KAPAK – Latif Selvi İle Söyleşi

KAPAK – Latif Selvi İle Söyleşi

“Söz Konusu İnsan Hakları Olunca…”

 

İlkadım: Efendim sizi tanıyabilir miyiz?

Latif Selvi : İsmim Latif Selvi. Eğitim Bir Sen Konya şube başkanı, Memur Sen il temsilcisi ve Konya sivil toplum kuruluşları izafi başkanıyım.

İlkadım: Mavi Marmara gemisinde bulunma sebebiniz ne idi?

Latif Selvi : Biliyorsunuz Ortadoğu’da bir asrı  aşkın süredir bir dram var. Bu dram esasında bütün insanlığın dramıdır. Bölgedeki  İngiliz işgalinden sonra bölgedeki küçük unsurlar büyük unsurlar haline getirilmiş.1949 yılında bir de bağımsız devlet hükmü kazandırılmış ama bölgede yalnızca  terör estiren, bölgeye huzur vermeyen, bütün ülkelerin başının belası olan bir yapı mevcut. Bu yapının ilk mağdurları da Filistin’de yasayan insanlarımız. Yaşamadıkları sıkıntı yok, toplu katliamlar bile gerçekleştirilebiliyor. Bugün 40-50 hatta 60 yıldır -gecekondu diyemiyorum- çadırlarda sürgün hayatı yasayan insanlar var. Hiç kimse tarafından kabul edilmesi mümkün olmayan  bir dramla karşı karşıyayız bunun insani hiçbir şeyle ilgisi yok. Bizler bunun çözülmesini istiyoruz. Bu problemin yaşandığı bölge bizim açımızdan çok ilginç. İbrahimî dinlerin, buluşma noktası mübarek belde KUDÜS‘tür. Kudüs bütün insanlar için çok mübarektir. Biz Yahudi hahamlarla konuştuğumuzda da Hıristiyan rahip ve papazlarla da konuştuğumuz zaman çok önem verdiklerini anladık. Aynı zamanda İslam dini için de çok önemli. Peygamberimizin miraca çıktığı peygamberler şehrinden söz ediyoruz. Böyle kutsal bir mekânın civarındaki insanlar dünyanın hiçbir bölgesinde olmayan bir baskı altında. Bu baskının kaldırılması gerekiyor. Bunun için de hani hep söylenir. “Bu hakikati yerkürede insanlığa duyuracak gerçekleştirecek birileri” olmalıydı. İşte bizim insanca yaşamın bütün unsurlarının ayaklar altına alındığı bu bölgede dikkat çekmek; bölgedeki insanların özgürce ve huzurla yaşamasının teminini sağlamaya çalışma ve tabi ki büyük mağduriyetler yaşayan bu insanlara yardım ulaştırma  gayelerimiz vardı. Burada insanlar açık hapishanede yaşıyorlar. Etrafı tel örgü ile çevrilmiş bir şehir. Tel örgülerin  dışına çıkan her insan kurşun yağmuruna tutuluyor. İnsan yaşamının değeri yok. Herhangi bir sebeple -gerekçesi önemli değil- insanlar öldürülüyor. Böyle bir dram var. En temel gıda maddelerinden mahrumlar. Bina yapma, eğitim görme, tedavi olma imkânına sahip değiller. Bu insanları insanlık adına birilerinin sahiplenmesi gereklidir, biz de bu sorumluluğu üstlenmeye çalıştık. Hep bir hayalimiz vardı; gemilerle yardım götürmek… Bu yardım kafilesine katılan insanların bütün malzemelerinin kaydı var; hepsi insani yardım… Gemide yalnızca bu yardımlar ve bunları götürecek gönüllüler vardı. Tabi ki böyle bir şey varsa biz de orada olmalıydık… Latif Selvi adına değil, temsil etmiş olduğumuz 80 kuruluş adına, eğitim camiası adına, kamu çalışanları adına mutlaka orada bir temsilci olmalıydı. Eğer insanları bir harekete davet ediyorsanız   ilk  fedakârlığı da o insanları  yönetenler almalı idi. Ve  bu güzel hareketin  içine temsil etmiş olduğumuz kurum olarak bizler de katılmış olduk.

İlkadım: Gemide Müslümanlar çoğunlukta belki ama Hıristiyanların, Yahudilerin hatta ateistlerin de bulunduğunu gözlemledik. Türkiye halkı Müslüman olan bir ülke… Acaba maksat Filistinlilere Müslüman oldukları için mi yoksa insan oldukları  için mi insani yardım götürmekti?

Latif Selvi : Elbette ki bizim bu düşüncemizin oluşunda zihniyetimizin, inancımızın büyük katkısı söz konusudur ama burada insana ait bütün değerler ayaklar altında idi. İnsan haklarına saygısı olan, insanın özgürlüğünden yana olan, insanları insan olarak kabul eden hiçbir kişi böyle bir şeyden kendisini azade tutamaz. Gemideki katılım da zaten bunu göstermektedir. İçimizde Hıristiyanlar vardı oraya özgürlük ve yardım için gittiğimizi biliyorlardı. O kadar heyecanlı idiler ki 50 yıl önce o topraklardan kopmuş oranın kıymetini ve değerini bilen insanlardı. İçimizde ateist olanlar vardı, Yahudiler vardı. Her ırktan her dinden değişik düşünceden insanlardan oluşuyordu. İhtiyarlar vardı, gençlerimiz, çocuklarımız, bebeklerimiz, kadınlarımız vardı. Biz daha önce büyük çoğunlukla bir araya gelmiş değildik. Birbirini tanıyan çok azdı ama herkesin bir ortak değeri vardı. Bakın size çok önemli bir şey hatırlatmak istiyorum. Gemide namaz kılıyoruz papaz bizim yanımızda duruyor. Biz dua ediyoruz, o da bizimle beraber duamıza katılıyor. Yani inancının farkını kendine ayırmıştı ama duamız bir, gayemiz birdi. İnsanoğluna yakışmayan bir uygulamayı sonlandırmak istiyorduk. Bütün dünyanın dikkati buraya çekilmeli idi. İnsanların ortak değerleri vardır. Bu değerleri yaşatmaz isek insanlığın birlikteliğini yok ederiz. İşte bu ortak değerlerin bir tanesi de hepimizin insanca yaşayabileceği bir standarda, bir özgürlüğe, bir hakka sahip olmasıdır. Bu gemi insanları bunun için bir araya getirmişti. Ben soruyorum bir Yunanlı ile bir Türkü, bir İspanyol’u bir araya getirebilecek hangi unsur olabilir? Biz bunu yaşadık.

İlkadım: Hocam, tamamen insani amaçlarla yola çıkmış, silahsız sivillerden oluşan bir gemiden bahsediyoruz. Basında ve internette gördüğümüz bazı resimlerde yakaladığınız İsrail askerleri korkmuş biz vaziyette ağlayarak merdivenlerden iniyorlardı bunu nasıl açıklarsınız?

Latif Selvi : İsrail’i yönetenler vatandaşlarını o hale getirmişler ki bir adacıkta yaşıyorlar ve adanın her köşesinden kobra yılanlarının kendilerine saldıracağını zannediyorlar. Bunun için içleri korku dolu. Bütün cesaretlerini kaybetmişler ve sadece saldırıp yok edebileceklerini düşünüyorlar. Bunun izahı çok zor, bu psikolojik tedavi gerektiriyor. Bu askerler bizim elimize düştü ama biz onları korumaya gayret ettik.

İlkadım: Şehitler verdikten sonra, bu insani yardımı insanca götüreceğiz duygusundan biraz daha uzaklaşıp bunların silahları ile bunlara karşı mücadele edelim diye bir duyguya kapıldınız mı?

Latif Selvi : Hayır asla öyle bir duyguya kapılmadık. Biz çok serinkanlıydık ve cesaretliydik. Elbette çılgın bir toplulukla karşı karşıya olduğumuzu biliyorduk. Ve bunların acımasız davranışlarını da biliyorduk. Bakın bizim şehitlerimiz, yaralılarımız geldiğinde bunların askerleri bizim elimizdeydi. Ama buna rağmen bir tane askerin burnunun kanamasını istemedik. Biz çılgınlık nerede durabiliyorsa orada dursun istiyorduk. İki topluluk arasındaki farkı anlamanız açısından söylüyorum; yaralı İsrail askerlerini biz kendi bulunduğumuz noktadan onların bulunduğu tarafa doğru götürürken o yaralı askerleri götüren arkadaşlarımıza da diğer askerler ateş ettiler. Şu acımasızlığa bir bakın. İnsanlık dışı bir şeyle karşılaştık. Biz bu saldırıda herhangi bir uyarıyla karşılaşmadık. Onlar gemiyi işgal etme yolunu seçmişler. Bu işgalde ellerine geçen bütün silahları kullanıyorlar. Bakın öyle silahlar var ki; göz yaşartıcı bombalar, biber gazları, ses bombaları, geçici körlük oluşturan cinsten bombalar, üzerimize yağmur gibi plastik mermi yağdırdılar. Bunlar da yetmedi gerçek mermi kullanmaya başladılar. Hatta adli tıptaki doktorlarımız bazı mermileri tanımlayamadılar. Biz ilk defa karşılaşıyoruz dediler. O mermiler vücudun bir yerinden giriyor. Vücut içinde belli bir mesafe kaydediyor ve vücut içinde ikinci bir patlama gerçekleştiriyor.  Yani delip geçmiyor.

İlkadım: Kayıp kişilerin olduğunu da duyuyoruz?

Latif Selvi : Organizasyon boyunca basında bir bilgi kirliliği oldu. Özellikle saldırıdan sonra bu daha da arttı.  Basının görevi bilgilendirmek. Bundan biz çok mutlu olduk, çok önemli bir görevi yerine getirdiler.  Ama bilgilerin önemli bir kısmı duyumlara dayanıyordu. Ve o duyumlarda da hatalı anlatımlar oldu. Keşke o bilgiler daha sağlıklı gelebilseydi ama bir çatışma ortamında biz de anlayışla karşılıyoruz. Yanlış bilgiler gelebilir. Bunlardan birisi de kayıplarla alakalı. İsrailli yetkililer ısrarla kalabalık bir kitlenin kaybolduğu, denize atlayanlar olduğu, vefat eden arkadaş sayımızın yüksek olduğu ile ilgili haber geçtiler. Anlaşılıyor ki bunlar saldırı sonrasında da katliamlar planlamışlar. Bu katil ruhlu insanlar kamuoyunu alıştırmak amacıyla bakın işte bu kayıptı diyorlar. Kaybın ismi verilmiyor. Vefat edenin ismi yok. Sadece sayı veriyorlar. Denize atlayanların ismi yok. Denize atlayanlar varmış deniyor.  Akdeniz’in ortasında kayboldu göstermek istiyorlar. Devamlı katliamlarla arkadaşlarımızın hayatlarına kastetmeye devam etmek istiyorlar. Hatta çok kötü niyetleri olduğuyla ilgili birçok olumsuz haberler aldık.  Tedavi gören arkadaşlarımızla ilgili bile birçok olumsuz haberler bizlere intikal etti. Ama bizler katılımcıların listelerinin teyidi ile ilgili çok hassas çalışmalar yaptık. İsrail’in bu oyunlarının hepsini bozduk.  Ve şu anda katılımcı arkadaşlarımızın tamamı bize intikal etmiş durumdadır.  Ne kayıpla alakalı ne yaralılarla alakalı ne de şehitlerimizle alakalı olarak her hangi bir eksiğimiz söz konusu değil.  Ama bu haberler İsrail tarafından ısrarla yayılıyor.  Biz bu oyunun da boşa çıkarıldığı kanaatindeyiz.  Bizi Türkiye’ye getirmek için gelen uçaklarımız yaklaşık 15 saat civarında bekledi. Son arkadaşımız bininceye kadar hiçbir uçağın hareket etmemesi konusunda hem yetkililer, hem biz katılımcılar, İHH yöneticileri, hem de Türkiye’den konunun takibi için gönderilen milletvekilleri son ana kadar çalışmalarını yaptılar.  Ama bir arkadaşımız dahi gelmemiş olsa idi onu almadan oradan hareket etmeyecektik.

İlkadım: İsrail Hükümeti sorgulamak için nereye götürdü sizleri?

Latif Selvi : İsrail askerleri gemide yeterli çoğunluğa ulaştıklarına inandıktan sonra bizi götürmeye karar verdiler. Daha önce bize müdahale etme cesaretini gösteremediler. Geldiler ellerimizi sıkıca bağladılar. Üzerlerimizi aradılar. Eşyalarımızı karıştırdılar. Ama sanki amaçları bizim üstlerimizi aramak değil de bizleri psikolojik olarak yıldırmak gibiydi. Ama bizler onlara karşı mücadelemizi psikolojik olarak ta bırakmadık.  Sonra bizleri güverteye çıkardılar. Güvertede uzun süre kaldık. Güvertede helikopter sürekli tepemizde büyük bir gürültüyle dolanarak bizi rahatsız etmeye çalıştı. Daha sonra bizi yavaş yavaş Aştod Limanına götürdüler. Bizi dünyanın gözü önünden kaçırmak istiyorlardı. Gündüz götürmediler. Biz limana vardığımızda yatsıya yakın bir vakitteydik. Orada bir süre daha bizi beklettiler. Daha sonra tekrar arama yapacağız dediler. Esasında amaçları arama falan yapmak değildi. Bu aramaların hepsi bir hastalık alametiydi. Yani bizi görüyor, vücudumuzu cihazlarla arıyorlar ve gemimizde ne olduğunu çok iyi biliyorlar. Buna rağmen sürekli olarak on metrede bir aranıyoruz. Bu arama olarak görülen şey esasında bir kötü muamele yapma girişimiydi. Daha sonra hepimiz vakur bir şekilde devam ettik. Bizi o gemi mahalline yakın bir yerde oluşturulmuş özel çadırlara aldılar. O özel çadırlarda aşama aşama sorgudan geçtik. Birinci aşamasında kimlik tespitimiz yapıldı. Bizim yargıya gideceğimizi biliyorlar. Bunun dünya hukuk sisteminde karşılığı olabilmesi için sanki biz suç işlemişiz gibi bir evrakı imzalatmaya kalktılar. Bizler bunu kabul etmedik, imzalamadık. Daha sonra sorgu odalarına götürüldük.  Soruların hepsinde bizler adeta tehdit ediliyorduk. Bu evrakları imzalamazsanız, sizleri İsrail zindanlarında çürütürüz, bunun bedelini çok ağır ödersiniz gibi tehditler savurdular.  Ama biz bunların hiçbirine aldırış etmedik.  Çünkü İsrail’in neticede bu zulümleri yapmaktan çekinmeyeceğini çok iyi biliyorduk. Hatta ben oradaki görevliye “bunu İsrail askerlerine imzalatın, bize değil” dedim. O da “sizin bir suçunuz varmış ki bu hazırlanmış” dedi. Bize İsrail karasularında korsan girişimde bulunan bir grup muamelesi yapmaya çalıştılar. “Bizler insanî yardım amacı ile buralardayız. Ve biz uluslar arası sulardaydık.  Biz asla bir ülkenin hukukunu çiğnemedik.  Saldırıya uğrayan bizleriz.  İşgal etmek, yağmalamak, saldırmak korsanların işidir. Biz Akdeniz’in İsrail’in işgali altında olduğunu bilmiyorduk. Biz işgal edildik, ele geçirildik, yağmalandık” deyince, oradakiler “Bize korsan mı demek istiyorsun?” diye tepki gösterdiler. Ben de “Ben öyle söylemiyorum. Onun tanımı size ait. Bizim bildiğimiz korsanlar böyle yapar” dedim. Sorgu esnasında “Bu gemilerin yolu kesilmemeli, çünkü önümüzdeki zamanlarda kritik bölgelere yardıma koşacak gönüllü aktivistleri bulmak mümkün olmayabilir. Bu gemiler bir daha kalkamayabilir. Bunun yolu kesilmemelidir, bir gün bu gemilere İsrail de ihtiyaç duyabilir, bir gün biz İsrail’de yaşayan insanlar için de bu gemiyi kaldırmak durumunda kalabiliriz.” dediğimde de rahatsız oldular. 

İlkadım: İnsanî yardım için giden insanlar, insanî ihtiyaçlarını karşılamada zorluk çektiler mi?

Latif Selvi : Elbette zorluk yaşadık. Bizleri kelepçe altına aldıktan sonra aradan 3 gün geçmesine rağmen bileklerimizdeki kelepçe izleri geçmemişti. Sorgu odalarından sonraki o gün her birimden öteki birime geçtiğimizde insani olmayan şeylerin muhatabıydık. İşkence gördük diyemeyiz ama kötü muamele gördük. Ve devamlı hırpalandık. Ben İsrail’deki herkesin ciddi bir psikolojik tedaviden geçmesi gerektiğini düşünüyorum. Çünkü bakıyorsunuz 60 yaşındaki bir insan karşımızda dilini çıkarmış bazı hareketler yapmaya çalışıyor. Haline acıyoruz adamın. Bunu ancak küçücük çocuklar yapabilir. Eğer gerçekten bir tepki göstermek gerektiğini düşünüyorsa yaşına uygun bir tepki göstermesi lazım.  Hepsi paranoyak olmuş gibiydi. Korku doluydular. Adamların gözlerine baktığımızda bizden uzaklaşıyorlardı. Silahlar onlarda, bizlerin elleri bağlı ama kaçan taraf yine de onlar. Bu korkunun temeli ne? Bunun mutlaka sorgulanması lazım. Şöyle bir tespitim daha var: İsrail’de yaşayan herkes, Filistin’dekiler gibi kendilerini bir açık hapishaneye mahkûm etmişler. Bunun bilinmesi lazım.

İlkadım: Son olarak neler söylersiniz?

Latif Selvi : Biz her zaman insanımızın, yüce değerler söz konusu olduğu zaman bütün tartışmaları bir kenara bırakarak bizimle bütünleşeceğini umuyorduk. Ama bunu fiilen de görmüş olmanın mutluluğunu yaşadık. Bu durum bizim çektiğimiz sıkıntıların hepsini bir anda unutturdu. Bizler şu anda psikolojik olarak, moral olarak çok iyi durumdayız. Bu karşılaştığımız tablo bizi üzmedi. Yaptığımız görevin büyüklüğünün farkına vardık. Doğrusu biz yolculuğa çıktığımızda, dünyayı bu kadar harekete geçirecek bir girişimde bulunduğumuzun çok da farkında değildik. Bu girişim önemli bir kilometre taşıydı. Ama bu kadar büyük bir infial oluşturacağını veya bu kadar büyük bir duyarlılık oluşturacağını da bilmiyorduk. Bunu da görmüş olduk.  Şunu unutmamak lazım; demek ki insanlık ölmemiş. İnsanlık olarak insan hak ve özgürlükleri doğru bir şekilde ortaya konduğunda bütün kalpler birbiriyle yaklaşabiliyor. Dillerimiz, dinlerimiz farklı olsa bile aynı duygular etrafında toplanabiliyoruz. Birlikte hareket edebiliyoruz. Bu gemi bunun örneği oldu. Bakın gemide ellerimiz arkadan bağlı tutukluluk halinde iken  bir İngiliz bayan bizlere su içirdi. Hâlbuki biz o insanı ilk defa o gemide gördük. Daha önce tanımıyorduk.  Ve askerler o bayana sürekli olarak oturmasını ve bu hizmeti bırakmasını istiyorlardı. Ama o bu uyarılara hiç kulak asmıyordu. Kurşun yemek pahasına bizlere su vermeye devam ediyordu. O anda dudaklarımız birbirine yapışmıştı. O gemide böyle bir birliktelik vardı. İnşallah bu hayırlı neticeler bundan sonra da devam eder.

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.