Cahiliye Etkisi; Düşünmeden Yaşamak!

Coğrafyanın ve iklimin toplumların tarihlerini belirlemede etkili olduğu varsayımı altında Arap Yarımadası’nın büyük çoğunluğunun çöllerle kaplı olmasının bölge insanlarının siyasi, sosyal ve ekonomik yönelişlerini belirlediğini ifade edebiliriz. İslam’ın doğduğu asra kadar Hicaz, Arap Yarımadası’nın en bakir ve bağımsız bölgesi olma özelliğini sürdürmüş, nesiller boyunca bu hür ortamda yetişen Hicaz’lılar neseplerini, geleneklerini ve dillerinin safiyetini koruyabilmişlerdir. (İslam Öncesi Araplar ve Dinleri, s.29) Bu durum bölge halkına doğal bir koruma imkânını ve dış kaynaklı bütün etkilerden uzak kalmasını sağlamıştır. Bu ortamın getirdiği en önemli sonuç kabile toplumunu daha kapalı bir duruma götürmüştür.
Aynı denizin kıyısını paylaşan insanlar gibi çölün insanları da benzer sosyal ve ekonomik yönelişlere sahiptir. Çölün iklimi insanların karakterleri üzerinde etkili olmuştur. Arap Yarımadası’nda kabile yaşantısının özellikleri, kabile içi ve dışı ilişkiler, ferdin fertle ve ferdin kabileyle olan ilişkileri çölün ikliminin tezahürleridir. Çöl şartları nedeniyle kabile sistemine dayanan bir düzenden meydana gelmiştir. Çölde iklim ve yaşam koşulları sert olduğundan küçük topluluklar şeklinde yaşamak zor olduğu için insanlar hayatlarını devam ettirebilmek amacıyla kabile şeklinde yaşamışlardır. Kabile yaşantısı sayesinde insanlar soylarını devam ettirebilmiş ve güvenliklerini sağlamışlardır. Kabile toplumunda asabiyet, çöl hayatının zorunlu ve tabii neticelerindendir. Bu sebepler zorunlu olmakla birlikte bölge insanını zulmü teşvik eden bir yapıya ve kültüre sürüklemiştir. Kendi varlığını korumak adına yırtıcı canlı refleksini hayat tarzı olarak benimsemek durumunda kalmışlardır.
Kabileye ait olmak kişinin var olma garantisi anlamına geldiği için insanlar kabilelerine bağlanmış ve kabile geleneklerine uygun hareket etmişlerdir. Çünkü kabile kurallarına uymayan ve kabilede düzeni bozan kişi, mensup olduğu kabilesi tarafından dışlanmakta ve kabile tarafından himaye edilmemektedir. Bu durum kabileden dışlanan kişinin karşılaşabileceği en büyük sorundur. Çünkü kabile kuralları dışına çıkan üyelerin himaye garantisi iptal edilir ve kabile sisteminin dışına atılırdı.
Cahiliye döneminde Arapların en önemli geçim kaynağı baskın ve yağmalardı. Bu yağmalar genellikle aralarında herhangi bir anlaşma bulunmayan kabilelere yapılırdı saldırıya maruz kalan kabile intikamını almak için uygun zamanı kollardı. Cahiliye Arapları haram ayları olan Zilkâde, Zilhicce, Muharrem ve Receb aylarında birbirleriyle savaşmaz, baskın ve yağma yapmazlardı. Bu aylarda Arap kabileleri barışı fırsat bilerek Mekke’ye gelerek kurulan panayırlarda alışveriş yapıyorlardı. Hacılar birkaç gün konaklıyor, ihtiyaçlarını gideriyor, mallarını satıp, gece sohbeti ve eğlenceler düzenliyorlardı.
Cahiliye dönemi Araplarında tek eşlilik bulunmamaktaydı. Bir erkek birden fazla kadınla evlenebiliyordu bu evliliklerin hukuki bir dayanağı yoktu. Çetin çöl şartlarında erkek çocuk sahibi olmak bir ayrıcalık göstergesiydi. Erkek çocuk soyun üremesi için oldukça önemliydi bu nedenle kız çocukları ikinci sınıf insan muamelesi görmüşlerdir. Buraya kadar ifade ettiğimiz paragraflarda cahiliye dönemi içinde bulunduğu şartların bir neticesi olarak görülse de bu durum mazur görülemez. İnsan eşref-i mahlûkat olarak yaratılmıştır.
Cahiliye, geçmişte yaşanmış bir tarihi süreç değil, her an kendini tekrar edebilen bir zihniyettir. Cahiliye bilmeme değil aslında bilinmesi gerekenleri inatla-gafletle öğrenme yolundaki gayreti terk ederek nefsine tabi olma da denilebilir. İnsanlar birey olarak bir hayatın içine doğuyor. İnsan içine doğduğu toplumda gelişen olayların etkisi ve büyük çoğunluğun yaşam biçimi olarak benimsediğini gözlemlemesiyle hayatını ve değer yargılarını sıradanlaştırıyor. Bu durum öylesine normalleşiyor ki sonunda gördüklerini tek hakikat ve yapılması gereken eylemler olarak kabul etmeye başlıyor. Sanki cahiliye toplumunu teşekkül ettiren en önemli sebep düşünmemekle birlikte gereği gibi akletmeyi terk etmekten meydana geliyor. Meselenin özü-anlamı kaybolunca zandan ibaret anlamlar tevarüs ediyor. İnsanın inandığı yaşama biçimini ihmal etmesiyle hayatının istikametini tehlikeye atmıştır. İnanmak, aslında bir kararlı şekilde rasgele olmayan bir hayata sarılmaktır. Mekke’nin durumuna en açıklayıcı örnek ve bulundukları durumu izhar eden olay Habeşistan Kralı huzurunda açıklanmıştır. Habeşistan Kralı huzurunda Müslümanlar adına konuşan Cafer b. Ebu Talib’in dilinden dökülmüştür:
“Ey hükümdar, Allah aramızdan birini seçip de onu kendisi için elçi olarak gönderene kadar biz cahillerdendik, putlara tapar, ölü hayvan eti yer, fuhuş yapardık. Akrabalık bağlarına riayet etmez, komşuluk haklarını tanımazdık. Güçlü olanlarımız zayıf olanlarımızı ezerdi. Uzun bir müddet bu halde yaşadık. Sonra Allah bize aramızdan soyunu, doğruluğunu, güvenilirliğini, namusluluğunu bildiğimiz bir peygamber gönderdi. O bizi Yüce Allah’ın birliğini tanımaya ve O’na ibadet etmeye çağırdı. Ağaç ve taştan yaptığımız putlara tapmaktan, Allah’a ortak koşmaktan uzaklaştırdı. Bize doğru söylemeyi, emanete ve akrabalık bağına riayet etmeyi, komşularla güzel geçinmeyi, haramdan, kan dökmekten sakınmayı emretti. Fuhuştan, yalandan, yetim malı yemekten, namuslu kadına iftira etmekten menetti. O bize, diğer insanlara kötülük yapmaktan çekinmeyi, sadece Allah’a ibadet etmeyi, sadaka vermeyi, oruç tutmayı ve her çeşit iyi ve güzel fiiller işlemeyi öğretti.(İbni Hişam 1. Cilt)
Her toplumun, milletin kendine has fıtri eğilimleri bulunduğu gibi dış etkilerin ve şartların tesiriyle bir mecraya, kültüre ve sosyal hayata devinim gösterebilmektedir. Yukarıda ifade edilen durumu okuduğumuzda nasıl olabilir diye düşünüyoruz ama bugün bizler kendi hayatımızı, yerle bir ettiğimiz kültürümüzü önemsemiyor ve değerlendirmiyoruz. Bu konuda biraz düşünmeye ihtiyacımız bulunmaktadır. Bulunduğumuz coğrafyayı araştırdığımızda görürüz ki çeşitli eğilimlere müsait kavimler ve iklimlerle karşılaşırız. Bizler biliyoruz ki bu coğrafyada yaşayan insanlar hayat veren hakikate yöneldiklerinde bütün etkilerden kurtularak yüzyıllarca bir sancak altında huzur içerisinde yaşamaları mümkün olabilmiştir. Ne zaman ki cahiliye adetlerinin etkilerinde kalınmaya başlanmış işte o vakit birlik dağılmış, huzur hayatlarımızdan çekilmiştir.
(Faydalanılan Makaleler: Sosyo-Ekonomik ve Kültürel Yönden İslam Öncesi Mekke Toplumu-Abdurrahman Kurt, Cahiliye Devrinde Araplarda Sosyal ve İktisadi Hayat-Dr. Mehmet Bölükbaşı, Çölün Ekonomisi: İslam Öncesi Arap Yarımadası’nda Ticaret, Ortaklık, Para ve Kredi- Faruk Bal)