KAPAK- Zelzele

Sabah, kapının sallanma sesiyle birlikte uyandım. Şimdiye kadar hiç böyle bir durumla karşılaşmamıştım. Ne olup ne bitiğini anlamaya çalıştım. Ancak fazla ayrıntılı bir haber göremedim. İlerleyen saatlerde Kahramanmaraş Pazarcık merkezli bir deprem olduğunu öğrendim.
Günün aydınlanması ile birlikte yıkımın ne kadar büyük olduğu daha net ortaya çıktı. İçimiz yanıyor ama bir şey yapamıyordum. AFAD gönüllülerinin olduğu WhatsApp grubundan depremin 2. günü saat 12’de bir ekibin hareket edeceği bilgisi geldi. Ben de katılacağımı bildirdim.
Saat 13’de Hatay/Antakya’ya hareket ettik. Yollarda çoğunluğu tır olmak üzere çok yoğun bir trafik vardı. Saat 18 sularında İskenderun’daydık. İskenderun limanı yoğun duman altında yanıyordu ve bu depremin gerçek yüzüyle ilk karşılaşmamızdı. Sonrasında Belen’e geldik. Belen-Hatay arası yaklaşık 55 km ancak Hatay’a ulaşmamız 3 saat sürdü. Ülkenin her tarafından yardım yağıyordu ve trafik çok yoğundu. Hatay’a 21.30 gibi vardık. Sağımız solumuz yıkılan evlerle doluydu. Artık depremi damarlarımıza kadar hissetmeye başlamıştık.
Jandarma ekipleri eskortluğunda doğrudan en kaz başına gittik. Ekipmanları kurduktan sonra arama-kurtarma faaliyetine başladık. İlk yarım saat içinde bir cesede ulaştık. Gecenin karanlığı içinde depremin en acı yüzüyle karşılaşmış olduk. Ardından bir kadın sesi duyduk. Çalışmalara başladık. Yaklaşık 1,5 saat sonra kadını enkazdan çıkardık. Ardından 80 yaşındaki bir teyzemiz, ardından 60 yaşlarında Abdullah amcamız, sonrasında 15 yaşındaki Mesude kızımızı enkazdan çıkardık. Ekip olarak çıkardığımız her canlı insan karşısında moral buluyor, yorgunluğumuzu unutuyorduk.
Sabahın aydınlanmasıyla birlikte artık Antakya’da taş üstünde taş kalmadığını canlı olarak görmüş olduk. Erken saatlerde çalışmaya tekrar başladık. Deprem gece olduğu için evlerin yatak odası bölümlerine bakmaya çalışıyorduk ancak deprem o kadar şiddetli olmuştu ki binalar birbirine girmiş, odalar harap hatta yok olmuştu.
Arama-kurtarma faaliyetleri devam ederken anne, baba ve iki çocuğun cesetlerine ulaştık. Deprem oluğunda anne-baba, çocukların odasına gidip onların üzerlerine siper olmuşlardı. Yakınları derin bir üzüntü içerisinde cesetlerin çıkarılmasını bekliyorlardı. Allah’a dua etmekten başka ellerinden bir şey gelmiyordu. Zaman geçiyor cesetlerin sayısı artıyordu. İnsanların yüzündeki umut her geçen saat azalıyordu. Ambulans sesleri kulaklarımızdan hiç eksilmiyordu.
Bu zaman içerisinde herkes karınca misali elinden geldiği kadar depremzede kardeşlerimize yardım etmeye çalışıyordu. Neredeyse vatanın her bir tarafından insanlar gelmişti. Bulunduğumuz enkazın da arama-kurtarma çalışmasına destek veren ekskavatörün operatörüyle kısa süreli sohbet etme imkânımız oldu. Kendisi Siirt’ten, üç ekskavatörüyle can kurtarmaya geldiğini söyledi. (Elhamdülillah)
Adana’dan minibüsleriyle gelen Suriyeli kardeşlerimizin, üzerimdeki AFAD kıyafetini görünce yanıma gelerek “lütfen bize bir yer gösterin, bizim hiltimiz, jeneratörümüz her şeyimiz var, bize yeter ki yer gösterin” demesi, ümmet olmanın ne demek olduğunu tekrar hatırlattı.
Zor günlerdi o günler. Allah o günleri bir daha göstermesin. Allah ders almayı, aldığı dersi hayatına uygulamayı bizlere nasip etsin.
Selam ve dua ile…