AĞIR GELDİ YA RASULALLAH!

SÖZ MEYDANI’ na bu sayı üç yazarımızı yazılarıyla misafir ediyoruz.
Onun dostları gibi hikâyesi de kendisi gibi güzeldir. Akıcı bir dille aktarılan olayların “Ya biz?” değerlendirmesi de maksada hizmet etmiş. Kendilerine teşekkür ediyor yazıyı yayınlıyoruz.
AĞIR GELDİ YA RASÛLALLAH!
Hz. Enes’i, on yaşındayken annesi elinden tutup getirmiş ve demişti ki: “Bu senin hizmetçindir ya Rasûlallah! “En Sevgili, dünyadan ayrıldığında küçük hizmetçi 20 yaşındadır. Enes O’nsuz tam 83 sene daha yaşar ve bu sürenin sonuna yaklaştığı günlerin birinde şu sözler dökülür dilinden:
-“Sevgilimden ayrılalı tam seksen sene oldu ve Allah’a yemin ederim ki, bu sürede O’nu rüyada görmediğim bir tek gece bile geçirmedim.”
Enes’te Efendimiz sallallahu aleyhi ve selleme ait bir çubuk ve bir de saç teli vardır. O’nun gidişinden sonra bu iki emaneti tam 83 yıl muhafaza eder. Vasiyeti üzere vefatından sonra çubuk göğsü üzerine, saç teli ise dilinin altına yerleştirilerek defnedilir.
Mute’de “Allah’ın Kılıcı” ünvanına sahip olan büyük komutan Halid bin Velid… Girdiği hiçbir savaşta mağlubiyet almamış, birkaç yıl içinde Bizans’ın topraklarını yarıya indirmiş, devrinin en güçlü imparatorluğu Sasani’leri tarih sahnesinden silmiş, askeri deha Halid bin Velid… Bütün başarılarına rağmen dünya malına hiç tamah etmemiştir. Fakat Ortadoğu’nun Bizans’ın elinden sökülüp alındığı, İslam tarihinin en kanlı savaşlarından olan ve altı yüzden fazla hafız sahabenin şehit olduğu, Yermük savaşında kaybettiği bir sarık onun için ölünceye kadar bir üzüntü sebebi olur. Savaş sonrası tüm alanı arar ama bulamaz. Kendisi bu sarığın önemini şöyle ifade eder:
“O sarığın içerisinde Rasûlullah sallallau alyhi ve selleme ait birkaç saç teli vardı… Ben savaşlardaki galibiyetimi hep onlardan sayardım.”
O, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemden kalan emanetlere sahip çıkamamanın üzüntüsünü ölene kadar hisseder. Bize Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemden kalan bir çubuk ya da O’ na ait bir saç teli gibi bir emanetimiz yok belki ama Allah’ın Elçisinden bu ümmete kutsal emanet Kur’an-ı Kerim ve yüz binlerce Hadis var.
Şu an âlemlere Rahmet, Hz Muhammed Mustafa sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz karşımızda durup “Ey ümmetim size bıraktığım emanetlerim nerde?” dese ne deriz? Herhalde büyük bir çoğunluğumuz:
– Ya Rasûlallah ağır geldi senin sözlerin, taşıyamadık şu beynimizde. O kadar meşguldük ki okuyamadık, ne getirdiğin Kur’an’ı ne de Hadislerini. Anlaşılmaz zannettik, zahmetli olur dedik, bir okuma için bin bahane ürettik. Hatta ya Rasûlallah sallallahu aleyhi ve sellem, kitaplıklarımızın rafları bile taşıyamadı, ağır geldi raflarımıza. Bak yok kitaplıklarımızda ne Kur’an, ne tefsir, ne de hadisler…
Oysa Allah Teala şöyle buyurur:
“O gün insanlar işlerin kendilerine gösterilmesi için bölük bölük dönerler.” (Zilzal 6)
“Sur’a üfürüldüğü gün hepiniz fevç fevç gelirsiniz.” (Nebe 18)
“O gün bütün insanları önderleriyle beraber çağırırız. O gün kitabı sağından verilenler, işte onlar kitaplarını okurlar. Onlara kıl kadar haksızlık edilmez.” (İsra 71)
Ayetlerin beyanıyla, O gün insanlar guruplar halinde ve önderleriyle beraber çağırılacaklar. Hz Muhammed’e tabi olanlar, Ebu Cehil’in izini takip edenler, Allah’a meydan okuyanlar vs. diye guruplaşacaklar.
Bu ayetleri düşünürken, acaba peygamberin safında yer alabilecek miyim? Diye kendimizi sorgulamaya çalışmalıyız. Peygamberin gittiği yere gidebilmek için O’nun safında yer almaktan başka çaremiz yok. O’nun yanında yer alabilmek için: Birim birim, adım adım, karış karış hatta zerre zerre Peygambere benzeyen yanlarımızı çoğaltmalıyız. Bunu başarmanın yolu da Peygamberimizi tanımaktan yani Kur’an ve Hadis okumaktan geçer. Değilse yarın: “Keşke yolumu peygambere çıkarabilseydim!”, “Keşke Peygamberin sünnetini tanıyıp onun gibi olmaya çalışsaydım!”, “Keşke O’nun dalgasına kapılıp, O’nun gittiği yere gidebilseydim!” diyerek pişman oluruz, Allah korusun.
Şevket ŞAYAKDOKUYAN
**
“Yalnızlık” bir evrensel tema. Yalnızlıktan şikayet de öyle.”Yalnız kalmak istiyorum.” derken de yalnızlıktan korkarız. Çünkü hiç kimse yalnız olmak istemez. Şerife de bu temayı işlemiş. Ama o da yalnızlığın ne olduğunda (iyi kötü) kararsız ama bir şeyler hissediyor. Hissettiğini hissettiği gibi dökmüş satırlara. Yaşamanın güzelliğine dönmüş sonunda. Şiirsel mısralarla daha başarılı olacaksınız. Kelimeleri seçerek kullanınız. Anlam yüklü kelimeler bulunuz. Uçuşan kelimeler daha akıcı olur. Yazıyı yayınlıyoruz. Başarılar.
YALNIZ MIYIM?
Küçük hesaplar peşinde koşuşturmakla geçiyor zaman… Aslında zaman mı geçen, ömrüm mü Bilemiyorum ama… Kayboluyorum usul usul… Yok oluyorum, hissediyorum…
Kimseye anlatmıyorum, anlatamıyorum. Hani bir canlı vardır; evini sırtında gezdirir. Biri yaklaştı mı kabuğuna çekilir. Yalnız ve tek kalır. Kendimi öyle hissediyorum işte. Tüm acılarımı, tasalarımı, yalnızlığımı çöllerde denizlerde bırakmak kabuğuma çekilmek istiyorum. Ben yalnız kalmak istemiyorum. Sevmiyorum aslında yalnızlığı. Bir insan ne kadar yalnız kalabilir ki? Peki, ben gidersem… İşte o zaman biliyorum ki şiirlerim öksüz kalır. Benim avuçlarımdaki tüm ailem onlar… Yağmur kokan kaldırımlar yalnız kalır. Biliyorum kimse dinlemez onları benim gibi… Anlamaz… Nankörlük etmeyeyim… Ben yalnız değilim… Ama yalnızlık… Çok güzel bazen… Mesela güneş… Yalnız doğar ama sevgisi tüm dünyayı aydınlatacak kadar… Bizim “yalnızlık” sandığımız yalnızlığımızı bile aydınlatamıyor ama… Sevgi de yalnızdır ama hep içimizde geziyor…
Günlük hesaplar, işler, çalışmalar hepsi itiyor biz yalnızlığa… Ben yoruldum artık… Yalnız yağmur sesleri dinleyerek, tasasız yaşlanmak istiyorum. Yalnız ölmek belki de… Ama ondan önce ben gerçek Leyla’mı bulmak istiyorum…
Ve bir hata yaptım. Ben yalnızlığımı paylaşmak isterken daha da yalnız kaldım. Şunu çözemiyorum. Ben gerçekten yalnız mıyım? Kimi zaman evet, kimi zaman koca bir hayır! Aslında hayat ibretlerle dolu… Bakmasını bilen bir göz asla yalnız olunmayacağını söylüyor…
İçinde yaşadığımız dünyamız bile “yalnız ”değil evrende…Ben nasıl yalnız kalayım ?Her şeye rağmen yalnızlığı sevmiyorum. Allah bile tek ama yalnız değil. Şerife ORHAN
**
Ölüm meşgul etmiş herkesi. Şair, filozof, düşünür, dinli, dinsiz, sanatçı veya sıradan insan herkes ölümü çözmeye, anlamaya çalışmış. Halen de öyle. Çünkü ölüm herkesin başında. Burcu Gürbüz de ölüm ve hayata yönelmiş yazısında. Güzel de yazmış. Ölümü güzelleştiren de hayat değil mi?”Ölümden ne korkarsın//Korkma ebedi varsın diyen Yunus’un hayatı ve ölümü. Ölüm ebediyettir de ondan öyle söyler Yunus. Yazınızı yayınlıyor başarılar diliyorum.
BİR ÇİZGİ
Kara toprağa girmekti belki ölüm. Cansız bedenimiz, fersiz gözlerimiz, soğuk tenimizle toprağa karışmaktı. Hayattı; öğrendiklerimizi, bildiklerimizi, sevdiklerimizi yaptığımız, sürdürdüğümüz süreç…
Şimdi incecik bir çizgideyim yaşamla ölüm arasında… Ölmek yalnızca kara toprağa girmek mi? Değil. Severken de ölür insan, kaybeder kendini… Bilinmez yollara girmiştir. Sevilmeyi, sevmeyi bilmeyen, kardeşim dediğin insanın sırtından vurmasıydı belki ölüm. Yalnız bıraktı çoğu zaman. Değer mi değerdi ilk zamanlar… Bir sevdiğiniz, annesini, babasını, eşini, dostunu, kardeşini veya değer verdiği birini kaybetmiş insanda kendisini ölmüş hisseder. Çünkü eli kolu kırık, güvendiği insan yok artık yanında… Ne olacak, ne yapacağım düşüncesiyle yer bitirir kendini. Ölüm kendini böyle zamanlarda daha çok belli eder. Titretir içini insanın. Yalnızlık duygusunu öne atar.
Hayat bambaşka olmalı. Anlamını bildiğimiz ölümü bize tekrar tekrar yaşatmamalı. Kendimizi yalnızlıkla savaşırken değil, etrafımıza gülücükler saçarak göstermeliyiz. Hayat dolu, sevgi dolu olmalıyız ki; kendimize de başkalarına da unutturmalıyız ölüm kelimesini… Hayatımızı karartmamalıyız ölümle. Yaşama sevincini yaşamalıyız içimizde.
Belki bir nefes, belki bir gün, belki uzun süren yıllardı hayat. Çok kişi girer hayatımıza ve sonra acımasızca çıkarlar hayatımızdan. Her şeye rağmen gücümüzü kaybetmemeli yaşamaya değer Burcu GÜRBÜZ