MAL HIRSININ VERDİĞİ ZARAR

MAL HIRSININ VERDİĞİ ZARAR

Bismillahirrahmanirrahim

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bir hadis-i şeriflerinde buyuruyorlar:

“İki aç kurdun bir koyun sürüsüne dalıp verdiği zarar mal ve şöhret hırsına kapılan kişinin dinine verdiği zarardan daha fazla değildir.” (Tirmizî, Zühd)

Mal ve şöhret hırsı kişiyi maddî ve manevî birçok sıkıntılara sürükler ve kalbin huzurunu da bozar. Kişi önceleri iyi niyetlerle mal ya da şöhret isteyebilir. Ancak zamanla hırsa kapılırsa tüm manevî değerlerinden taviz vermeye başlar. Bu da dinî yaşantısının perişan olmasına, inancının zayıflamasına yol açar.

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem başka bir hadis-i şerifinde şöyle buyuruyorlar:

“Âdemoğlu yaşlanır, fakat ondaki iki şey gençleşir: Mal üzerine hırs, ömür üzerine hırs…” (İbni Mâce, Zühd)

Evet, insanoğlu bedenen yaşlanır, fakat mal sevgisi ve uzun ömür hırsı onda baki kalır.

“Her ümmetin bir fitnesi vardır. Benim ümmetimin fitnesi maldadır” (Tirmizî, Zühd).

“Siz kendinizden aşağı olanlara bakınız; sizden yukarı olanlara bakmayınız. Çünkü böyle yapmak, Allah’ın üzerinizdeki nimetlerini küçümsememeniz için daha uygundur.” (Müslim, İbni Mâce, Zühd)

“Âdemoğlunun iki vadi dolusu malı olsa, bir üçüncüsünü ister. Âdemoğlunun karnını (gönlünü) topraktan başka bir şey doldurmaz. Şu kadar ki, tevbe eden kişinin tevbesini Allah kabul eder” (Buhârî, Tirmizî, Zühd).

 İnsanı başkalarına karşı üstünlük taslamaya ve övünmeye sevk eden her mal ve şöhret sahibi için büyük bir afettir.

Değerli müslümanlar!

Tekasür suresinde Allah Teâlâ:

“Mal ve evlat çokluğu ile övünmek sizi oyaladı.”

Alak suresinde:

“İnsan kendini müstağni ve zengin görünce mutlaka şımarır.” buyrulmaktadır.

Hâlbuki insan olarak bizler ne kadar aciziz.  Allah’ın yüce kudreti karşısında bir hiçiz. Bu hiçliğimizi, bu hâlimizi idrak ettiğimiz sürece ne makam ve mevkiimiz, ne malımız mülkümüz bize asla ve asla bir gurur, bir kibir, bir övünç vermez. Ama kişi hiçliğini, fânîliğini, bir gün ölüp huzur-ı ilâhîye varacağını unutursa işte o zaman insanı bir kibir, gurur, öğünmek alır götürür ve bir yerde bakarsınız ki, insanın manevî hayatı kaybolmuş gitmiş; nefsinin, şehvetinin, kör benliğinin zebunu olmuştur.

Dünya ve dünya malını sevmek insanı cimriliğe sürükler. Allah yolunda infak edemez ve hatta farz olan zekâtını bile vermekten bile imtina eder. Malım azalır, fakir olurum korkusu ve endişesi onun hayatını çekilmez hâle getirir. Hâlbuki Allah Teâlâ Hadid suresi 20. ayette:

“Bilin ki, dünya hayatı ancak bir oyun, eğlence, aranızda bir övünme ve daha çok evlat sahibi olmadan ibarettir.”

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ise:

“Dünyayı sevmek bütün hataların başıdır.” (Beyhaki, Şuabül İman; Ahmed, K. Zühd)

 “Dünyanın helali hesap, haramı ateştir.” (Beyhakî)

“Şeytan der ki:

Mal sahibi üç şeyden biri ile benden selamete erişemeyecektir: Sabah, öğle, akşam ona vesvese verip onu üzüntüde bırakırım. Malı helalinden elde etmemesi, haramlara dalması, mallarını gerekli yerlere harcamaması için onu teşvik ederim. Üçüncüsü de malı ona öyle sevdiririm ki, o sevgi onun malın hakkını vermekten (zekât, sadaka, hayır yapmaktan) men eder.” buyurmaktadır.

Diğer bir hadis-i şerifte:

“Dünyasını çok seven ahiretine zarar verir. Ahiretini çok seven dünyasına zarar verir. Artık sen baki kalacak olanı tercih et.” (Beyhakî) Yani ahiretini dünyaya tercih et.

“Mal çoğaltanlar helak oldular. Ancak onu Allah’ın kullarına sarf edenler müstesna! Onlar ise pek azdır” (Taberanî)buyruluyor.

Değerli Müminler!

Allah yolunda mallarımızı sarf edersek, helalinden kazanıp, helal yollara harcarsak, mal insan için bir ahiret ameli haline gelir. Bulunduğumuz imkânları, mevkîleri yine hayra kullandığımız bir vasıta kılarsak, o bulunduğumuz mevkîler de bizim için bir ahiret kazancı hâline dönüşür. Fakat mal, makam hırsı sürekli içimizi kemirirse işte o zaman her şey dünya olur ve dünya olan şeyler ahiretimize zarar verir.

Değerli müslümanlar!

Şöhret düşkünlüğü ve hırsı, şöhret sahibi olmak için uğraşmak, insanların kalbinde yer etmek için onlara hoş görünerek dinimizin esaslarından taviz vermek mezmumdur, haramdır. Ancak insanlar arasında şöhret bulmak için değil de yalnız Allah rızası için, Allah yolunda çalışırken itibar görmek, sevilmek ve sayılmak böyle değildir. Çünkü bu hâl kişinin kendi gayreti olmadan ortaya çıkan bir durumdur. Siz milletiniz için, insanların faydasına çalışmalar yapıyorsunuz, insanlar da sizi seviyor, insanlar arasında itibar sahibi oluyorsunuz. Ama sizin isteğinizle değil, sizin çalışmalarınızın tabii neticesi olarak bu böyle zuhur ediyorsa böyle bir itibar mezmum değildir.

İnsanın nefsi övülmeyi, şöhret bulmayı ve insanlar arasında itibar sahibi olmayı sever. Fakat kötülenmeyi, zem edilmeyi sevmez. İnsan yapısında böyle bir şey vardır. Bu sebepten kişinin bu hususlarda çok dikkatli olması lazımdır.

İmam-ı Gazali bu hususta şöyle diyor:

“Şüphesiz seni kötüleyen kimse üç halden biri ile muttasıftır. Seni kötüleyen kimse ya söylediklerinde haklıdır. Zira söylediklerini sana açıklayarak nasihat kastıyla söylemiştir. Yahut sözünde doğrudur. Fakat eza vermeyi kast etmiştir. Veya söylediklerinde yalancıdır. Yani sana suizan etmiş, sana iftira etmiştir. Bu şekilde aleyhine konuşmuştur.

Seni kötüleyenin sözü doğru ve maksadı nasihat ise o vakit onu kötülemen, kin beslemen gerekmez. Bilakis ona minnettar kalman gerekir.

Sana eza vermek için yapana gelince, yaptığı iş kendi dini hakkında işlenmiş bir cinayettir. Hakikatte ise onun tarafından sana hediye edilen, senin faydalandığın bir nimettir.

Şayet kötülendiğin şey hususunda iftiraya uğramış, sende olmayan bir ayıpla itham edilmişsen; seni kötüleyen her şahıs iyiliklerini ve sevaplarını sana hediye etmiştir. Ve o kimse dini hakkında cinayet işlemiş, iftira ederek kendini mahvetmiş ve Allah’ın amansız azabına duçar olmuştur.”

Evet değerli müminler!

Onun için kişi nefsini hiçbir zaman haklı çıkarmaya çalışmamalıdır. Nefis her zaman hile yapar. Sahibini sıkıntıdan sıkıntıya kor ve eziyet eder.

Buhari, Müslim’de rivayet edilen bir hadis-i şerifte Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyuruyor:

“Size cennet ehlini göstereyim mi? Onlar zayıf, başkalarına nazarında değersiz kimselerdir ki, bir şey hakkında Allah’a yemin etmişler olsalar, Allah onların yeminini boşa çıkarmaz. Cehennem ehli ise kibirli, gururlu, kimseyi beğenmeyen şöhret düşkünü kimselerdir.”

Bizler müslüman olarak bir hiçlik içinde olmamız gerekir. Çünkü neticemiz bedenî olarak hiç olmaktır. Elimizdeki, maddî olan her şey hiç olacaktır. Yalnız, ruhumuz Allah’a yükselecektir. Yapmış olduğumuz salih ameller Rabbimizin karşısında değer kazanacaktır. Onun için, Allah’ın, her şeyi yoktan var eden yüce kudreti karşısında tevazu libasına bürünmek, tevazu ahlakıyla ahlaklanmak gerekir. Çünkü tevazu, büyüklerin ahlakıdır. Salihlerin ahlakıdır, peygamberlerin ahlakıdır. İşte böyle bir ahlaka bürünen, kibri, ucubü, şöhret düşkünlüğünü, mal hırsını atıp, Allah katında hiçliğini fark eden insanlar mutlaka kazanan insanlardır. Şöhret düşkünlüğü, mal düşkünlüğü ile hayatını geçiren insanlar ise mutlak ziyandadır. Kaybedenlerdir. Görülüyor ki mal sevgisi ve şöhret düşkünlüğü manevî hayatı karartan, dînî hayatı öldüren bir zehir, amelleri yakan bir ateş gibidir. Allah’a kulluğa, müslümanlara hizmete, Allah yolunda cihada mani teşkil eden mezmum bir sıfattır.

“Ey iman edenler, mallarınız ve evlatlarınız sizi zikirden alıkoymasın! Kim bunu yaparsa işte o hüsrandadır.” (Münafikun 9)

“Doğrusu mallarınız ve evlatlarınız sizin için bir imtihandır.  Büyük mükafât ise Allah’ın yanındadır.” (Teğabün 15)

İnsanlar mal çokluğu ile evlat çokluğu ile övünürler, kibirlenirler, büyüklenirler ve malları, evlatları yolu ile şöhret kazanmak isterlerse imtihanı kaybetmiş olurlar. Fakat:

“Mal da Allah’ın, mülk de Allah’ındır. Evlat da Allah’ındır. Bütün bunlar bana Rabbimin bir hibesidir, bir hediyesidir. Bir emanettir. Bunları yerli yerinde kullanmam ve evlatlarımı da en iyi bir şekilde yetiştirmem ise benim en büyük vazifemdir.” derler ve bunun idraki içinde mallarını Allah yolunda harcar, evlatlarını da iyi bir insan olarak yetiştirme gayreti içerisinde bulunurlarsa işte o zaman o evlat da, o mal da ne büyük bir lütuf, ne büyük bir ikramdır.

Çocuklarımızın çoğu ilgisizlikten sokaklarda ve ahlak bozucu yerlerde vakit geçiriyorlar. Onlara sahip olmamız lazım. Onlar hayatımızın bir meyvesidir. Bir ömür boyu yetiştirdiğimiz, emek verdiğimiz, sıkıntılara girdiğimiz yavrularımızın pespaye bir evlat olarak yetişmelerine fırsat vermemeliyiz. Onlara önce Rablerini tanıtmalıyız. Allah’ını tanımayan bir insanın, insanlığa verebileceği hiçbir şey yoktur. Milletine, vatanına yapacağı bir hizmet yoktur. Onlar, toplumu içten içe kemirip çökerten güvedirler. Onun için evlatlarımıza sahip olalım ve onlara Rablerini tanıtalım. Yaratanını, peygamberlerini ve dinlerinin gereğini öğretelim.

Değerli müminler!

Hepimize malumdur, eğer yakinen ilgilenmez isek evlatlarımız başkalaşıyor. İşte imam hatip okulları, milletimizin helal parasıyla kurulmuş bu okullar maalesef boşaltılmakla karşı karşıya. Her müslümanın vicdanı sızlamalı. Kur’an kursları da öyle. Çocuklarımızı imam hatip okullarına yazdırmaya götürelim. Çocuklarımızın dinini öğrenmesi için çok gayret sarf edilmiştir. 50 yıla yakındır rahmet-i rahmana kavuşanlar, hâlâ hayatta olanlar, bu işin farkında olanlar büyük gayretler göstermişlerdir. Ölenlerin kemiklerinin sızlamaması, kalanların da vicdan azabı çekmemesi için hepimiz birden gayret edelim. Köylerde, kentlerde okuma imkânı bulamayan öğrencilerimize, çocuklarımıza, yavrularımıza imkân tanıyalım.

Değerli Müminler!

İmam hatip okulları eskiden daha iyi şekle gelecek diye ümit ediyoruz. Bir insan Rabbini bilirse, Peygamberini bilirse, dinini bilirse, hayat kitabı olan Kur’an’ı öğrenirse, o insan vatanına, milletine, bütün insanlığa faydalı insan demektir. Kalbinde iman olmayan, Muhammedî bir ahlakla ahlaklanmayan insanlar, sadece kendi nefsini, kendi enesini, kendi benliğini düşünürler. Onun için gelin hep beraber yeni bir sevkle, aşkla gayrete gelelim ve imam hatip lisesi ve Kur’an kurslarını yeniden yavrularımızla dolduralım.

Değerli müminler!

En büyük kazanç işte burada yatmaktadır. Bir insanın kendi çocuğunu böyle yetiştirmesi onun ahirette kurtuluşunun da bir vesiledir. Evlatlarımıza yapacağımız bu hizmet bütün insanlığa yapılan bir hizmettir. Çünkü bir toplumda bir âlimin varlığı o toplumun damarlarındaki kan mesabesindedir. Vücudumuzdaki ruh mesabesindedir. İlmi ile amel eden ve ilmi dünyası için kullanmayıp insanlığın faydası için öğrenen ve onu öğreten kendi hayatında ilmi ile âmil olan bir âlimin bir toplumda bulunması o toplumun -tekrar edeyim- damarlarındaki kanı ve bedenindeki ruhu mesabesindedir. Çocuğumuzun böyle insan olmasını istemez miyiz? Böyle bir kazanç ne büyük bir kazançtır. Allah’ın Rasulü:

“İnsanların en hayırlısı insanlara faydalı olandır.” (Camiussağir) buyuruyor.

İşte, insanların en hayırlısı olan böyle bir evlat yetiştirmek bir baba ve bir anne için ne büyük bir mutluluk, ne büyük bir kazançtır. Bu kazanca talip olalım, bu mutluluğa talip olalım ve yavrularımızı bu okullara göndererek dinlerini öğrenmelerini, İslam’ı öğrenmelerini sağlayalım. Bu okullara emek verenlerin, bu okulları bina edenlerin, bu okullara zevkle hizmet edenlerin ayrıca duasını alalım. Rabbimizin rızasını kazanalım.

Değerli müminler!

İnsan dünya hayatında, ahiret hayatını kazanır. Dünyadan göç ettikten sonra ahirette ahiret kazanılmaz. Öyleyse biz bu dünya hayatında kendimizi ahiret hayatını kazanmaya yönlendirelim. Bu demek değildir ki, dünya için çalışmayalım. Hayır, eğer çocuğumuzun rızkını, ailemizin rızkını kazanmak niyetiyle çalışıyorsak bu zaten dünya değildir. Dünya için çalışmış değiliz, yine ahiret için çalışmışızdır. Çünkü çoluğumuzun, çocuğumuzun rızkını kazanmak için çalışmak da bir ibadettir, ama şartlarına uygun bir çalışma. Helal yollardan, helal mal edinmek için çalışmak ve gayret etmek.

Sohbetin başında okuduğumuz hadis-i şerifte kötülenen, mal ve şöhret hırsıdır. Yoksa mal sahibi olmak, zengin olmak İslam’da zem olunmaz, kötülenmez. Böyle zannetmeyelim. Zem olunan, kötülenen şey mal ve zenginlik değil mal sevgisi, dünya sevgisi ve şöhret düşkünlüğüdür. Malını helalinden kazanan, ticaretle uğraşırken bir müslüman olarak yapması gerekenleri ihmal etmeyen ve kazancının fazlasını cimrilik yapmayarak Allah yolunda cömertçe ve ihlâsla tasadduk eden zenginler ağniya-yı şâkirindirler. Böyle bir zenginlik makbul bir zenginliktir: Allah indinde makbuldür, insanlar indinde makbuldür.

Evlatlarımız ve mallarımız bizim için bir imtihandır. Eğer mallarımızı böyle kazanırsak, evlatlarımızı da yukarıda izah ettiğimiz şekilde iyi bir müslüman, iyi bir insan olmaları için gayret ederek öylece yetişmelerini sağlamaya çalışırsak, işte bu imtihanı kazanırız. Dolayısıyla evlatlarımız ve mallarımız Allah’ın rızasını kazanmamıza vesile olmuş olur.

Rabbimiz Teâlâ bizleri bu şuurla bu idrakle, bu anlayışla kul olma, kulluk vazifemizi yapma ve son nefesimizde La İlahe İllallah Muhammedür Rasûlullah diyerek imanla huzuruna göçmeyi nasip eylesin. Bu şuuru bize ihsan eylesin.

ÂMİN.

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.