür ve dahi zikr ile iman elbisesini onarıp yenileyecekleri bir gül bahçesi bahşetmiştir. Öyle ki iman bir elbiseye benzetilirken onun can istenilince çıkarılıp geri giyilebilecek, yenisi ile değiştirilebilecek yahut eskiyince bir ihtiyaç sahibine verilebilecek basit bir metadan çok; halis ve gerçekliği ile bu âleme taş çıkartacak bir “beyyine” olduğunu belirtmeye gerek duyuyoruz.
Nefes aldığımız her an imtihan ile yüzleştiğimiz bir arenadayız. Ve İslam’ın belkilerle dolu ibadet kültürü bize yeterli görmeyi değil daima dopaminerjik bir bağımlılıkla, bize taate gark olmayı öğretir. Öyle ki namazı spesifik bir vakitte değil bütün bir “zaman”da kılmayı emreder. Namaz; dükkânda para alışverişinde yahut müşteriye binbir gece yalanları ile bozuk ürün satmaya çalışırken, hasat yaparken yahut süt sağarken, sınıfta öğretmen yahut öğrenciyken, hanene yemek hazırlarken yahut o yemeği “helalinden” kazanırken, uyurken yahut uyanıkken… durmaksızın devam etmelidir.
Müslüman kişi elini attığı her şeyi güzelleştirir, konuştuğu insanı ihya ederken kendi de ihya olur, alnında bir nur huzmesi ile gezerken secde izini de gösterecek bir delik bulur. “Doğruculardan yazılmış” bir kul yalnız hak söz yayar ve bu yayın, günün spesifik bir anında değil arz üzerinde ayak bastığı her noktada ve her zaman diliminde devam eder.
“Nisyan”ın kölesi olduğumuz bir gerçektir. Lakin bu hafızamızın diplerine dek uzanan bir tümör değildir. Her türlü teknik, bize-size hay’dan hû’ya yolculuk eden kutlu bir arz elçisi olduğumuzu hatırlatmaya kadir olacaktır. Tam bu noktada yalnız hasar tespiti ile yetinen ve şikayetvârî söylenen her sözün havada dans ettiği amaçsız okumadan sizi kurtarmak adına somut birkaç noktaya parmak basalım
Mü’min kimliğimizi unutmadan yaşamak:
- Zikir-Tefekkür: Efendimiz aleyhisselam “la ilahe illallah” ile iman elbisesini yenileyin derken zikr’in ne denli ihya edici bir terzi olduğunu ispat eder ruhuna.
Rahmetli Ahmet Yaşar Hoca “Hülâsât’u-l âbidîn”(okuyucuya çok ama çok şiddetle tavsiye olunur) kitabında imanın derecesinde yükseltmeye gitmek isteyen kulların takip etmesi gereken birkaç kardinal yoldan bahsetmiştir. Bu iki maddenin öneminden bahsederken “bir kişi kâinatta bilebileceği tüm ilimleri elinde bulundursa dahi tefekkür edip o ilmin derûnuna hâkim olmadan tahkiki bir imana sahip olamaz” diyerek günlük yaşantıda bize Hakk’ı unutturup günah dehlizlerine sürükleyen şeytanı alt etmenin göz ardı edilemez bir silahı olduğunu ifade eder.
- Taat: “Gözümün nuru namaz”ı “salatihim sahun”dan azad edip “sahatihim haşi’un”a köle etmek ilk görev. Zira namazsız din olmaz, namazsız mü’min olmaz, olmamalı. Nefisle mücadelede ne kadar zorlanılırsa zorlanılsın, o vakit tüm masivayı elinin tersiyle itecek yalnız “O” ve “sen” kalacaksın. Başka yol yoktur, alternatif getirilmesi teklif dahi edilemez.
- Sadaka: “Az sadaka” temalı infak yolu, seni yormak için değil toplumun bir parçası olduğunu ve sokakta başıboş gezen her miskin, ihtiyaç sahibi yahut gafilin, senin çocuğunun arkadaşına, öğretmenine yahut yoldaşına ebeveynlik yapma potansiyeli olduğunu sana anlatmak için var. Sen de her bozukluğun ve çıldırmışlığın bir parçası olarak bu toplumda hayat sürerken olmayana vermek, onu hak yoluna davette birinci basamak olduğunu bilmeli ve unutmamalısın. “Bir hurma ile de olsa ateşten korun”!
- Oku!: Yıllar yılı bu ayet ‘okumak yalnızca kitapla değil, tefekkürle ve ibret ile de olur. Doğaya bak ve onu oku, insana bak ve onu oku’ şeklinde tefsir edilmiştir ve doğrudur da. Lakin sen kitap ta oku. Kimliğin; sosyal mecranın sanço panço’su olmaktansa nebevî ilmin nevevî’si olsun ki evladın; sana bakıp, hakikatte “zaman öldür”enin nice kanlı zalimlerden daha gaddar olduğunu yine senden öğrensin. Unutma ki bugün yolunu takip ettiğin imam “Süreyya yıldızı”ndaki ilmi denizine katmaya koşmuştur. Ancak okuyan aile formatı gerçek anlamda değişimin bir parçası yahut öncüsü olabilir. Ancak bu format gerçek anlamda ilme ve kitaba değer veren bir bireyin topluma adım atmasını ve hem aklı ve ilmi hem imanı aynı bünyede toplamış o kutlu “öncü nesil” rüyasını gerçeğe dönüştürebilir.
- Cami: Yalnızca bir ibadethane değil, kokusu ve aurasıyla gerçek bir dosttur cami. Nisyandan kurtulmanın ve kimliğinle iç içe geçmek için gitmeye fırsat oluşturulması gereken yegâne yerdir. Zira “aynı binanın tuğlaları” olduğun diğer katılımcılarla gerçek anlamda dostluk ve hakkaniyetli bir ilişki kurabilmen için gereklidir, şarttır.
- Malayani: “Terki imanın güzelliği” ile eşdeğer görülmüş bu huy nice nisyanın başköşesinde oturmuş, genç nesilleri uzun ömür vaatleri ile kendi labirentlerinde ömürlerce dolandırmış ve hiçliğin ortasında pişmanlıkla el ele ölüme göndermiştir. Yiyip tüketen zamanı, boşlukla yiyip tüketen kullar için Müslümanlık bilinci, daima gölgeye terk edilmiş bir yetim misali üzgün ve solgun kalmıştır.
Uzayıp giden listeye ne ekleyip çıkardığımızdan çok “yaşadığın üzre ölür ve o hal ile diriltilirsin” lafz-ı hakîkî’yi ne denli idrak ettiğimiz önem kazanıyor. Bilinçli ve tahkiki Müslümanlığı; hayatı, ölüm ve dirilişin tarlası gibi görüp. “Ahsen-i takvim” fıtratı, nihilist diyalektikle ele alıp “esfel-i sâfilîn”e mantık ekseninde de kuvvetli bir set çekerek varlığa ve zerrâta hâkim kılabileceğimizin farkında olmak şarttır. Zira sizler yalnızca bu bilincin şartlı muhatabı değil aynı zamanda tasnif ve tahkik korosu, beşinci devrenin kapısında kutsal emanetin hesabını soracak ve dahi zulme kapı olmuş ecdadın namusunun bekçiliğini yapan gençliğin inşası ile memur, ahkam ve ilim irfanına haiz bir ümmetin kurucu bânilerisiniz.
Vesselam.