KAPAK-27 Mayıs Darbesi ve Hatırlattıkları

KAPAK-27 Mayıs Darbesi ve Hatırlattıkları

1960 yılının 27 Mayıs günü Türkiye Cumhuriyeti tarihinin ilk askeri darbesi gerçekleştirilmiştir. Daha sonra gelenekselleşecek ve neredeyse her on yılda bir (27 Mayıs 1960, 12 Mart 1971, 12 Eylül 1980, 28 Şubat 1997, 27 Nisan 2007, 15 Temmuz 2016) farklı karakter ve özelliklerle kendini gösterecek askeri darbe ve müdahale girişimlerinin bu ilk halkasında darbe, emir komuta zinciri içinde yapılmamış, Tümgeneral Cemal Madanoğlu komutanlığında, büyük çoğunluğu düşük rütbeli 37 subayın plan ve girişimi ile icra edilmiştir. Bu subaylar ellerindeki asker ve silahlarla ordudaki komuta kademesini etkisiz hale getirerek ülke yönetimine el koymuştur. Darbe, Kurmay Albay Alparslan Türkeş’in radyodan okuduğu bildiriyle tüm Türkiye’ye ve dünyaya ilan edilmiştir.

Darbeden sonra Emekli Orgeneral Cemal Gürsel başkanlığında darbeci 38 subaydan teşekkül ettirilen Milli Birlik Komitesi, ülke yönetimini üstlendi. Komite, Anayasa ve TBMM’yi feshetti, siyasi faaliyetleri yasakladı. Cumhurbaşkanı Celal Bayar ve Başbakan Adnan Menderes başta olmak üzere birçok hükümet üyeleri ve Demokrat Parti (DP)’liyi tutuklattı. Tutuklananlar arasında asker ve bazı üst düzey kamu görevlileri de vardı. Genelkurmay Başkanı Orgeneral Rüştü Erdelhun, İstiklal Savaşı Komutanlarından Ali Fuat Cebesoy ve Kore gazisi Tahsin Yazıcı da tutuklananlar arasındaydı. 235 general ve 3500 civarında subay emekliye sevk edildi. Üniversitede görev yapan 147 akademisyen görevden alındı ve bazı üniversiteler kapatıldı. 520 hâkim ve savcının görevine son verildi.

Tutuklananlar Yassıada’ya götürüldü. Burada tutuklulara ağır işkence ve kötü muameleler yapıldı. Bu nedenle intihar edenler oldu. Şüpheli ölümler gerçekleşti. 11 ay süren ve darbenin olağanüstü şartları altında yapılan yargılamalar sonucunda, hukukun birçok temel ilke ve kuralı çiğnenerek, çoğu kurgu ve düzmece veya zorlama iddia, iftira, itham ve üretilmiş delillerle 15 sanığa idam, birçok kişiye de muhtelif hapis cezaları verildi. Fatin Rüştü Zorlu, Hasan Polatkan ve Adnan Menderes, İmralı Adası’nda idam edildi. Bunlar dışındaki idamlıkların cezaları infaz edilmeyip hapis cezasına çevrildi.

Cumhuriyet tarihinin bu ilk askeri darbesi, 1950 seçimleriyle iktidara gelen, 1954 ve 1957 genel seçimlerini de kazanarak iktidarını sürdüren DP’ye ve Menderes hükümetine karşı yapılmıştır. Cunta yönetimi, darbenin nedeninin Menderes hükümetinin uygulamaları ve çıkardığı yasalar olduğunu ileri sürmüştür. Milli Birlik Komitesi; darbeyi, Menderes hükümetinin ülkeyi zaman içinde bir korku ve baskı rejimine götürmesi ve kardeş kavgasına sürüklemesi nedeniyle; bu gidişe dur demek, siyasi kargaşa, kamplaşmaya ve kardeş kavgasına son vermek ve laiklik ilkesine aykırı uygulamaları durdurmak için yaptığını açıklamıştır. Zira, darbeci subaylar, DP iktidarının Atatürk’ün kurduğu cumhuriyet rejimini ve laik devlet anlayışını tehdit ettiğini düşünmekteydi. Ezanın Arapça okunmasına izin verilmesi ve din öğrenimi ile ilgili bazı gelişmeler, cuntacı subaylarda ve ana muhalefet partisi olan Cumhuriyet Halk Partisinde rahatsızlık oluşturmuştu.

Bunun yanında, başlangıç aşamasında sayılabilecek bir ekonomik kriz havasının darbenin gerekçelerinden olduğu belirtilmektedir. Bu gerekçenin kökeninde ise, Menderes iktidarının son yıllarında Amerika’dan ve O’nun tarafından dikta edilen Marshall Planından uzaklaşması ve Sovyetler Birliği ile yakınlaşmaya başlamasından duyulan rahatsızlık olduğu görülmektedir. Bu kapsamda son dönemde Sovyetler Birliği’ne üst düzey ziyaretler yapılması, yatırım antlaşmaları imzalanma hazırlığı içinde olunması Amerika’da derin endişe ve kaygılara neden olmuştur. Hatta bazı iddialara göre, bu askeri darbenin arkasında, tıpkı sonraki askeri darbe ve müdahale girişimlerinde söz konusu edildiği gibi, Amerika ve diğer bazı Batılı devletler ile CIA vardı.

Dolayısıyla, 27 Mayıs askeri darbesinin, gerekçeleri bakımından kendisinden sonra gelen askeri darbe ve müdahale girişimlerine örnek ve öncülük ettiği görülmektedir. Nitekim, sonraki askeri darbe ve müdahale girişimlerinde bulunanlar genellikle benzer gerekçeleri ileri sürmüşler ve meşruiyetlerini bu gerekçelerle temellendirmeye çalışmışlardır.

Keza, 27 Mayıs darbesini yapanlar, Menderes hükümetlerinin uygulamalarına karşı müdahalede bulundukları için tekrar benzer durumlarla karşılaşılmaması ve bu konularda köklü tedbirler almak adına devlet yönetiminin en temel hukuki metni olan Anayasayı feshederek yeni bir Anayasa yapmış/yaptırmıştır. Yeni Anayasa, “Kurucu Meclis”, “Temsilciler Meclisi” ve “Anayasa Komisyonu” üçgeninde oluşturuldu ve nihai metin haline getirildi. Bu süreci yöneten söz konusu heyetlerde hiçbir DP eğilimli üye bulunmazken, Halk Partililer çoğunlukta olmuştur. Bu nedenle de yeni Anayasayla, DP’nin devamı olan zihniyetin yeniden iktidar olmaması için engelleyici hükümler getirilmiştir. Yeni Anayasa, aleyhte propaganda yapılmasına izin verilmeyen bir siyasi ortamda 9 Temmuz 1961’de halkoyuna sunulmuş, kabul edilerek yürürlüğe girmiştir.

Daha sonra gerçekleştirilen 12 Mart 1971 askeri müdahalesi ve 12 Eylül 1980 askeri darbesinde de benzer bir durumla karşılaşılmaktadır. Darbeciler, darbe gerekçelerinin ortaya çıkmasından mevcut hükümetler yanında onlara bu fırsatı veren Anayasaları da sorumlu tutmuşlar ve çözüm olarak da Anayasada değişiklikler yapmayı (12 Mart darbesi) ya da yeni bir Anayasa yapmayı (12 Eylül darbesi) öncelikli işlerden birisi olarak görmüşlerdir.

Askeri darbe ve müdahale girişimlerini; ülkelerin modernleştirilme ve Batılılaştırılma politikalarının bir enstrümanı olarak görmek de mümkündür. Huntington’un dikkat çektiği gibi, geleneksel siyasi kurumları yıkılan ve yerine Batı’dan alınan kurumları tam olarak yerleştiremeyen Türkiye gibi modernleşmekte ve Batılılaşmakta olan ülkelerde, askeri güçler, siyasal sisteme belli aralıklarla müdahale etmektedir. Bu müdahalelerin kökeninde ordu mensuplarının kendilerini devletin ve modernleşmeci siyasi rejimin asıl sahibi olarak görmeleri bulunmaktadır. Nitekim, Türkiye’nin siyasal sistemi üzerinde askeri güçler yakın zamana kadar açık ya da gizli bir biçimde bekçilik ve hakemlik görevi ifa etmişlerdir. 27 Mayıs askeri darbesi de askerlerin kendilerine biçtikleri bu görev ve rolün siyasal sisteme yönelik fiziki müdahaleye dönüşen ilk ürünüdür.

Osmanlının yıkılışını ve ülkenin geri kalmışlığını, modernleşememek ve Batılılaşamamak sebebine bağlayan, Cumhuriyetin kurulmasında söz sahibi olan askeri ve sivil bürokrasi, çözümü de devlet eli ile modernleşme ve batılılaşma politikalarında görüyordu. Bunun için de Cumhuriyet sonrası tek parti döneminde demokrasi, siyasal katılımın genişlemesi gibi değerleri dışlayan bir modernleşme anlayışıyla ordunun ve kamu bürokrasisinin güçlendirilmesini esas alan, jakobenci bir toplum mühendisliği görüş ve uygulaması benimsendi. Dolayısıyla, ülke yönetimini elinde tutan modernist askeri ve sivil kadrolar, bu süreçte siyasi ve idari kurumların değiştirilmesiyle yetinmemiş, iktidarlarının devamlılığını da sağlayacak kuşakların yetiştirilmesi için topyekûn toplumu da değiştirmeye ve dönüştürmeye yönelik politika ve uygulamaları hayata geçirmeye çalıştılar. Bu amaçla, geleneksel yaşam biçimi, kültür, davranış biçimleri, aile, eğitim, inanç ve ibadet tezahürleri, giyim-kuşam, eğlenme vs. özel yaşam alanlarını da içine alacak bir modernleşme ve Batılılaşma programını devreye soktular. Bu kadroların öncülüğünü yaptığı Avrupa özentili bir sosyal hayat ve anlayış her yerde teşvik edildi. Osmanlı’da Tanzimat ve Meşrutiyetle başlayan toplumu hukuk/yasa gücü ile değiştirme ve modernleştirme hareketi, Cumhuriyetle birlikte yönetici seçkinlerin istek ve iradesi doğrultusunda daha da katı bir biçimde otoriter ve totaliter bir resmî ideoloji eşliğinde yol almaya devam etti.

Bu anlayış ve hareketin önündeki en büyük engel, halkın kahir ekseriyetini oluşturan, inanç ve değerlerini korumaya çalışan dindar-gelenekçi kesimler idi. Bu nedenle de yönetici seçkinler uzun süre halkın büyük çoğunluğunu aktif siyasetin ve ülke yönetiminin dışında tuttular. Bu süre zarfında da az-çok kendilerini destekleyecek, bu düzeni ve resmî ideolojiyi savunan ilerici-Batıcı bir kesimin oluşmasını temin ettiler. Fakat, Cumhuriyet döneminde tüm modernleşme ve Batılılaşma dayatmalarına rağmen yeterince değiştirilemeyen ve dönüştürülemeyen dindar-gelenekçi kesimler çoğunlukta olmaya devam ettiler. Nitekim, ne zaman ki, bazı maslahat ve zorunluluklardan dolayı çok partili, demokratik usullere göre seçimlerin yapıldığı bir düzene geçildi, bu kesimlerin destekledikleri siyasi partiler devlet yönetiminde söz sahibi oldular. Demokrat Parti’nin, bahsi geçen seçkinci askeri ve sivil bürokrasinin ve modernleşmeci resmî ideolojinin partisi olan Halk Parti karşısında elde ettiği seçim başarıları buna örnektir. Fakat ne yazık ki, 27 Mayıs askeri darbesinde olduğu gibi, halkın siyasi iradesi ve tercihleri yok sayılarak, askeri darbe ve müdahale girişimleriyle seçime dayalı demokratik sistem inkıtaya uğratılmaktadır.

Zira, Cumhuriyetle birlikte ordu, resmî ideolojinin, devletin modernleşme ve Batılılaşma programlarının en büyük güvencesi, destekçisi, sahibi ve bekçisi olmuştur. Bu durum, yani toplumu değiştirme ve dönüştürmeyi hedefleyen Cumhuriyet devrimlerine ordunun sadakatle bağlı kalması ve sahiplik misyonu üstlenmesinin kökeninde, askerlere bu süreçte mesleki eğitim yanında, vatanın bütünlüğünün, iç ve dış düşmanlara karşı devletin ve laik Cumhuriyetin koruyucusu ve bekçisi oldukları bilinci verilmesi yatmaktadır. Bu telkin ve bilinç, orduyu ülkedeki seçimle gelen sivil iktidarları askeri vesayet altında tutan bir siyasal sistemin kurulmasına neden olmuştur. Dolayısıyla, ordu giderek devletin tüm politikalarında söz sahibi olan, siyasal ve anayasal düzeni belirleyen, şartlar oluştuğunda da kurtarıcı misyonu ile devreye giren bir sınıfsal güce dönüşmüştür. Böyle olunca, sivil veya askeri modernleşmeciler, laik-ilericiler, devrimciler seçimlerle elde edemedikleri iktidarı askeri müdahalelerle elde etmeye yöneldiler. Zorda kaldıkça veya şartlar oluştukça/oluşturuldukça geleneksel-dindar kesimlere, “gericilere” karşı orduyu yardıma veya göreve çağırmayı alışkanlık edindiler. Dış güçlerin etki ve yönlendirmesini bir kenara bırakırsak, ülkemizde çok partili siyasi hayata geçildikten sonra yaşanılan askeri darbe ve müdahale girişimlerinin temelinde bu olgu yatmaktadır.

Fakat, bu askeri darbe ve müdahale girişimleri ile seçimle iktidara gelen hükümetleri devirme veya hizaya getirme, siyasal sistemi vesayet altında tutma geleneği, 27 Nisan 2007 tarihli akim kalan E-Muhtıra müdahalesinden sonra etkisini yitirmeye başlamış ve 15 Temmuz 2016 tarihli başarısız askeri darbe girişiminden sonra ise büyük bir yara almıştır. Her iki olayda da seçimle iktidara gelmiş hükümetlerin darbecilere ve müdahale girişiminde bulunanlara cesaretle karşı koyması ve halkın iradesine sahip çıkması yanında, özellikle 15 Temmuz hain darbe girişiminde vatandaşlarımızın bizzat sokağa inerek darbecilere geçit vermemesi takdire şayandır.

Türkiye’de bundan sonra askeri darbe ve müdahale girişimlerinin tamamen sona erdiğini söylemek büyük bir iddia olur. Neredeyse yüz elli yılı bulan darbe ve müdahale geleneği birkaç girişimin bertaraf edilmesi ile sona ermeyecektir. Ülkemizde bu geleneği ortaya çıkaran siyasi, sosyal, ekonomik ve psikolojik dinamikler, anlayış, kültür, tavır ve davranışlar, dış güçlerin etki ve yönlendirmesine açık olmamız gibi etken ve faktörler var olduğu sürece darbe ve müdahale girişimlerinin olmayacağı garantisi verilemez. Lakin, son iki darbe ve müdahale girişimlerinde ortaya konan kararlı tutum ve davranışlar, ülkemizdeki darbeci geleneği ve bu geleneğin ortaya çıkmasına neden olan anlayış, siyasal kültür, alışkanlık ve pratikleri bir daha geri gelmemek üzere tarihin çöplüğüne atabileceğimiz konusunda ümit var olmamıza sebep teşkil etmektedir.

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.