İyi ve Kötü Ahlak

İyi ve Kötü Ahlak

Hazreti Mevlana ne güzel buyuruyor:

“Ay  geceden ürkmediği, karanlıklardan kaçmadığı içindir ki nurlandı, ışık saçmaya başladı. Gül de o güzel kokuyu diken ile hoş geçindiği için kazandı.”

“Bu hakikati gülden de işit. Bak o ne diyor:

“Dikenle  beraber bulunduğum için neden gama düşeyim, neden kendimi kedere salayım? Ben ki gülmeyi, o kötü huylu dikenin beraberliğine katlandığım için elde ettim. Onun vesilesiyle aleme güzellikler ve hoş kokular dağıtma imkanına kavuştum.”

Bir insanın değerini anlamadaki gerçek ölçü, Doğru inancı ve amelleridir. Doğru inanca ve salih amellere sahip bir kimse, yanlış inanç ve kötü amellere sahip bir kimseden, çok çok üstün bir mevkiidedir. Dolayısıyla bir kimsenin kalitesi mülküyle, yoksulluğuyla değil, düşünce ve amelleriyle ölçülür. İbadet ve taatını yaparken mü’minin vazifesi örnek teşkil etmelidir. Çevresinde kaba ve kırıcı birisi olarak tanınmamalıdır. Namaz kılarken, oruç tutarken ve bu gibi ibadetleri yaparken insanın konumu sadece “kul” olmaktır. Fakat o, Allah’ın dinini yaymaya çalıştığında, Allah’ın “dostu ve yardımcısı” olma gibi eşsiz ve yüce bir konuma yükselmektedir. Bu da bir insanın bu dünyada ruhi yücelme ile kazanabileceği en yüksek makamdır.

İnsanlar arasında, çok cüz’i şeylerle satın alınabilecek kadar ucuz olanları bulunduğu gibi, dünyalar dolusu altın ve elmaslarla satın alınamayacak kadar pahalı olanları da vardır. Milletleri yükselten de işte bu ikinci kısımda olanlardır. Pahalı insanlar, yağmur yüklü bulutlar gibi, hep yüksek ideal ve faziletlerle yüklüdürler.

Hz. Mevlana: “Nice insan gördüm ki giyecek bir elbisesi yok, nice elbise gördüm içinde insan yok.”  diyerek şeklen böbürlenip gezenlerin aslında insanlıktan bihaber olduğunu, giyimi kuşamı son derece sade olan çok kişilerin de kalite noktasında ötekilerden çok daha iyi olduğunu ne güzel vurgulamıştır.  Mal, mülk ve makam gibi şeyler hep gelip geçicidir. Diğer bir tabirle bugün var yarın yok olabilecek şeylerdir. Önemli olan, kalıcı olan iyi insan olabilmek, kaliteli adam olabilmektir. Bu fani alemden ebedi aleme göçtüğünde adından, iyi kimseydi, diye söz ettirebilmektir. Önemli olan budur. Herkese karşı merhamet ve şefkat dağıtabiliyor muyuz? Fakire, yetime, düşküne karşı kol kanat gerebiliyor muyuz? Müslüman olmayana dahi, onu da  Rabbim yarattı diye merhamet etmek lazımdır. Düşmanlık onun şahsına değil günahına olmalıdır. Kısacası; “Yaratılanı sevmeli, Yaratan’ssdan ötürü.”

Resûlullah Efendimiz bir hadîs-i şerîflerinde:

-“Müflis kimdir, biliyor musunuz?” buyurdu. Eshâb-ı kirâm (Peygamber efendimizin arkadaşları);

 -“Bizim bildiğimiz müflis; parası, malı olmayan kimsedir” dediler.

Bunun üzerine; “Ümmetimden müflis şu kimsedir ki, kıyâmet günü namazları ile oruçları ile ve zekâtları ile gelir. Fakat; kimisine sövmüştür, kiminin malını almıştır, kiminin kanını akıtmıştır, kimini dövmüştür. Hepsine bunun sevaplarından verilir. Haklarını ödemeden önce sevapları biterse, hak sahiplerinin günâhları alınarak buna yüklenir. Sonra Cehennem’e atılır” buyurdu.

(Hadîs-i şerîf-Mektûbât-ı Rabbânî)

 Âhirette müflis olmaktan çok korkmalıdır. Onun için kimsenin hakkını yememeli, herkese güler yüzle muâmele etmelidir. (Seyyid Abdülhakîm)

Huzûruna müflis olarak geldim,

Yüzünün güzelliğinden bir şey isterim.

Şu boş zembilime elini uzat,

 O mübârek eline güvenirim.

 (Şâh-ı Nakşibend)

Hayatını insanların iyi ve kaliteli olması için harcamış,  ömrünü insanlara hizmete adamış Nakşibendi yolunun piri olmuş ve yolunu takip edenlere mürşidi kamil olmuş Allah ve Rasûlü –aleyhisselatü vesselam- aşığı bir kimsenin bu denli yakarışını görünce, bizim halimiz nice olur? Muhasebesini inceden inceye yapmamız, bu konuda çok tefekkür etmemiz lazım.

Hz Mevlanadan Güzel bir öğüt!!!

Huysuz adamın biri bir gün herkesin gelip geçtiği yol üzerine dikenli çalılar diker. Yoldan geçenler her ne kadar “Bunları buradan sök at” dese de o bunların hiçbirine kulak asmaz. Yine kendi bildiğini okur. O dikenli çalılar büyür yoldan geçen halkın ayağına takılır, onlara eziyet eder. O yoldan geçenler perişan olur.

 Bu durum valiye kadar intikal edince vali onu yanına çağırır. Dikenleri sökmesi için emreder. O da sökerim diye söz verir; ama bugün yarın diye ertelemeye devam eder. Ne sökmem der ne de sökmeye teşebbüs eder. Bir gün vali onu yanına çağırır; “Verdiği sözde durmayan adam, emrimi uygula!” diye sıkı sıkı tembihler. Ağır ikazlarda bulunur. Çalıları diken huysuz adam da şöyle der: “Önümde hayli günler var. Merak etme nasıl olsa günün birinde sökerim.” Vali ise çabuk olmasını söyler ve onu uyarmaya devam eder. Ama adam sözden anlamaz. Dikenler de kök salıp büyümeye devam eder. Mevlânâ, hikayenin bu kısmında bir işi yarına ertelerken zamanın su gibi akıp gittiğini söylüyor ve; “Her gün sen yarın bu işi görürüm diyorsun ama günler geçip gittikçe o dikenler daha da kuvvetleniyor. Onu sökecek olan da ihtiyarlıyor, kuvvetten düşüyor. Sen de her bir kötü huyunu bir diken bil. O dikenler kaç keredir senin ayaklarına battı. Kaç kere oldu seni kötü huyun yaraladı. Sen kendi tabiatından hastalandın da duygusuzluğun yüzünden habersizsin. Çirkin huyunun da başkalarını rahatsız ettiğini bilmiyorsun. Sen şu dikeni gül fidanı haline getir. Gül fidanı ile onu aşıla. Böylece sendeki dikenler gül fidanı haline gelsin. Eğer sen de şerri gidermek istiyorsan, ateşin gönlüne hakkın rahmet suyunu dök.”

Mevlânâ, burada nefsinin kötü arzularına düşmeyi dert edinmeye dikkat çekiyor ve diyor ki:

“Nefsinin ateşi söndüren sonra, gönül bahçesine dikersen biter. Laleler, ak güller, güzel kokulu çiçekler yetişir. Sözün kısası; işini yarına bırakma. Çabuk tövbe et de istiğfarı yarına bırakma. Yıl geçti ekin vakti geldiğinde sende yüz karalığından başka bir şey kalmaz.

İnsanların ahlakı değişebilir. Çirkin huyları güzel huylara tebdil etmeğe (tezhibi ahlak) denir. Bu tebdil, herhalde mümkündür. Mümkün olmasaydı Nebiyi Zişan Efendimiz: “Ahlakınızı güzelleştiriniz” diye emretmezdi.

Nefisleriyle mücadele eden bir nice zatların ne güzel huylar kazandıkları daima görülmektedir. Riyazet, terbiye hayvanlara, otlara çiçeklere hatta taşlara tesir edip dururken insanlara tesir etmez mi? “ Huy canın altındadır, can çıkmadıkça huy çıkmaz” sözü her veçhile doğru değildir. Vakıa bazı huyları değiştirmek güçtür. Fakat muhal değildir. Tedavi sayesinde bazı illetler, tesirsiz bir hale geldiği gibi terbiye ve mücadele sayesinde de bazı huylar, hiç olmazsa tesirini gösteremez bir hale gelir, güzel huyların karşısında siner kalır.

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.