ABDULAZİZ BEKKİNE

ABDULAZİZ BEKKİNE

Kazan’dan göç ederek İstanbul’a yerleşen tüccar Halis Efendi’nin oğludur. İstanbul’da dünyaya gelmiştir. Temel dini dersleri aldıktan sonra ailesiyle tekrar Kazan’a gider. Henüz 15 yaşında olan genç Abdülaziz eğitimine orada devam eder. Bilahare Buhara’ ya geçer. Orada tanınmış âlimlerden muhtelif dersler alır. Babasının vefatından sonra tekrar Kazan’a döner. 1917 Sovyet Devriminin ardından 16 kardeşiyle birlikte önce Bakü’ye ardından İstanbul’a gelir.

Geçimlerini temin için önce bakkal açarlar. Aynı zamanda Beyazıt medresesine devam eder. Bu arada medrese arkadaşı Mehmet Zahit Kotku Efendi ile beraber meşhur Nakşibendi– Halidi şeyhi Ahmet Ziyaeddin Gümüşhanevi’nin halifelerinden Tekirdağlı Şeyh Mustafa Feyzi Efendi’ye intisap ederler. Hasib Efendi’den de epeyce istifade eden Abdülaziz Efendi irşat izni aldıktan sonra imamlık görevine başlar. İstanbul’da muhtelif camilerde görev yapar. İkinci kez gittiği Hac’dan dönerken hastalanır. 2 Kasım 1952’de vefat eder.

Fatih Camii’nde kılınan cenaze namazının ardından Edirnekapı Sakızağacı Şehitliğinde, şeyhi Hasib Efendi’nin yanına defnedilir. Kendisinden sonra irşat görevini, Bursa’dan Çivizade Ümmü Gülsüm Camii’ne nakledilen Mehmet Zahit Kotku devam ettirir.

TEKKELERİN KAPATILMASI

Abdülaziz Bekkine daha çok Hacı Aziz Efendi adıyla tanındı. Tekkelerin kapatılmasından sonra diğer şeyhler gibi irşat faaliyetini evinde yaptığı sohbetlerle sürdürdü. Üniversite öğrencileri üzerinde oldukça etkili oldu. (1)

Tekkelerin kapatılmasıyla ilgili bir soruya şöyle cevap verir : “Oğlum, bu tekkeler kapanmayı hak etmişti. Çünkü bu tekkeler içinde İslam’ı muhafaza eden tekke fevkalade azalmıştı. Onun için Allah kapattırdı.” (2) Böyle derken Şeyhi Tekirdağlı Mustafa Feyzi Efendi’nin söylediği “Tekkeler kapatıldı diye hayıflanmayınız; kapatılan bir binanın kapısıdır, kapatılmayan gönül kapısı ve ilahi aşk yoludur. Bu yolunuz ve kapınız daima açık olsun.” beyanına istinaden hiçbir zaman çalışmadan geri kalmamıştır.

SİYASETE BAKIŞI

Hiç şüphesiz her dönemde şeyhlerin siyasetle ilgili görüş ve düşünceleri önem arz etmiştir. Üniversite öğretim üyeleri ve talebeler üzerinde de, hayli müessir olduğundan bir grup genç, Hocaefendiye gelerek siyaset konusundaki görüşlerini sorarlar. Tabi ortam biraz yumuşamış, Demokrat Parti iktidar olmuş. Konuşma da böyle bir ortamda gelişir.

İçlerinde Erbakan’ın da bulunduğu bir grup mühendis ve akademisyen, hocaları ve şeyhleri Abdülaziz Bekkine’ye: “ Efendim DP’nin seçimleri kazanmasıyla bir devir bitmiş gibi gözüküyor. Artık bizler de daha müsait şartlarda memleketimize ve mukaddesatımıza hizmet edebilmek için faaliyete geçmek, siyasi ve iktisadi teşebbüslerde bulunmak niyeti ve arzusu içinde olmalıyız diye düşünüyoruz. Acaba ne buyurursunuz?…”

Daha sonra Hocalarının tavsiyelerini unutmayı tercih ederek DP, AP ve MSP hareketleri içinde etkin yerler edinmek peşinde koşacak gençlere Abdülaziz Bekkine hiç duraksamadan şu cevabı verir: “Evladım, siyaset hamam tasına benzer; bir cenabetin elinden bir başka cenabetin eline intikal eder. O işler bize göre değil, biz kendi işimize bakalım.” (3)

Hocaefendi’nin siyaset konusunda bu şekilde yorum yapmasının sebebi şu olabilir. Henüz tek parti dönemi yeni bitmiş. Çok az sayıda yetişmiş insan var. Daha henüz neyin nasıl olacağı da belli olmadığından, mevcut yetişmiş bir avuç insanın heder olmaması veya bunların sayılarının biraz daha artmasını beklemiş olabilir. Çünkü hemen kendinden sonra irşat vazifesini sürdürecek olan merhum Mehmet Zahit Kotku ise tam tersine siyasi çalışmalarda görev alınması gerektiğini ifade etmiştir. Hatta bizzat teşvik etmiştir. Milli Nizam ( MNP ), Milli Selamet ( MSP ) hareketlerinin bir yerde onun dua ve yönlendirmesiyle vücut bulduğu ehlince malumdur.

Talebelerle özellikle de üniversite talebeleriyle çok ilgilenen Hocaefendi bir sohbetinde şöyle der:

“Biyoloji ve tıpla uğraşanlar tabiat kanunlarına mahkûm olurlar. Hukukçular insan elinden çıkmış kanunların zebunudur. Hesapla (matematik) uğraşanlar hayalcilikten (nazariyattan) kurtulamazlar. Onun için bizim bunlarla fazla ilgilenmemiz doğru olmaz. Hendese (geometri) ile uğraşanlarda hayalcilik olmaz, hendese insanı muhafazakâr yapar. Onun için mühendislerle özellikle meşgul olalım.”

Kendisine ait bir yorum olduğu için aynen aldım. Katılıp katılmadığımı bir tarafa bırakırsak, günün birinde bir sohbet esnasında değer verdiğim büyüğüm Mehmet Şevket Eygi de şöyle demişti: “Sayısal alanla meşgul olanlar daha çok zengin olmayı, para kazanmayı düşünürler… Sözelciler ise daha ziyade sosyal işler ve ülke meseleleriyle uğraşırlar. Dolayısıyla o tür öğrencilerle daha çok meşgul olunuz.” Evet, güngörmüş bir başka mütefekkirin yorumu da bu.

TANIDIKLARININ KALEMİNDEN BEKKİNE HOCA

Emin Işık: Dergâh’a gelen hediyelerin hiç birini evine götürmezdi. İhtiyacı olmasına rağmen aldığı maaşını mahallesinin fakirlerine dağıtırdı. Kendileri yün eğirip, çorap yapıp, pazarcı esnafına satar, geçimini onunla temin ederdi. “Bizim elimiz kolumuz işliyor, zaten caminin evinde oturuyoruz, kira vermiyoruz.” …derdi.(4)

Orhan Okay: Bugünün dervişi için, mağrur olmak “ben” duygusuna kapılmak tehlikesi var diye, cemiyetten uzak kalmak yanlıştır. Hem asıl dervişlik de burada ya! Hem düşmanla, hem gururla mücadele eder. Müslüman’ın milletine lakayt kalması caiz değildir. Benliğe düşmemek için inzivaya çekilmek, pisboğazlıktan korkarak durmak gibi bir şey… Şöhret herkes için kötü değil ki! Bilakis şöhretin başka insanlar için lüzumu da var; örnek adam olur. Hz. Ömer meşhurdur, fakat hiçbir zaman mağrur ve mütekebbir olmadı. Örnek insan oldu. Mücadelede herkesten istifade edilir. Mesela filancanın mebus olması cemiyet için faydalı olabilir de, Nurettin Bey’in (Topçu) mebus olması faydasızdır.(5)

Nurettin Topçu: Hocam beni şüphe çukurundan alıp, iman irfanlarına çıkardı. Geceleri saat bire, ikiye kadar oturup, uyku gelene kadar meselesi olmayan veya problemi halledilenler gittikten sonra, saatlerce sohbet ederdik. Ben sorardım o hep cevap verirdi. Şüphelerimi, istifhamlarımı çözer, sıkıntılarımı giderirdi. Şu kadar senelik tahsil, bu kadar senelik okuma ve araştırmalarda, felsefede, ilimde, Avrupa’da bulamadıklarımı onda buldum. Bu sohbetlerimizin sonunda, kafamda hiçbir istifham kalmayınca izin alır kalkardım…

Nurettin Topçu bundan dolayı “Onu tanımasaydım Peygamberi anlayamazdım” dediği Nakşibendîliğin Gümüşanevî kolu şeyhlerinden Abdülaziz Bekine’ye intisap etmiştir.(6)

Her şeyi Allah’tan gören ve yaptıklarının hesabını Allah’a vereceğine inanan samimi bir insan, cemiyet için ne kadar gerekli. Hele ki her şeyin maddeyle değerlendirildiği günümüz dünyasında. Allah ondan razı olsun. Makamını Cennet eylesin.   

 

KAYNAKLAR:

—————–

  1. İslam Ansiklopedisi ( DİYANET VAKFI ) 5. cilt
  2. Cumhuriyet Türkiyesi’nde Bir Mesele Olarak İslam, İsmail Kara, Dergâh Y., s.260
  3. A.G.E
  4.  Aşkı Meşk Etmek- Emin Işık, s.198-199
  5. Silik Fotoğraflar, Orhan Okay, s.60-61
  6. Nurettin Topçu, Hüseyin Karaman, s.22-23
YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.