FACE GENÇLİĞİ

Mücadeleci Gençlik, Büyük Doğu Gençliği, Diriliş Gençliği, Milli Gençlik derken; “Face Gençliği” ile karşı karşıya kalacağınızı hiç düşündünüz mü? Evet, ben de düşünmemiştim. Nur topu gibi bir “Face gençliğimiz” doğuyor. Gümbür gümbür bir “Face Gençliği” geliyor… Amaçların yerini araçlara terk ettiğimizin neticesi olarak “Face Gençliği” bizlerle beraber… Haydi hayırlısı!
Bu, yeni nesil internet gençliğini tanımak zorundayız. Aslında onlar bizlerden ayrı yaşamıyorlar. Onlarla birçok mekânda beraberiz. Hatta gün boyu aynı evde beraber soluklanıyoruz. Ufak tefek belirti kırıntıları sunsalar da, bu gençleri yüzde yüz tanıma imkânımız maalesef olmuyor. Çünkü iki neslin düşünme alanları birbirinden çok farklı. Biz babaların-annelerin düşündüğü konular onların zihinlerinde zerre kadar yer tutmuyor. Ortak paydalar yok denecek kadar az. Zevkler farklı, algılar ayrı. En tehlikelisi de beslenilen kaynakların farklılaşmaya yüz tutması.
“Face Gençliği” olarak isimlendirdiğimiz bu yeni nesil gençler teknoloji hayranı gençler. Daha çok yabancı ülkelerde, Avrupa memleketlerinde yaşamak istiyorlar. Bunun tek sebebi kendilerine göre iyi bir eğitim alarak kariyer yapmaktır. Böyle talepte bulunmalarında bizlerin yönlendirmesinin mevcudiyeti inkâr edilemez. Aşağılık kompleksi ile bizler de zaman zaman bu hülyalara kapılmışızdır. Ancak alınan terbiye sonucunda bu düşüncelerin birer hülya olarak kalması kaçınılmaz idi. Ayrıca eğitimin nerede ve hangi konuda olursa olsun sonuçta bir ideal uğruna yapılacak olması düşüncesi insanın yerel olmasını sağlamaktadır. Bu da her ne kadar yurt dışında eğitim alınsa da köklere bağlılığın devamını garanti altına alır.
Yeni nesil gençlerde gördüğümüz eksiklik eğitimin daha ziyade bireyselliğin ve dünyeviliğin hedeflediği sonuçlar için yapmaya gayret eder hale gelmeleridir. Son yıllarda nimetlerin davet ettiği yeni nimetler daha sık konuşulmaktadır. Kötülüklerle, zulümle mücadele isteğimizi Mücahit, Cihat, Ammar, Yasir, Sümeyye, gibi isimleri çocuklarımıza ad koyarak haykırmayı, davasından vazgeçenlerin başı eğik mahcup hali ile terk edişimiz artık zihin yapımızın değiştiğini ve bizim gençlerimizin de farklı hedefleri amaç edineceklerinin göstergesidir.
Medyanın planlı propagandaları ve yüz yıldır başımıza bela edilen kendini küçük görme hastalığı neticesinde Batıya öykünme ve Batılı gibi yaşama arzusu gençlerimizdeki ana iskeleti yok etmiş durumdadır. Nerede olursa olsun en önemli hedef olarak “bir yerlere gelmek” ana maddesini benimseyen gençlerimiz, maalesef dik durma özelliğini de kaybetmektedirler. Kariyer sahibi olabilmek uğruna içine girdiği kabın şeklini alırcasına kişilik ve kimliğinden çabukça vazgeçebilmektedirler.
“Face Gençliği” hâlihazırdaki eğitim sistemini olabildiğince eleştirmektedir. Ne kadar güzel! Keşke herkes kaliteli eleştiri yapabilse ve bunu yöneticilere iletebilse! Lakin bu gençlerimizin en önemli eleştiri ayağını, eğitim sisteminin zevk, eğlence ve sosyal faaliyetlere yeterince kapı aralamadığı noktası oluşturmaktadır. Gayet haklılar. Herkes dünyevileşme açlığı içerisinde debelenirken, gençlerden başka bir şey beklemek olmaz. Bir taraftan nefsi ilahlaştırırcasına bütün dünyevi zevkleri nefsin hizmetine sunan bir mütegallibe medeniyet; öbür tarafta bırakın yeni normlar ve gelenekler oluşturmayı, eskilerini bile muhafaza etmekte zorlanan anneler babalar… Bu anneler- babalar da bir zamanlar eğitim sistemini eleştiriyorlardı. Eğitim sisteminin ahlakı yozlaştırdığını, insanları sıradanlaştırdığını, geçmişi aktaramadığını falan dile getirip, sisteme veryansın ediyorlardı. Şimdi ise, eğitim sistemini unutup sırf çocukları için sınav sistemine takılıp kaldılar!
Gençliğimizin Facebook ve Twitter gibi sosyal paylaşım sitelerine aşırı bir şekilde meyletmelerinin en önemli sebebi, gerçek hayatın yanında sanal bir hayat tarzını oralarda sürdürebilme imkânlarının oluşmasıdır. Paylaşım sitesinde mahalle baskısı, ana baba baskısı, çevre tepkisi göremeyen bir genç, kendini ifade ederken bunu özgürce yaptığını da fark eder etmez bütün dünyalar onun oluyor yanılgısına kapılmaktadır. Böyle bir genç kişisel ve toplumsal değerlerini sadece ana ocağında görüyor konumuna düşmektedir. Kontrolsüz devam ettirdiği sanal hayatını gerçeğe aktarmak istediğinde ise kuşaklar arası çatışma ortaya çıkmaktadır. Hele hele çocuğunun sanal hayatını bilmeyen ailelerde, bu durum ortaya çıkarsa kıyametler kopmaktadır.
Kendini iyice Face’nin büyülü dünyasına kaptıran gencimiz, kendine has küçücük sanal dünyasında tanıdığı tanımadığı arkadaş gruplarının katılımları ile kontrolsüz açılımlar yapıp, içinden geçen mahremlerini yansıtarak utanmayı unutmakta olduğunun farkında bile olamamaktadır. Oysa utanma kişinin sosyal çevre edinmesini sağlayacak en önemli unsurdur. Karşı karşıya geldiğinde arkadaşına tekrar edemeyeceği cümleleri sanal âlemde kuruyor olması gencimizin çevreden kaçmasını ve yalnızlaşmasını sağlayacaktır. Utanma duygusunu kaybetmiş bir genç kendine saygısını da kaybetme tehlikesi altındadır. Bu durum kişiyi bencil ve egoist duygularla baş başa kalmasına yardımcı olacaktır.
Face Gençliği yaşadığı günlük ucuz ve fedakârlık gerektirmeyen sanal hayatı ile birilerinin piyasasına girmiş demektir. Öncelikle kendini, kendi istediği şekilde arz ettiği için yenidünyasında herkes tarafından bilindiği ve sevildiği yanılsaması ile karşı karşıyadır. İnternetten evlenip henüz zifaf bile gerçekleştiremeden ayrılmak zorunda olan gençlerin durumu bu düşüncemizi desteklemektedir. Piyasa adamı olmak meşhur olmak gibidir. Herkesin önünde, ortada olan bir insan, meşhur olan kişilerin yaptığı gibi kötü huylarını gizlemek ve olmayan iyi özellikleri kendisinde varmış gibi göstermek zorundadır. Böyle bir aldatmaca yüzlerce insanın birlikte olduğu bir alanda gerçekleştiğinde seyreyleyin gümbürtüyü…!
Gençlerimizin sosyalleşememesi onların “Face gençliği” olmalarının önünü açmaktadır. Sosyalleşmekten kastımız: Öğrendiklerini, inandıklarını ve elde ettiği değerlerini hiç kimseden çekinmeden yansıtabilmek ve kimliğini gizlemeden hayat sürdürebilmektir. Bu manada sosyalleşmemiş bir gencimiz kendisi ile yeterince ilgilenilmemiş demektir. Kendisi ile ilgilenilmediğini düşünen herkes kendisini ispat ve ifade ederken bu eksikliğe değişik kalıplar içerisinde işaret etmek ister. Gençlerimizde bu ihtiyaç, bakın bakalım ben neler yapıyorum, şeklinde sanal âlemde ortaya çıkmaktadır. Gerçek hayatta kendini yalnız hisseden gençler sanal âlemde hiç tanımadığı insanlarla paylaşımlarda bulunarak kendini önemli kılmaya gayret eder. Tabi ki bunu yaparken karşıdakilerin de aynı ihtiyaçla böyle davrandığı düşünülmez. Hele hele sonuçta herkesin birbirini bir nebze aldattığı gerçeği ortaya çıkarsa, özgüven eksikliği gittikçe derinleşen bir hal alır.
Çocuklarımızın ve gençlerimizin kısmen de olsa ailelerinden kopmalarına sebep olabilecek sözüm ona sosyal paylaşım siteleri hakkında bilgilerimizin yeterli olup olmadığını gözden geçirmek zorundayız. Evlatlarımız bu tür siteleri aileden bağımsız bir özgürlük alanı olarak kullanmamalıdırlar. Daha doğrusu buna ihtiyaç hâsıl olmamalıdır. Bu tür siteleri yasaklama yerine çocuklarla birlikte kontrollü kullanmak daha doğru olacaktır.
Aile içerisinde yüksek seviyede bir iletişim gerçekleştirebilen, Hz.Ali efendimizin tavsiye ettiği gibi, küçük yaşlarda çocukları ile oynayabilmiş, ergenlik dönemlerinde onlarla arkadaş olabilmiş ve gençliklerinde onlarla istişare edecek kadar arkadaşlıklarını ilerletmiş okuyucularımıza ne mutlu!
SELÂM DURDURAN ÇEŞME
Bir gün Üsküdar meydanında garip bir olayla karşılaştım. Gemiden boşalan kalabalığın arasından çıkan bir zat, tam meydanın ortasındaki tarihi çeşmenin yanına gelince bir asker gibi “hazır ol”a geçti, elini başına götürerek çeşmeyi selamladı. Bir kaç dakika ihtiram vaziyetinde durdu. Bu manzara beni etkilediği ve merakımı tahrik ettiği için yanına yaklaştım, biraz tereddüt ettikten sonra sordum:
—Beyefendi! Merakımı maruz görünüz. İlk defa çeşmeye selâm veren biriyle karşılaşıyorum?
Altmış yaşının üstünde gösteren, tavırlarından ve sözlerinden bir “İstanbul Efendisi” olduğu anlaşılan bir zat, eliyle çeşmenin denize bakan cephesindeki nefis yazıları işaret ederek:
—Şu gördüğünüz kitâbeyi padişah bizzat kendi eliyle yazmıştır! Yolum ne zaman buraya düşse, Üçüncü Ahmed’in celî sülüs hattıyla yazdığı bu nefis kitabeyi selâmlamadan geçemem, dedi.
Dursun Gürlek, Maziye Bir Bakıver: s,73.