Gönüller şehri Mekke’nin fethi ve düşündürdükleri

Mekke, yeryüzünde Allah’a ibadet edilen ilk mabedin kurulduğu yer. Allah’ın ve mahlûkatın hürmetinin sembolik olarak tezahür ettiği yer… Mekke, yeryüzünün göbeği, insanlığın ilk misafirhanesidir. Çünkü Mekke, insanlığın ana kucağıdır. Onun için açılışın yapıldığı, başladığı yerde kapanış yapılmıştır. Nübüvvet kitabı orada açılmış ve Nebiler nebisi ise orada mührü vurmuştur, bu kitaba.
Tabi ki, Resul’ün Mekke’deki rolü ile Medine’deki hali çok farklıdır. Mekke’de Resul, kendini tanımayı, Rabbini tanımayı, hedefini yolunu öğreniyor. Yeniden inşa söz konusu. İç dünyasında yenilikler gerçekleşiyor. Kalbinin esas sahibini öğreniyor. Gerçekte kalbinin neler ile meşgul olması ve kimin ilkeleri ile ilkelenmesi gerektiğini öğreniyor. Allah yolunda ayağa kalkmak ve yürümek için ne gerekiyorsa bunları elde etmeyi öğreniyor.
Her peygamberin bir Mekke’si var. Hz. Musa aleyhisselam için Mekke, Hz. Şuayb aleyhisselamın yanı idi. Hz. Yusuf aleyhisselam için Mekke, Mısır zindanları idi. Hz. Yunus için Mekke, balığın karnı idi. Mekke, bunun için önemlidir. Mekke’nin konumu, insanlık için ana rahmi gibidir. Mekke’nin merkezinde özgürlüğü ve eminliği ifade eden tevhidin sembolü Kâbe vardır. Kâbe ve Mekke ikilisi bir bütün olarak düşünülerek, Kâbe’nin ilahi sesi, Mekke’nin ise bu ilahi sese kulak verişini hiç gözden kaçırmamalıyız. İlahi ses olmaksızın hayat bir hiç oluverir. Mekkeler de olmazsa sadece ilahi ses kalbimize gömülen bir sevda olarak kalır. Bir süre sonra unutulmaya mahkûm olur.
Bunları kısaca hatırlattıktan sonra Mekke’nin fethinin ne anlama geldiğini daha iyi anlarız. Mekke’nin fethi, yitiğin bulunması, hasretin bitmesidir. İman güneşinin doğmasıdır. Dolayısıyla bir yer, bir mekan eğer iman meşalesi ise, orada küfür ne kadar çok olursa olsun bir gün gelir, bir kahraman çıkar, o mekanı asıl kimliğine dönüştürür, mesajını verir.
Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem, Mekke’den çıkarılırken yaşlı gözlerle Mekke’ye dönmüş, “Ey şehir, senden çıkarılmasaydım, vallah seni asla terk etmezdim.” demişti. Onun için Mekke’den hicret, Mekke’nin fethinin habercisidir aslında. Çünkü hicreti olmayan bir fetih olmaz.
Miladi takvime göre 1 Ocak, İslam tarihinde önemli bir yere sahip olan Mekke’nin fethedildiği gündür. Mekke’nin fethi, İslam tarihinde son derece önemli bir dönüm noktasını teşkil etmektedir. Miladi 1 Ocak 630, Hicri 20 Ramazan 8. Yılında gerçekleşen bu fetih ile İslamiyet hızla yayılarak çok kısa bir sürede tüm Arap yarımadasına, oradan da bütün dünyaya yayıldı. Mekke kapılarının Müslümanlara açıldığı, tevhid bayrağının Kebe-i Muazzama’da dalgalandığı bir hadisedir Mekke’nin fethi.
Bu vesileyle Mekke’nin fethi esnasında, öncesinde cereyan eden bazı hususları ele almaya gayret edeceğiz. Çünkü öncesinde, sonrasında cereyan eden hadiselerden ders çıkarmamız icap eden önemli mesajlar olacaktır.
Mekke’nin fethedilmesinden önce meydana gelen hadiselerden en önemlisi Hudeybiye’de Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellemin Müslümanlardan aldığı “Rıdvan beyatı” olarak bilinen ve Mekke’nin fethini müjdeleyen hadisedir. Bilindiği üzere hicretin 6. Senesinde Allah Resulü 1400 kadar sahabesiyle beraber Mekke’ye umre yapmak üzere yola çıktıklarında, Mekkeli müşrikler tarafından Hudeybiye mevkiinde durdurulmuş, onları Mekke’ye sokmak istememişlerdi. Bunun üzerine Hz. Osman radıyallahu anh, Mekke’ye görüşmelerde bulunmak üzere elçi olarak gönderilmişti. Bir süre sonra Hz. Osman’ın şehit edildiği haberi ifşa edildi. Bunun üzerine Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem, orada bulunan bütün ashabından ölüm beyatı alacağını duyurdu. Bütün sahabeler de birbirleriyle yarışırcasına Rasulullah sallallahu aleyhi ve selleme her durumda onunla olacaklarına, kanlarının son damlasına kadar Allah ve Resulü için çarpışacaklarına dair söz verdiler. Çünkü savaş arzu edilmez ama kaçınılmaz bir almıştır. Mesele, savaşı değerlendirmek ve anlamlandırmaktır. Savaş için savaş yok; sulh için, hakikat için savaş vardır.
Sahabelerin Allah ve Rasulü için çarpışacaklarına dair bu beyatleri önemli bir yere sahiptir. Bu durum sonucunda Allah’ın rızasına ve büyük fetihlere doğru hızla yol alma olduğu görülmektedir. O gün yapılan beyat, Mekke’nin putlardan temizlenerek Allah’ın beytinin, onun istediği şekle getirilmesi sonucunu ortaya çıkarmış, bu günde yapılan beyattaki sadakat, kalplerimizin putlardan temizlenmesi ile oluşacak fetihle sonuçlanacaktır. İnsan günahlarından hicret eder ve günahları terk ederse onlar için de manevi fetihleri nasip olur.
Mekke’nin fethi için yapılan sefer esnasında ve Mekke’ye Müslümanların girişindeki şu iki olaydan da ders çıkarmamız açısından önemlidir:
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellemin amcası Hz. Abbas radıyallahu anh Müslüman olmuş, fakat Müslümanlığını gizleyerek Mekke’de müşrikler arasında kalmıştı. Böylece Mekke’deki haberleri gizlice Rasulullah sallallahu aleyhi ve selleme ulaştırıyordu. Artık Mekke’de yapılacak iş kalmamıştı. Hicret için Mekke’den çıktı, fakat yarı yolda fetih ordusuyla karşılaştı. Eşyasını çocuklarıyla Medine’ye gönderip o da orduya katıldı.
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem, Hz. Abbas’ın gelişinden çok memnun oldu ve: “Peygamberlerin sonuncusu ben oldum, muhacirlerin sonuncusu da sen!” diye iltifatta bulundu.
Hz. Abbas da diğer muhacir sahabeler gibi bir insanın dünyada alabileceği en güzel unvanlardan biri olan muhacir unvanını en son alan, Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellemin müjdesini alan sahabe oluyordu.
Belki bizler bu gün bu manada bir muhacir unvanını elde edemeyiz ama zahiren ve bâtınen bizi Allah’ın dinini yaşamakla alıkoyan engellerden hicret ederek onu hayatımızın her anına yerleştirerek kendimizi Allah’ın rızasına yakınlaştırmanın yollarını aramalıyız.
Fetih esnasında Merru’z-Zahran’dan hareket edileceği sıra Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem, Hz. Abbas’a: “Ebu Süfyan’ı yolun dar bir yerine götür, İslam ordusunun ihtişamını görsün.” diye emretti.
Hz. Abbas, Ebu Süfyan’ı ordunun geçeceği dar bir geçit yerine oturttu. Mücahitler sırayla alay alay Ebu Süfyan’ın önünden geçtikçe, Ebu Süfyan’ın yüreği burkuluyor, geçen her kafilenin hangi kabile olduğunu soruyordu. Hz. Abbas: “Bunlar Gifar kabilesi, şunlar Cüheyne… “ diye kabileleri bir bir anlattıkça, Ebu Süfyan: “Şaşılacak şey, bunlarla benim aramda ne düşmanlık var ki, buraya kadar gelmişler!” diye hayretini ifade ediyordu. Bir ara, “Ya Abbas! Kardeşinin oğlunun saltanatı ne kadar da büyümüş.” dedi. Hz. Abbas, “Hayır, bu saltanat değil, nübüvvettir.” diye cevap verdi.
Bu hadise, İslam’daki gaye birliğini en güzel bir şekilde anlatan İslam kardeşliğinin ne büyük bir olgu olduğunu gösterme açısından da büyük önem arz etmektedir. İslam’dan önce bu kabilelerin bazılarının bazılarıyla olan düşmanlıkları nedeniyle bir araya gelmeleri mümkün değilken; şimdi, İslam için yekvücut olup düzenli olacak ve saf saf Mekke’ye girmeleri gerçekten daha önce bununla karşılaşmamış olanlar için şaşılacak ve hayret edilecek bir şeydir.
Mekke’nin fethi, aynı zamanda İslam’ın fetih anlayışını da gözler önüne sermektedir. Şu iki husus üzerinde iyiden iyiye düşünülmesi gereken noktalardır:
Birincisi; bu fetih hareketinin sebebi, Kureyşlilerin Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem ile on yıl müddet için imzalamış oldukları Hudeybiye antlaşmasının henüz iki yıl geçmeden bozmalarıdır. Söz konusu antlaşmanın son maddesi, “diğer kabilelerle iki taraftan istedikleriyle ittifak kurma hakkını” veriyordu. Huzâa Kabilesi, bu şarta dayanarak Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellemin himayesini istemiş ve Müslümanlarla ittifak kurmuştu. Buna karşılık Bekiroğulları, hicretin 8. Yılı Şaban ayında Huzâa oğulları üzerine bir gece baskını düzenleyip onlardan 23 kişiyi öldürmüşlerdi. Bu baskına Kureyş müşrikleri de katılmışlardı. Bu davranış, açıktan açığa Hudeybiye antlaşmasını bozmaktı. Burada, ahitlerini bozanlar ve savaşa sebebiyet verenler, hiçbir zaman Müslümanlar olmamıştır. Söz konusu olay üzerine Peygamberimizin himayesine girmiş olan Huzâa oğulları, bu durumu Rasulullah’a anlatarak, O’ndan yardım istediler. Rasulullah da onlara kesinlikle yardım edeceğini açıkladı. Dolayısıyla bu olay, Mekke’nin fethinin kapısını araladı. Burada son derece dikkat çekici bir durum da şudur:
Mekke’nin fethi kararını vermiş olan Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellemin, alay kumandanlarına: “Size tecavüz vaki olmadıkça kimseye kılıç çekmeyiniz. Sakın harp açmayınız.” Diye tembih edişi, İslam’ın barış dini olduğunu ve O’nun peygamberi Hz. Muhammed’in de barış peygamberi olduğunun açık delillerinden biridir. Nitekim bütün olaylar kan dökmeden, sulh yoluyla Mekke’ye girmeye muvaffak oldular. Yalnız Halid b. Velid’in idare ettiği birlik, müşriklerin taarruzuna uğradı. Çatışmada iki sahabe şehit düşmüş, on üç müşrik de öldürülmüştü. Peygamberimiz, Hz. Halid’in kan döktüğünü duyunca:
“Ya Halid! Ben seni savaştan men etmedim mi?” diye sormuş, Hz. Halid de:
“Ya Rasulullah! İlk hücumu müşrikler yatı. Biz de savunmak zorunda kaldık.” cevabını alınca:
“Bu hadise, ilahi bir kaza imiş!” diye sükût buyurmuşlardır. Bu da İslam’ın din ve vicdan hürriyetine ne derece önem verdiğinin çok açık bir göstergesidir.
İkincisi; fethi müteakip; kendisini doğduğu yer olan Mekke’den kovmuş olan, çeşitli yollarla Müslümanlara sıkıntılar vermek suretiyle İslam’ın yayılmasına engel olan Mekkeli müşriklere Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellemin sergilemiş olduğu davranış biçimidir. Fethin hemen ardından bütün Mekkeliler, Mescidi Haram’a dolmuş, haklarında verilecek kararı bekliyorlardı. Peygamberimiz kısa bir konuşma yaptıktan sonra Kureyş müşriklerine şu soruyu sordu:
“Ey Kureyş cemaati! Şimdi size nasıl bir muamele yapacağımı sanıyorsunuz?”
Müşrikler hep bir ağızdan “Hayır umarız. Çünkü sen kerim bir kardeş ve değerli bir kardeş oğlusun.” karşılığını verdiler. Bunun üzerine Peygamberimiz:
“Haydi gidiniz! Hepiniz serbestsiniz.” diyerek tarihi kararını açıkladı.
İşte bu kararıyla Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem İslamiyet’te nefis için kin ve intikam olmadığını açıkça ortaya koymuş, Müslümanların bütün amaçlarının Allah’ın rızasını kazanmaktan ibaret olduğunu göstermiş oluyordu. O sırada Peygamberimizin hitap ettiği Mekke müşrikleri arasında büyük bir kabile reisi olan Attab b. Esed de bulunuyordu. Peygamberimizin bu davranışı üzerine Attab hemen sıçradı ve kendisine şunları söyledi:
“Ey Muhammed! Ben bir büyük Attab’ım, yani İslam’ın büyük bir düşmanı. Şimdi şahadet ediyorum ki, Muhammed Allah’ın elçisidir.” Bunun üzerine Peygamberimizin cevabı ilginç oldu. O, Attab’a şöyle dedi:
“Seni Mekke valisi tayin ediyorum.”
Bu hadisede şunu müşahede etmekteyiz: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem, yaptığı her işi ancak Allah için yapmıştır. Mekke’yi de fethederken kendisine Mekke’de yapılanları düşünerek intikam alma duygusuyla değil, Mekke’nin aslı olan tevhit anlayışının yeryüzünde parlayan nuru olması içindir. O rahmet Peygamberi olmasının soncu gönülleri fethedecek olan bağışlama yolunu seçerek biraz önce müşrik olan Mekkelilerin kendiliklerinden Müslüman olmalarına vesile olmuştur.
İşte İslam’daki fetih anlayışının özünü oluşturan Mekke’nin fethi, sadece askeri bir hareket olmayıp aynı zamanda gönüllere de yapılan bir harekâttır. Rasulullah’tan sonraki dönemlerde tarih sahnelerinde kurulan İslam devletlerindeki fetih anlaşışı bu olduğu sürece, yani sadece toprak parçası kazanmak veya bir şehre hâkim olmak anlayışı olmayıp, oralara i’layi kelimetullah anlayışının yerleşmesi amacı olduğu sürece başarı sağlamışlar ve Peygamberimizin metodu olan kalpleri fethetme ve asıl hedefe ulaşmayı başarmışlardı.
Mekke’nin fethinde Rasulullah Efendimiz, güzel ahlakıyla nasıl ki gönülleri fethetmişse, bizler de Müslüman kardeşlerimizin bilerek veya bilmeyerek yapmış oldukları yanlış davranışlarını gönüllerimi fethederek güzel bir üslupla değiştirmenin yolunu aramalıyız.
Sonuç olarak, Mekke’nin fethi, sadece bir liderin veya bir grubun zaferi değildir. Mekke, hak ve batıl mücadelesinde bir şahittir. Hem izzet mücadelesinin, hem de zillet çırpınışlarının her aşamasına şahittir. İşte fetih aslında buydu ve gönüllerin İslam’a açılmasıydı. Bu nedenle Mekke denilip geçilmemelidir. Mekke’nin dilini anlamamak, yaşarken hayatı algılamamak gibidir. Her insan Mekke’yi dinlemelidir ve her insanın Mekke’si olmalıdır. Siz siz olun, Kabesiz ve Mekkesiz olmayın.