TEVHİD-İ ÜMMET

TEVHİD-İ ÜMMET

 

İslamın özü tevhit, tevhidin özü de Allah’ın birliğidir. Allah’ı tek, yüce, mutlak yaratıcı ve her şeyin sahibi ve yönetici olarak kabul etmektir. Bu inancın ikrarı ise “Allah’tan başka ilah yoktur, Muhammed de O’nun elçisidir.” sözüdür. Bu ikrar kişiye Muvahhid kimliğini kazandırır. Artık Müslüman her yerde, bütün hareket ve düşüncelerinde, Allah, merkezî konumu işgal eder. Allah’ın varlığı ve birliği müslümanın şuurunu doldurur ve hayatını kuşatır.

Böylece insan göklerin, yerin ve içindekilerin yüklenmekten çekindiği emaneti yüklendi ve mesuliyeti üzerine almış oldu.

Mükemmel şekilde yaratılan, Allah’ın halifesi olarak memur edilen insan sürekli ilahi vahyin muhatabı olmuştur. Bu vahyin tahrif edildiği, saptırıldığı ya da unutulduğu her yerde vahiy olayı tekrarlanmıştır. İnsan için tek kurtuluş yolu halifeliğinin kendisine bildirildiği şekilde ifasıdır.

İnsan ilahi nizama uymak için kendini, toplumu ve çevreyi değiştirmekle yükümlüdür. Bu sorumluluk beraberinde hesaplaşmayı da getirmektedir. Allah’a itaat etmek huzur ve mutluluğa ermektir. O’na itaat etmemek ise şiddetli azaba ermektir.

Allah’a kulluk için yaratılan insan ondan başkasına kulluk etmemekle, O’na hiçbir şeyi ortak koşmamakla emrolunmuştur.

İslamda hiçbir emir ve nehiy, tevhid olmadan sabit olmaz. Allah’a ibadet etme, emirlerini yerine getirme (yasaklarından kaçınma) tevhidden uzaklaşıldığı an hükmünü yitirir. Tevhidden ayrılmak Allah’ın birliğini inkârdır, şirktir.

Rabbimiz:

“İnanıp da imanlarına herhangi bir haksızlık bulaştırmayanlar var ya işte güven onlarındır ve onlar doğru yolu bulanlardır.” (Enam 82) buyurmaktadır.

Şu halde tevhid olmadan İslam olmaz. Tevhidi her türlü şirkî bulaşıklıktan korumak gerekmektedir.

Rasulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz:

“Ey Muaz Allah’ın kulları üzerindeki hakkı ile kulların Allah üzerindeki hakkının ne olduğunu biliyor musun? buyurdu.

 Ben de “Allah ve Rasulu daha iyi bilir” dedim.

“Şüphesiz Allah’ın kulları üzerindeki hakkı O’na hiçbir şeyi ortak koşmayarak kulluk etmeleri; kulların Allah üzerindeki hakları ise kendisine hiçbir şeyi ortak koşmayanlara azab etmemesidir.” buyurdu.

 Ben de “Ey Allah’ın Rasulu bunu halka müjdelemeyim mi?” dedim. O da “Hayır müjdeleme buna güvenip kalırlar.” buyurdu, demiştir. (Buhari Müslim)

İnsanın şahadeti ikrar etmekle tevhidin gerekliliklerine bağlılığı, bütün ilahi dinlerinde temel prensibidir.

Rabbimiz pek çok ayeti celile de kullarına kendini haber vermiştir.

“O göklerin ve yerin yaratıcısıdır. O bir şeye hükmetti mi ona ancak “ol” der o da oluverir…

İlahınız bir tek Allah’tır ondan başka ilah yoktur.” (Bakara 117-163)

“Hay ve kayyum olan Allah’tan başka ilah yoktur.” (Al-i İmran 2)

“… o onların ileri sürdüğü vasıflardan uzak ve yücedir.” (Enam 100)

Müslümanlar hiçbir şekilde herhangi bir sureti ya da nesneyi Allah’a ortak koşmamayı; Allah’la ilgili söz ve yazılarında Allah’ın Kur’an’da kendisi için kullandığı ifadelerin dışında başka hiçbir ifadeyi kullanmamaya dikkat etmişlerdir.

Rabbini, Rabbinin tanıttığı şekilde tanıyan, tevhide gönülden bağlanmış ve bu uğurda her şeyi göze almıştır.

Rasululllah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz, amcasının tevhid davasından vazgeçmesi ricasına karşılık:

“Bu davadan vazgeçmem için sağ elime güneşi, sol elime ayı verseniz, Allah beni muzaffer kılmadan ya da bu yolda ölmeden teklifinizi kabul etmeyeceğim.” diyerek, dediğini gerçekleştirdi. Davasını Arabistan’a hâkim kıldı ve Arabistan dışına yaymak için harekete geçmiş bir ordunun hazır beklediği bir anda vefat etti.

Onun davasını dava edinen gerçek muvahhidler de onun yolunu takip ederek tevhidin heyecanını yaşayıp yaşattılar.

Ukbe b. Nafi’nin, Mağrib’de, Atlantik kıyılarındaki hitabı da “Ey okyanus ötede yeryüzü parçası olduğunu bilsem seni at üstünde geçerdim.” deyişi tevhidi hakikatin fertte tezahürünün en müşahhas örneğidir. İşte tevhid bu günlere bu heyecanla taşınmıştır. Bu tevhidi heyecanı daha sonraki nesillerle taşıyamayanlar, emanete ihanet etmiş olurlar ki bunun hesabını vermek mümkün değildir.

Müslüman, yüklendiği vazifenin evrensel bir vazife olduğunun farkında olmalı ve Allah’a karşı sorumlu olduğunu hiç unutmamalı. Müslümanı böyle bir vazifede ne siyasi mevkii ne de ekonomik menfaat ilgilendirmelidir. 

Müslüman tevhidi, dinin ve hayatın her safhasında gerçekleştirmelidir. İmanda tevhidi gerçekleştirerek mümin ve müvahhid olmalıdır.

Tevhid fertte, ailede, toplumda denetim gücünü kaybederse, şekilde kalır ve bu durum ümmetin felaketi demektir. İslam ameli imanın tamamlayıcısı olarak kabul etmektedir. Pek çok ayette imanın sürekli salih amellerle zikredildiğini görmekteyiz.

“İman edip Salih amel işleyenlere (Allah) ecirlerini tam olarak verecektir.” (Nisa 173)

“İman edip iyi davranan kimseye gelince onun içinde en güzel bir karşılık vardır.” (Kehf 88)

Tevhid evrenseldir. Allah’ın istisnasız her şeyin Rabbi ve sahibi olması gibi mutlaktır. Ulema tevhidin denetimi altındaki evrene darul İslam diğer bölgeye ise darul harp adını vermiştir. Müslümanın nihai hedefi tüm evrenin darul İslam olmasıdır.

Rasulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz:

“Allah’tan başka ilah olmadığına şahitlik etmelerine, bana ve benim getirdiklerime iman edinceye kadar insanlarla savaşmakla emrolundum. Eğer bunları yaptılarsa benim elimden mallarını ve kanlarını korumuş olurlar. İslamın koyduğu haklar bunun dışındadır. Diğer konulardaki hesaplar ise Allah’a aittir.” (Buhari – Müslim) buyurmaktadır.

Tarih şahittir ki Müslümanlar tevhidin tebliği konusunda en temiz sicile sahiptirler. Kimseye zulmedilmemiştir.

İslam dünyayı erdemliliğe ve dini saadete düşman olarak görmez. Dünya masum ve temizdir. Kötülük onda değil insan tarafından kötü kullanımındadır. Dünyanın ahlaksızca kullanımı reddedilmeye ve savaşılmaya layık durumdur.  İslam, mensublarının yaşadıkları dünyayı anlamalarını, her türlü ilişkilerinde dengeyi korumalarını, fıtri ihtiyaçlarını meşru yollardan gidermelerini emretti. Çünkü Allah dünyayı insanın istifadesine sunmuştur.

Müslümanların hayatları Allah’ın sürekli gözetimindedir. Allah her şeyi bilir, görür insanın iyiliği kötülüğü her an kayıt edilir. Müslümanın hedefi ilahi emirleri yeryüzünde gerçekleştirmektir.

Rabbimiz:

“Sizden iyiliğe çağıran, doğruluğu emreden ve fenalıktan men eden bir cemaat olsun. İşte kurtuluşa erenler ancak onlardır.” (Al-i İmran 104) buyurmaktadır. İnsanların Allah’ın iradesini tahakkuk ettirmek amacıyla bir araya gelmeleri gerekmektedir. Ancak böyle bir birlik sayesinde ilahi iradenin tahakkuku mümkün olur. Tevhidin esası olan “hâkimiyet Allah’ındır” ifadesini kabul eden Müslüman kendisini onun yoluna adamış demektir.

Tek hâkim olan Allah bütün varlıklar üzerinde mutlak hüküm sahibidir. Ümmetin idarecileri ilahi hükmün yürütülmesi ile sorumludurlar. İlahi iradenin kuvveden fiile çıkarılması ümmetin varlığını gerektirir.

Rasulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz:

“… kim zamanın imamına biat etmeden ölürse cahiliye ölümüyle ölmüş olur.” (müslüm)

“Üç Müslüman aralarında birini imam tayin etmeksizin bir yerde bulunmaları caiz değildir.” buyurmaktadır.

Dünya ve ahiret mutluluğu için ümmet olmak kaçınılmazdır. Kişisel değerlerin yaşanması için ümmete gerek olmadığı hıristiyan kökenli bir iddiadır.

Rabbimiz:

“Sizin bu ümmetiniz tek bir ümmettir.” (Enbiya 92) buyurmaktadır.

Rabbimiz insanların etrafında toplanacakları tek bir dayanak noktasına, tek bir gayeye, temel bir değere sahip olmalarını belirtmiştir.

“Böylece sizi insanlara şahit ve örnek olmanız için tam vasat bir ümmet kıldık. Peygamberde size şahit ve örnektir.” (Bakara 143)

İslam ümmeti bir soy, coğrafya ve dil meselesi değildir. Bunlar kişinin iradesi dışında gerçekleşmektedir. Ümmet ise akidevi bir kardeşlik olarak insanların hür iradeleri ile hem bu dünyada hem de ahirette kurtuluşa erebilmek için gerçekleştirdikleri bütünlüktür. Bu nedenle islamda dini ayrılıklar ve bölünmeler hiçbir şekilde meşru kabul edilmemektedir. Ümmetin dininden ayrılma küfür olarak görülür. Zira İslam toplumu dini alanda yekpare bir sistemdir. Ümmetin birliği, yardımlaşma ve dayanışmayı, sevgi ve muhabbeti, beraberliği, saygı ve merhameti zorunlu kılar.

Rabbimiz:

“Mallarında muhtaç ve yoksullar için bir hak vardır.” (Zariyat 19)

Rasulullaha tabi olanlar “İnkârcılara karşı sert birbirlerine karşı merhametlidirler.” (Hucurat 29)

Rasulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz:

Ümmetin her parçası birbirini destekleyen sağlam yapılı bir bina olarak tarif etmiş ve onu bir azası incindiğinde veya hasta olduğunda tamamının acı duyup ateşlenen bir vücuda benzetir. Bu benzetme ümmetin yapısın en güzel şekilde tarif etmektedir. Müslümanlara düşen ümmetin yeniden bu şekilde imar ve inşasıdır. Bunun için şartları ve ortamı hazırlamak ve Rabbe tam anlamıyla teslim olmaktır. Bazı eksikliklerden dolayı gayret ve çabalar hiçbir sonuç sağlamasa da Müslümanlar ümitsizliğe kapılmadan derlenip toparlanıp mücadele ederek Allah’tan da yardım dileyip tevhidi toplumun inşası olan ümmeti Muhammedi bir an evvel gerçekleştirmelidir.

 

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.