Av. Haşim Savaş ile “Anayasa” üzerine Mülakat

Hukukçular Birliği Vakfı’nı temsilen, Vakıf Başkan Yardımcısı ve Yönetim Kurulu Üyesi Av. Haşim Savaş:
“DEVLET BİREYİN HİZMETİNDE OLMALIDIR”
İlk adım: Çağdaş bir anayasa, hangi değerler üzerine kurulmuş olmalıdır?
Av. Haşim Savaş: Bugün, ulaşılan en önemli değer, insan ve onurudur. Bunun üzerinde bir anlayış, artık tutunamamaktadır. Aslında bütün ideolojiler ve inançlar, insanı en onurlu şekilde yaşatabilme temel anlayışını savunmaktadır, savunmak zorunda kalmıştır.
Bir zamanlar kutsal olan şeyler, artık önemini kaybetmiş; kutsal kabul edilen her düşünsel ve nesnel yapı, insan ve onurunun hizmetinde olması gerektiği anlayışı hâkim olmuştur. Mesela bir zamanlar devletin kutsallığı, insanın devlet karşısında harcanabileceği anlayışı mevcutken; bugün, birey ön plana çıkmaya başlamıştır. O kutsal devlet, artık bireyin hizmetçisidir. Tüm kurumlarıyla devlet, artık bireyin hizmetindedir, bireyin daha mutlu ve onurlu yaşayabilmesinin aracı konumuna gelmiştir.
Anayasalar, bir şeyleri dayatma anlayışından çıkma ve toplumsal barışı temin etme amacında olmalıdır. Yani farklılıkların korunması amaçlanmalıdır. Bu da, ya çok renkli bir anayasa olmasını gerektirmektedir; yani en ufak toplulukların da temsil edildiği bir metin olmak durumunda ya da renksiz bir anayasa olmasını zorunlu kılmaktadır. Çünkü renksiz olduğunda belirli ideoloji ve görüşlerin dayatılması gibi durumlar anayasada yer almamaktadır. İdeolojisiz bir anayasa olmaktadır.
Toplumda farklılıklara saygı esas olmalıdır. Ama bunların geçişkenliği de sağlanmalıdır. İnsanlar birbiriyle diyaloga açık ve renkli bir toplum oluşturabilme anlayışı üzerinde bir birliktelik sağlanabilmelidir.
Bugün toplum içindeki topluluklar, çeşitli gruplar, dernekler, vakıflar ve cemaatler şeklinde örgütlenmektedirler. Bu yapılaşmalar, hayatın olağan akışının bir sonucudur. Yani insanlar, seküler veya inanç değerleri temellerinde birliktelikler geliştirmektedirler, bunların yasaklanmaması, şiddet içermediği sürece doğal haline bırakılması gereklidir.
Açık bir toplum, topluma güvenin hâkim olduğu bir anlayış anayasalarda hâkim olması gerektiği gibi, devletin şeffaflığı ilkesi de esasen gerçekleştirilmelidir. Yaşadığımız çağ, teknoloji çağıdır. Yönetim, halk tarafından denetlenebilir bir şekilde şeffaf olmalı ve bu denetim teknoloji en geniş kullanılarak yapılmalıdır. Denetim en kısa zamanda gerçekleşmelidir, geniş zamana yayılmamalıdır. Yapılan, başta harcamalar olmak üzere, her tür faaliyetin, halkın anlayabileceği düzeyde ve netlikte olması kaçınılmazdır.
Anayasanın, devletin ve devlet kurumlarının güvencesi, devletin kendisi değildir. Ya da silahlı kuvvetler değildir, rejimin koruyucusu. Artık toplumun kendisi koruyan olmalıdır. Çünkü bunlar toplumun malıdır. Toplum devletin ya da kurumların malı değildir. Toplum kendi kurumlarına sahip çıkmak ve korumak anlayışı ile bir anayasa oluşturulmuş olmalıdır. Bunun için de her şeyden önce anayasa, toplum tarafından yapılıp, sahiplenilmelidir.
Bu hususlar, zaten bizim Hukukçular Birliği Vakfı olarak hazırlamakta olduğumuz anayasa başlangıç kısımlarımızın da özetini oluşturmaktadır.
İlk adım : “İnsan haklarına dayalı anayasa” ve “İnsan haklarına saygılı anayasa” kavramları hakkında ne düşünüyorsunuz? Yeni anayasa hangi yaklaşımı esas almalıdır?
Av. Haşim Savaş: Esasen biz, ‘İnsan haklarını güvence altına alan’ bir anlayışla anayasanın hazırlanmasının gerekli olduğunu düşünüyoruz.
Toplumda en güçlü örgüt, doğası gereği devlettir. Devlet, vatandaşının özgürlüğünü teminat altına almalıdır. Bizde ise, yıllarca devletin korunması anlayışı hâkim olmuştur. Güçlü karşısında zayıf korunması gerekirken, zayıf karşısında güçlü, kendini korumak istemiştir. Bu durum, devlete egemen olan zihniyetin kendisinin azınlıkta olduğunun farkındalığının bir ifadesidir. Aslında yıllardır Suriye rejimini yaşamıştır Türkiye. Aradaki fark, Suriye’de ırk temelindeki bir azınlığın ülkeyi yönetmesi iken, ülkemizde ‘azınlık zihniyetin’ yönetime hâkim olduğu gerçeğidir. Elbette azınlıkların haklarının korunması, çoğunluğun tahakkümünün engellenmesi ve böylece azınlığın da insanca yaşamasının garanti altına alınması bakımından önemlidir.
Şunu ifade etmek gerek tabi, ülkede demokratik anlayışa çok uygun bir anayasa yapabilirsiniz, ancak anayasa bizzat uygulanma yeteneğinde olan bir metin değildir. Anayasa, kanunlar ve alt normlar tarafından hayata geçirilmektedir. Öyle olunca anayasa yapım sürecinden sonra anayasayı uygulayacak kanunların da biraz önce bahsettiğimiz evrensel ilkelere dayalı bir anlayışla yapılması gereklidir. Yoksa çok demokratik, çok ideal bir anayasa yapsanız bile maksat hâsıl olmayacaktır. Anayasa yapımından sonra devlet yönetimiyle ilgili temel kanunların da yeniden yapılması gereklidir. Bugün uygulanan yönetimle ilgili önemli yasalar, maalesef, 1980’in hemen sonrasında cunta tarafından hazırlanmış olan yasalardır. Yani anayasa yapıldıktan sonra da iş bitmiş olmayacaktır. Esasen ondan sonra da en az anayasa yapmak kadar önemli çalışmalar gerçekleştirilmelidir.
Bu cümleden olmak üzere, siyasi partiler kanunu acilen ele alınmalıdır. Ülke yönetimi her ne kadar parlamenter sistemle yönetiliyor gibi görünse de aslında başbakanın etrafında şekillenmekte ve gerçekte fiilen bir “Başbakanlık Sistemi” geçerli durumdadır. Bu nedenle milletvekilliğinin güçleneceği bir sistem oluşturulmaz, parti üyelerinin söz hakkına sahip olacağı, üyelik sisteminin ciddi bir düzenlemeye tabi tutulacağı bir ortam oluşmazsa, partiler üyelere yaslanmazsa, demokratikleşme konusunda çok ilerlenmiş olmayacaktır. Parti üyeliklerinin etkinleştirilmesi ile ilgili bir çalışma demokratikleşme için çok gerekli bir çalışma olacaktır.
İlk adım: 1982 Anayasası’nın aksayan yönleri ne idi ve bu aksamaları giderebilmek için öncelikle nelere dikkat edilmelidir?
Av. Haşim Savaş: 1982 anayasası baştan sona sorunlu bir anayasadır. Biliyorsunuz bir darbe sonrası, cunta tarafından dikte ettirilmiş, tartışma ortamı olmamış, aleyhine ifadeler yasaklanmış, lehe bir propaganda ortamında, tamamen halktan kaçırılarak halka onaylattırılmıştır. İnsan hakları, anayasa metninde sözde vardır. Hemen sonrasındaki ancak diye başlayıp istisnalar getiren cümlelerle insan haklarının özü tamamen ihlal edilmiş; hatta yok edilmiştir.
Halkın iradesinin bir yansıması değil, ‘halkın bir düzene sokulması’ şeklindeki cuntacı/askerî bir anlayışla hazırlanmıştır. Böylece aynı ideolojiye inanan tek tip bir vatandaş kitlesi oluşturulmak istenmiştir.
İnanç ve düşünce/ifade hürriyetlerinin adı var kendisi yoktur. Halkı tam bir askeri disipline hapsetmek isteyen bir anlayışı görmemek mümkün değildir.
Tehlike olarak görülen halktan, devlet nasıl korunur mantığı ile ’82 Anayasası’ hazırlanmıştır. Halk, her an devlete isyan edecekmiş gibi düşünülmüş ve yargı bu mantıkla oluşturulmaya çalışılmıştır. Tam bir resmi ideoloji yargısı oluşturulmuştur. Halka karşı sorumlu olmayan; hatta halkın değerlerine taban tabana zıt kararlara imza atan bir yargı, sorun olmuştur.
Bir anayasada olmaması gereken, hem de laik ve demokrat bir anayasada olmaması gereken jakoben bir devlet ideolojisinin, devlete hakim olması anlayışı dayatılmıştır.
Bu nedenlerle başta ülkede belirli bir grup, inanç, mezhep, ideoloji, etnik kimliğin üstünlüğü ve salt birinin hâkimiyetini çağrıştıracak bir ideolojik devlet anlayışından sıyrılınmalıdır.
İnsan hakları ve hukukun üstünlüğünün esas alınacağı; yargının gerçek bir bağımsızlık ve tarafsızlığının sağlanacağı; ancak yargı da dâhil, bütün devlet kurumlarının, şeffaf ve halka hesap verecek bir anlayışla, yeni bir anayasanın hazırlanması gereklidir.
Halkın bilgilendirilmesi, onun karar verici olması, halkın iradesine saygı duyulması ancak çoğunluğun tahakkümüne meydan verilmeyen bir anlayış, anayasa yapımında hâkim olmalıdır. Azınlıkta bulunanların da tüm haklara, çoğunlukta olanlar kadar sahip olması sağlanmalıdır.
İlk adım : “Değişmeyen tek şey değişmenin kendisidir.” söylemi ile anayasamızdaki değişmez ve değişmesi teklif dahi edilmez maddelerin yer alması bir çelişki oluşturuyor mu? Modern ve sürekli değişen ve gelişen bir toplum için değişmeyen maddelerden söz edilebilir mi? Edilirse bile bu maddelerin içeriği ve ifadelendirilişi hakkında ne düşünüyorsunuz? Bir başka ifade ile değişmez maddeler, modern yaşamın gereklerine göre yeniden dizayn edilebilir mi?
Av. Haşim Savaş: Bir kere modern çağda, demokratik bir ülkede anayasalar, o ülkenin vatandaşlarının/halkının iradesine uygun olarak yapılması gereklidir. Bu değişmeyecek ve değişmesi teklif dahi edilemeyecek maddeleri kim koymuş? Halk bu maddeleri istiyor mu? Halkın üzerinde bir gücün halka bazı şeyleri götürmekten korkması, halktan kaçırması gibi bir zihniyeti kabul etmek mümkün değildir. Böyle bir tavır, halkın iradesine ipotek koymaktan başka bir anlama gelmez. Demokrasi diyeceksiniz, halktan kaçacaksınız! Bu, öğrenciler olmadan Milli Eğitim’i yönetmek anlayışıdır. Teknoloji çağında yaşıyoruz, dünya baş döndürücü bir hızla ilerliyor. Yeni nesneler, yeni düşünceler, yeni yaşam tarzları ve yeni değerler oluşuyor. Herkes kendi anlayışına göre bir yaşam tarzını benimsiyor. Son on yılda her alandaki gelişmeler, geçmiş birkaç yüzyıla bedeldir. Böyle olunca kalıplaşmış kurallar içine insanı sokamazsınız. Ancak insanî değerleri korumak gerekir tabi ki. İnsanları insanlıklarından uzaklaştırmayacak zihniyetin yerleştirilmesi ile insanî değerlerin bu hengamede yok olup gitmesine engel olunmalıdır. Bugün dünya Afrika’ya kör, sağır ve dilsizdir. Bireycilik anlayışı, bencillik anlayışına dönüşmektedir. Birey bilinci kazanmak; ‘bir birey olarak bile erdemi korumak, tek başına bile karakterli bir tavır sergileyecek kazanımları elde etmek’ şeklinde anlaşılması gerekli iken; bu anlayıştan çıkıp, ben kendimi kurtarayım, isterse dünya yansın bencilliği, ne yazık ki bireyselciliğin anlamı haline gelmiştir. Son zamanlarda ortaya çıkan “Sosyal Toplum” kavramı; yani toplum üyelerinin yardımlaşma ve dayanışma içerisinde olması anlayışı, bizim İslami yaşam tarzımızın gelişmesi ile doğru orantılı olacaktır. Modern bir çağda yaşarken bir takım değerlerin de korunması anlayışından kastımız budur. Bu ihtiyaç, halkımız tarafından da görülmektedir. Bakın ben aynı zamanda “Şimdilik, Ankara’da bulunan tüm imam hatip okulları, derneklerini bir çatı altında toplayan ‘İmam Hatipliler Platformu’nun” da başkanlığını yürütmekteyim. Son katsayı konusundaki mağduriyetin asgariye indirilmesi ile birlikte bu okullara yönelik öğrenci kayıt isteği patlaması yaşanmaktadır. Okullarımız bina sıkıntısı yaşamaktadır, yer yoktur… Değişmez maddeler de koysanız halkın bu isteğinin önüne geçemezsiniz, ancak saygı duymak zorundasınız.
İlk adım: İnsan hak ve özgürlüklerinin sınırları ve sınırlandırılması konusunda ne düşünüyorsunuz? İnsan hakları söylemi, ülkenin ve toplumun birlik ve beraberliğinin sağlanması açısından bir tehdit olarak değerlendirilebilir mi? Yeni anayasada insan hak ve özgürlüklerinin çerçevesi nasıl bir yaklaşımla çizilmelidir?
Av. Haşim Savaş: İnsan hakları, insan olarak yaşamayı sağlayacak haklardır. Bu haklara getirilecek sınırlandırmalar, bu noktadan eksiklik getirecektir. İnsan hakları söz konusu olunca meşru müdafaa, hakarete izin vermemek ve şiddete başvurmamak dışında insan hakları ile ilgili hak ve hürriyetlerde sınırlama getirilmesi düşünülmemelidir. İnsan fıtratı, Allah tarafından yaratılmış ve doğruyu ve güzeli kabul edici temeller üzerine oturtulmuştur. Söz ve ifade özgürlüğünün bahsettiğimiz sınırlar dışında herhangi bir sınırlamasının olmamasından korkmamak gerek. İnsanlar yanlışı değil, erdemi tercih etmek alt yapısıyla yaratılmışlardır. Halk, hemen ayartılacakmış gibi kabul etmemek ve halkın sağduyusuna güvenmek gereklidir. Bizler ‘Bütün sözleri dinleyip, en güzeline uymak’ şeklindeki ilahi düsturu rehber edinmemiz gerek.
İnsanların bu haklarını yaşarken devletin insanları engellememesi anlayışı temel alınmalıdır. Klasik olarak söylenir ya ‘Başkasının özgürlüğünün başladığı yerde benim özgürlüğüm biter.’ diye. Yani başkasına zarar vermeyecek şekilde insanların özgürce yaşayabilmesi, sınırı oluşturmalıdır.
İlk adım: Hak ve sorumluluk dengesizliği ya istibdatı ya da kaosu ortaya çıkarmaktadır. Yeni anayasa, hak ve sorumluluk dengesini nasıl sağlayabilir?
Av. Haşim Savaş: Bir kere mümkün olan her aşamada özellikle millete karşı bir hesap verilebilirlik olmalıdır. Milletten kaçmak olmaz. Yapılanın şeffaf olması kaçınılmaz olmalıdır. Şimdiye kadar atanmışların hâkim olduğu bir vesayet rejimi dönemi yaşadık. Bu dönemle gizli kapılar ardında yapılanları şimdi Ergenekon, Balyoz, Kafes davalarında görüyoruz. Yetki verilip sorumsuzluk da verilince Milletin yararına değil, zararına bir durum oluşmaktadır. Kendisini halkın üzerinde ve halka karşı sorumsuz gören anlayıştan kurtulmak gerek. Artık bu devir kapanmaya yüz tutmuştur.
Ülkemizin bulunduğu bölge de bu tür rejimlerden kurtulmaya başlamıştır ki, memnuniyet verici bir durumdur.
İlk adım: Son dönemlerde özellikle eğitim hakkı, inanç özgürlüğü, örgütlenme özgürlüğü gibi bir takım özgürlükler ve haklar çok fazla tartışma konusu yapıldı. Bu hak ve özgürlüklerin sınırları konusunda siz ne düşünüyorsunuz? Yapılan tartışmalarda yaşanılan çıkmazlar nelerdi? Çıkışlar nasıl bulunabilir?
Av. Haşim Savaş: Dünya, bu alanlarda liberal bir anlayışa doğru evriliyor. Temel bir tevhid-i tedrisat kanunu ile düzenlenmiş eğitim anlayışını kabul etmek mümkün değildir, artık eğitimde çoğulculuk hâkimdir ve doğrusu da budur. 28 Şubat sürecinde çoğulcu eğitim anlayışına büyük bir darbe vurulmuş, bugün düzeltilmesi için çabalanmaktadır. Zaten yetersiz bir eğitim anlayışı varken, kısmî bir çoğulcu demeyelim de, farklı eğitimler, özellikle meslek liseleri eğitimi varken bu da yok edilmiştir. Ama bu süreçte tek tip eğitim nedeniyle ülke, ara işgücü sıkıntısı içine girmiştir. Eğitimde de çoğulculuğu teşvik etmesi gereken devlet, ne yazık ki, bunu ortadan kaldırmayı seçerek, tek tipleştirme yolunu tercih etmiştir. Bazı düzenlemeler yapılması sonrasında bugün biraz evvel bahsettiğim gibi, imam hatip okullarında bir kayıt patlaması yaşanmaktadır. Bunun önünü almak mümkün değildir. Birer meslek lisesi mahiyetindeki imam hatip okullarının, halkımızın çocuklarının dini eğitimi de alabileceği düz liseler şeklinde ‘kullanmasının’ önüne geçilerek, ağırlıklı din eğitimi veren okulların açılabilmesinin önü açılmalıdır.
Daha düne kadar Kur’an’ın Arapça ve Türkçe’sinin öğrenilmesi ilköğretim beşinci sınıfı bitirme şartına bağlanmış, kanunla yasaklanmıştı. Özelikle Mazlum-Der öncülüğünde başlatılan, bu yasağın kaldırılması konusunda bir aşama kaydedilmiştir. Ama yasa hâlâ kadüktür(düşüktür); çünkü 12 yaş sırını yaz tatilleri için kalkmış, ancak 15 yaş sınırı devam etmektedir. Yani bir yıl boyunca Arapça veya Türkçe yaz tatili dışındaki dönemlerde eğitim almak isteseniz, bu yasaktır. Bu eğitim, özellikle hafızlık ve okul sonrasındaki kurslar için yapılmaktadır ve 15 yaş altı için yasaktır. Bu yasak devam etmektedir. Dinî eğitim, Diyanet İşleri Başkanlığının tekelindedir. Bu tür yasaklamalar kaldırılmalıdır.
İnsanların düşünce ve inançları nedeniyle dışlanması hiçbir zaman kabul edilemez. Bu nedenle başörtüsünün sadece hizmet alanlar açısından değil, hizmet verenler açısından da yasaklanması kabul edilemez.
İlk adım: Modern toplumlarda anayasanın hazırlanması süreci ile daha önceki anayasalarımızın hazırlanma süreçleri arasında nasıl bir ilişki ya da farklar bulunmaktadır? Bu çerçevede yeni anayasa hazırlanırken hangi ilkeler içerisinde hareket edilmelidir?
Av. Haşim Savaş: Bir kere başta şu husus kabul edilmelidir: Anayasalar, toplumsal sözleşmelerdir. Toplumsal sözleşmelerde toplumum temsili gereklidir. Anayasayı da esasen toplum yapmalıdır. En doğru olanı, toplumun bütün katmanlarının katıldığı bir kurucu iradenin başta bir anayasa yapmasıdır. Bu en ideali olmakla birlikte ülkemiz açısından hiç olmazsa yapılması gereken şudur: Meclis tarafından, yeni bir anayasa yaparken bütün toplumsal grupların, bu konuda sözü olan bireylerin, sivil toplum örgütlerinin görüşleri alınmak suretiyle en yüksek katılım sağlanarak bir anayasa yapımı gerçekleştirilmelidir.
Bizde Anayasa yapımı bilindiği üzere 1876 ile başlar. II. Abdulhamid’in Cemiyet-i Mahsusa’ya hazırlatıp, Heyet-i Vükela(Bakanlar Kurulun)’da son şeklini aldıktan sonra Padişahın Hatt-ı Hümayunu ile kabul ve ilan edilmiş bir anayasamız vardır.
Cumhuriyet tarihimizin en demokratik anayasası ise, 1921 anayasadır(Teşkilât-ı Esasiye Kanunu). Kısa (24 madde) bir metindir. Ama ömrü de çok kısa olmuştur. TBMM tarafından yapılmıştır ki, bu meclisin en önemli özelliği, gerçek bir temsilciler meclisi olmasıdır.
1924 yılında yapılan TBMM tarafından yeni anayasa(Teşkilât-ı Esasiye Kanunu) 1960 darbesine kadar yürürlükte kalmıştır. Bu anayasanın yürürlükte olduğu dönemde anayasada çok önemli değişiklikler gerçekleştirilmiştir. Devrimlerin gerçekleştiği dönemin anayasasıdır. Kanuni Esasi Encümeni tarafından hazırlanan taslak, meclise sunularak kabul edilmiştir.
1961 ve 1982 anayasaları bilindiği üzere darbe sonrası süreçte hazırlanmıştır.
Modern toplumlarda zaten darbe denen bir şey olamaz.
Bir kere şunu söylemeliyiz: Demokratik bir anayasa demokratik bir ortamda gerçekleştirilir. Korkunun, askeri vesayetin hâkim olduğu bir ortamda demokratik bir anayasa yapamazsınız. Herkesin özgürce fikrini ifade ettiği bir ortamı sağlayacaksınız ki, özgür bir anayasa metni ortaya çıksın.
Özgür bir ortamdan sonra katılımcı bir ortamın; bireysel ve toplumsal olarak bu katılımın sağlanması gereklidir.
İlk adım: Modern toplumlarda sivil toplum örgütleri büyük önem arz etmektedir. Hükümetin ve diğer siyasi partilerin STK’lara bakışı nasıldır? Yeni anayasanın hazırlanmasında STK’ların işlevi ne olmalıdır? Türkiye’deki STK’lar bu işlevlerini yerine getirebilecek güç ve imkânlara sahiplikleri konusunda ne düşünüyorsunuz?
Av. Haşim Savaş: Modern toplumlarda insanlar, sadece birey olarak yaşamanın zorluğunu görmüş ve haklarını elde edebilmek için örgütlenmenin bilincine ulaşmışlardır. Böyle olunca da sivil toplum örgütlerinin önemi artmıştır. Çünkü insanlar, meslekî veya çeşitli menfaat dayanışması içinde bu STÖ’leri oluşturmaktadırlar. Artık çağ STÖ’ler çağıdır.
Bütün gruplar Yeni Anayasa Yapım Sürecine STÖ’ler vasıtasıyla katılmak ve haklarının Anayasa’da yer almasını sağlamak istemektedirler. İşçi-İşveren teşkilatları olan sendikalar, dernekler, meslek örgütleri, kadın hareketleri ve kadın örgütleri, inanç temelli örgütler, … ve sair STÖ’ler, bu süreçte azami katkıyı sağlayabilmenin mücadelesini vermektedirler. Sivil toplum faaliyetleri dolayısıyla katıldığım kuruluşlar, artık sadece kendi bünyelerinde bir örgütlenmenin ötesinde; farklı oluşumlarla bir araya gelmek suretiyle yeni birliktelikler de gerçekleştirmek istemektedirler. Bu da yeni yeni oluşumların doğmasına fırsat vermektedir.
Tabi şunu söylemeyi gerekli görüyorum: Türkiye’de Sivil Toplum Örgütlenmeleri yeni ve zayıftır. Ayrıca farklı örgütlerin yeni birliktelikler oluşturmaları ise, çok daha yenidir. Güçlü birliktelikleri oluşturmakta özellikle ekonomik sıkıntılar mevcuttur. Hal böyle olunca iktidar karşısındaki zayıflıklarını söylemeye gerek yok. Ne var ki, cılız da olsa seslerini duyurabilmenin gayreti içindedirler.
Yeni Anayasa Yapım Süreci içinde sivil toplum örgütlerinin katkısı çok önemli olacaktır ve olmalıdır. Toplum bunun önemini kavramıştır. STÖ’ler vasıtasıyla katkıda bulunmak için de bir çaba içerisindedirler. Biz, Hukukçular Birliği Vakfı olarak bu sürece katkı gerçekleştirebilmek için bir faaliyet içindeyiz. Bu bağlamda yeni bir Anayasa yapım çalışmamız bulunmaktadır. Her ne kadar henüz sonuçlanmamışsa da ham haldedir. Yine ham haldeki sunuş ve başlangıç metni mevcuttur, bunu sizinle paylaşıyorum. Henüz kesinleşmemiş başkaca düşüncelerimiz de vardır.
İlk adım: Teşekkür…..