KAF SURESİ

Allah’ın rahmeti, inayeti, mağfireti inananların üzerine olsun saygıdeğer Okuyucularımız. Bu ayki sayımızda Kaf Suresi’ne konuk olacağız. Onu anlayıp, üzerinde düşünüp; nasiplenenlerden olmaya çalışacağız. Biz Kuran’a yönelip ondan nasiplenmek istemezsek o bize açılır mı? Bizi zorla kendine yönlendirir mi? İstemek ve irade göstermek her işin başı… Rabbim irademizi hayırlı işlerde sağlam kılsın, ayaklarımızı sabit tutsun; şeytanın oyunlarına gelmeden yaşamayı, izzetli bir şekilde yaşamı nasip etsin. Biliyoruz ki izzet Allah’ın yanında, onun katındadır… Bu sayımızın sûresi olan Kaf Suresi, Arapçadaki “Kaf’ harfi ile başlamaktadır. İlk devirlerden beri de bu isimle anılmıştır.
Suremiz, Mürselât Sûresi’nden sonra ve Beled’den önce Mekke’de nazil olmuştur,45 ayettir.
Sûremiz Kur’ân-ı Kerîm’in önemine dikkat çektikten sonra, Mekke döneminde iman konularına ağırlık verildiği için öldükten sonra hesap vermek ve dünyada elde edilen sonuca göre muamele görmek üzere dirilme olayını açıklamakta, buna Allah’ın ilim ve kudretinin yeterli olduğuna dair kanıtlar getirmekte, geçmiş zamanlarda peygamberlerine inanmayan toplulukların acı sonlarına ait bilgiler vermekte, Hz. Peygamber’i ve ashabını sabır ve ibadete teşvik etmekte, başladığı gibi yine Kur’an’in bilgilendirme ve uyarma işlevine dikkat çekerek son bulmaktadır.(1)
Kuran’ı Kerim, Cömert bir kitaptır. Cömert olanın katından indiği için, ona başvuran yolda kalmaz, ona yönelen daralmaz, bunalmaz; onunla olan her an bir mucizeye tanık olur çünkü o, okuyana can verir, kan verir… Eğer bunları hissedemiyorsak bizde, bizim kitabımıza yaklaşmamızda bir sıkıntı var demektir. Kuran, hayat kitabımızdır; dünya ve ahiret saadeti onunla sağlanır. Onsuz bir mutluluk, mutluluk değil; insanın kendini avutması, kendini kandırmasıdır, boş hayaller peşinde oyalanmadır.
Mekki surelerin genelinde ölüm gerçeği ve ölüm sonrası bizi bekleyen hayat üzerinde durulur. Ahiret inancı, önemlidir. İnsanın kontrollü yaşaması, inancıyla mümkün olur. Hesaba, kitaba, mizana inanmayan bir kişiyi kim tutabilir? Hiç kim
se… Sınırsız özgürlük… Helal-haram yok. Kul hakkı yok. Nefsin tüm isteklerini yerine getirebilirsin, hayatının sahibi, yöneticisi sensin. Kim tutar artık seni. Allah korusun… Allah hidayet versin, hatalardan dönüş yapabilmeyi nasip etsin.
Dünyada elde edilen sonuca göre muamele görmek… Asıl adalet bu değil mi? Zengin fakir olmuşsun, kadın erkek olmuşsun, güzel çirkin olmuşsun, mevki makam sahibi olmuşsun… Bunların hiçbir kıymeti yok. Onları zaten Allah sana lütfetti, onlar senin için ayırt edici unsurlar olamaz ki… Tüm bunlara rağmen, bunlarla beraber sen ne yaptın? Mesela mala ne gözle baktın? Allah’ın emaneti mi, Allah’ın lütfu mu dedin; kazandım, çabaladım benim mi dedin? Benim dediğimiz her şey, ahirette hüzün sebebimiz olmasın kardeşler… Yarın bize yapılacak muamele, bugün yaptıklarımıza bağlı. Bunu böyle bilelim ve gereğini yapalım inşallah…
Ölüm sonrası için, ahiret hayatı için şüpheler taşımak; haşa Allah’ın ilim ve kudretinden emin olmamak anlamına gelir. Yaratılış mucizesini göremeyen, diriliş mucizesini nasıl görsün? İnsanın en büyük düşmanı yine kendisidir, akletmeyen ben’idir. Bakın Rabbimiz nasıl buyuruyor Kaf Suresi 9 ila 11.ayetlerde:
“Gökten bereketli yağmurlar indirdik, onunla cennet gibi bahçeler ve hasat edilen tahıllar yetiştirdik. Bir de salkım salkım meyvesiyle göğe uzanan hurma ağaçları… Hepsi kullara rızık olsun diye. O yağmurla ölü toprağa can verdik. İşte insanların mezardan çıkışları da böyle olacak.“9-11.ayetler
İmanlı akla sahip olanlar ancak anlayabilir bu ayetleri. Gören gözleri, ön kabulleri olanlar idrak edebilir…
Hayatımızın rehberi, kitabı olan Kuran’da sık sık eski kavimlerden bahsedilir. Neden? İnsan, aynı insan; zafiyet ve sapma noktaları aynı; çıkmazları aynı, başkaldırıları, isyanları aynı; peşin olanı, görüneni seven insan… Oysa ne yakın ölüm, ne yakın vuslat, ne yakın kıyamet, ne yakın hesap… Her yaratılan bu gerçeği haykırırken insanın bu gerçeğe sırtını dönmesi, görmemezlikten gelmesi, yok muamelesi yapması ne acı… Ölüm gelmeden, elimizde fırsat varken, eyvahlar işe yaramaz olmadan kendimize, özümüze dönüş yapalım.
Rabbimiz, Mekki surelerin çoğunda ve Medeni surelerde şu gerçeğe dikkatimizi çeker: sabır ve ibadetle her şeyin üstesinden gelebilirsin. Bizim düşmanlarımız, Peygamber Efendimizin düşmanlarından daha mı şedid? Onlar daha mı az zulüm gördüler? Onlar da mal ve evlatlarla, sevilen şeylerle imtihan olmadılar mı? Uhud’da acı çekmediler mi? Yeryüzü genişliğine rağmen onlara dar gelmedi mi? Onlar neye teşvik edildiyse bizler de ona teşvik ediliyoruz: sabır ve ibadet. Bu ikisine nail olanlara ne mutlu. Onlar hayatın şifrelerini çözmüş bahtiyarlar. Çözemeyen, bildiği üzere dimdik duramayan, ilk imtihanda yok olup giden; ibadetle Allah’a yönelemeyen kişilere ne çok yazık. Geçmeleri gereken birçok engelleri var. Allah’a kulluğun tadını, her şeye kul olanlar alamaz. Herkes tadamaz o ayrıcalığı, yardımı, özgürlüğü.
Hayatın gerçeği, ölümdür. İnsan ne kadar düşünmek istemese de, kaçsa da, yok gibi kendini kandırsa da bakın Rabbimiz ne buyuruyor:
“ İnsanı biz yarattık ve elbette içinden geçenleri biliriz; sağında solunda oturmuş alıcılar alıp kaydederken biz ona şah damarından daha yakınız. O hiçbir söz söylemez ki yanında çok dikkatli bir gözetleyici olmasın! Bu durumda iken ölüm sarhoşluğu kaçınılamaz bir gerçek olarak çöküverir; “İşte bu, senin kendisinden kaçıp durduğun şeydir!” Kaf Suresi 16-19.ayetler arası
Bu kaçış nereye? Kimden kaçıyoruz? Bizim yaratılış gayemiz ne? Allahsız bir hayat-Haşa-mümkün mü? İnkârcıların hücreleri bile ehad-ehad-ehad derken, Bilal’in sesini kısmak, ona hayat hakkı tanımamak, ne korkunç, ne acı bir gerçek, ne yaman çelişki. Ağzımızın tadını kaçıran ölümün sırrına ermediğimiz/eremediğimiz sürece hayatın da anlamı avuçlarımızdan kayıp gidecek.
“24-26. (Ve şu emir gelir:) “Atın cehenneme her inatçı kâfiri! İyiliği engelleyen, hak tanımayan, insanları şüpheye düşüren, Allah’ın yanına başka bir tanrı daha koyan kimseyi, atın onu dayanılmaz azaba!” 27. Yandaşı, “Rabbim! Onu ben azdırmadım, o kendisi apaçık bir sapıklık içinde idi” der. 28. Allah şöyle buyurur: “Huzurumda tartışmayın, sizi daha önce uyarmıştım, 29. Bende söz değişmez ve ben asla kullara zulmetmem.” 30. O gün cehenneme “Doldun mu?” diyeceğiz, o ise cevap verecek: “Daha yok mu?”
Kardeşlerim, bu ayetlerden kimse istisna tutulmamış, kimse hariç denilmemiş, en çok sevilen resuller –nebiler bile bu ayetlerin azametiyle ürperip gözyaşı dökmüşler. Allah aşkına biz neye, kime güveniyoruz? Onları ağlatan ayetler bizim neden kalbimizi diriltmiyor? Hala neyi bekliyoruz? Yakın imanın tadına ne zaman ereceğiz? Allah’tan yine Allah’a kaçışımız ne zaman olacak? İrademizin yok olup hesabın başladığı günü mü bekliyoruz?
Her şeyin doğrusunu bilen Rabbimizin şanı ne yücedir. Hamd ve senalar Onadır. Ondan başka ilah yoktur. İşittik ve itaat ettik. Ne mutlu imanın, hayatın, ölümün ve dirilişin sırrına erenlere… Vesselam…
KAYNAK:
1-Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kâfi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu: V/55.