İLMİHAL-RASULULLAH sallallahu aleyhi ve sellem’in ŞEMAİLİ VE AHLAKI (2)

Hz. Hüseyin radıyallahu anh şöyle dedi: Babama, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in girişini sordum. Şöyle dedi: Evine müsaade ile girerdi. Evine girdiği zaman vaktini üç kısma ayırırdı.
1- Bir kısmını Allah’a,
2- Bir kısmını ailesine,
3- Bir kısmını da kendisine.
Sonra da insanlara ayırırdı. İleri gelen kimselerle de sâde vatandaşlarla da eşit şekilde konuşurdu. Onlardan (tebliğ edilmesi gereken, dine ait) hiçbir şeyi saklamazdı. Ümmete seviyelerine göre muamele ederdi. Herkese kendi durumuna göre değer verir, insanların dindeki faziletlerine önem verirdi. Dinde bilgili olanlara daha önem verirdi.
İnsanlardan kiminin bir, kiminin iki, kiminin de birçok haceti olurdu. Bunları da göz önünde tutar ve ona göre davranırdı. Onlarla ihtiyaç ve maslahatlarına göre meşgul olurdu. Kendilerine lâzım ve lâyık olanı onlara bildirirdi. Şöyle derdi: “Burada bulunanlar bulunmayanlara ulaştırsın. Bana ihtiyacını ulaştırmaktan âciz olanların ihtiyaçlarını bana ulaştırın. Çünkü hâcetini arz edemeyenlerin, hâcetini ilgiliye ulaştıranın Allah ayaklarını kıyamet gününde kaydırmaz.”
O, daima doğrunun yanındaydı. Başkasını kabul etmezdi. Yanına kalpleri karışık olarak girerler, kalpleri mutmain olarak ve başkaları için birer delil ve kılavuz olarak çıkarlardı.
O’nun çıkış şeklini sordum. Şöyle dedi:
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem dilini tutardı. Ancak insanları birbirine sevdirecek, birbirleri ile kaynaştıracak sözleri konuşurdu. Onları ürkütmez, kaçırmazdı. Her kavmin liderine önem atfederdi. İkram ederdi. Onun sırrını ve ahlâkını onlardan gizlemeden ona itaat etmelerini tavsiye ederdi. Güzel ahlâkıyla ahlâklanmalarını tavsiye ederdi. Ashabını (görmediği zaman) özler ve sorardı. İnsanların durumlarının nasıl olduğunu, işlerinin ne âlemde olduğunu da sorardı.
Güzele güzel, çirkine çirkin derdi. İşi daima dengeli idi. Tutarsız değildi. Gaflet ederler korkusuyla kesinlikle gaflete düşmezdi. Bezerler, usanırlar diye lüzumundan fazla söz söylemezdi. Daima hazırlıklı ve temkinli olurdu. Hak ve hakikatten ayrılmaz, insanların hakkı çiğnemelerine de müsaade etmezdi. Yanında en üstün ve en iyileri, ihlâs ve samimiyet bakımından en iyi olanlarıydı. Katında mertebe bakımından en büyükleri insanlarla iyi geçinen ve yardımlaşmayı başaran kimseler olurdu.
O’nun oturuş şeklini sordum. Şöyle dedi:
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem herhangi bir fâide söz konusu olmadan ne otururdu, ne de kalkardı. Kendisine özel yerler edinmezdi. Belirli yerlere oturmayı âdet edinenleri menederdi. Bir topluluğun yanına geldiğinde meclisin bittiği yere ilişip otururdu. Böyle yapılmasını da emrederdi. Beraber oturduğu kimselerin her biriyle ilgilenir, farklı muamele ettiği izlenimi vermezdi. İhtiyacını gidermesi için O’nunla oturan veya O’nu ayakta tutan kimseye karşı sabırlı olur, o kişi ayrılmadıkça kendisi terk edip ayrılmazdı.
Biri bir şey istediği zaman mutlaka verir, (şayet verecek bir şeyi yoksa) tatlı sözler söyleyerek gönderirdi. O’nun güler yüzlü oluşu ve herkese nâzik davranışı âdeta O’nu halka bir baba yapmıştı. Herkes O’nun yanında eşitti. O’nun meclisi; hilim, sabır, emanet ve hayâ meclisiydi. O’nun meclisinde sesler yükselmez, namus ve ırzlar çiğnenmez, kimseye sataşılmazdı. Gayet dengeli ve hayâlı idiler. Birbirlerine takvayı tavsiye ederlerdi. Son derece mütevâzı idiler. Küçükler büyüklere saygı gösterirken, büyükler de küçüklere sevgi ve şefkat gösterirlerdi. İhtiyacı olanları kendi nefislerine tercih ederler, garibe yardım elini uzatırlardı.
Beraber oturduğu kimselere karşı nasıl davranırdı diye sordum. Şöyle dedi:
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem daima güler yüzlü, yumuşak huylu idi. Sert ve kaba değildi. Gürültücü ve hayâsız değildi. Kusur arayan, insanları gereksiz yere öven de değildi. Arzulamadığı şeylere kulak asmazdı. Kimseye umutsuzluk vermezdi. Herkese ümit verirdi. Üç şeyden uzak dururdu:
1- Lüzumsuz tartışmak.
2- Fazla konuşmak.
3- Kendisini ilgilendirmeyen şeylere ilgi duymak.
İnsanlarla ilgili şu üç şeyden de uzak dururdu:
1- Kimseyi kötülemez.
2- Kimsenin kusurunu, mahremiyet ve ayıbını araştırmazdı.
3- Ancak fayda umduğu şeyleri söylerdi. Faydasız şeyler konuşmazdı.
Konuştuğu zaman, yanındakiler sanki başlarında kuş varmış gibi başlarını eğerlerdi. Ancak O, sükût buyurduğu zaman konuşurlardı. Yanında söz düellosu yapmazlardı. Yanında biri konuştuğu zaman herkes suspus olur, onu dinlerdi. Sözünü bitirinceye kadar, müdahalede bulunmazlardı. Onların konuşmaları da bir başka idi. Onların güldükleri şeye O da gülerdi. Hayret ettiklerine O da hayret ederdi. Gelen yabancının aşırı ve mantık dışı davranışlarını sabırla karşılardı. Onu azarlamazdı. Ashab bazen buna kızarlardı da onları teskin eder, şöyle derdi: “Böyle kimseleri gördüğünüzde, onu irşâd edin.”
Övgüyü ancak karşılığını verenden kabul ederdi. Kimsenin sözünü kesmezdi, bitirinceye kadar beklerdi. Adam ya bitirirdi ya da kalkıp giderdi.
Peki, suskunluğu nasıl idi diye sordum. Şöyle cevap verdi: Onun sükûtu şu dört şeyi hedeflerdi:
1- Hilim
2- Dikkat
3- Takdir
4- Tefekkür
Takdiri: Fark gözetmeksizin, insanlara bakmak ve aynı şekilde dinlemekti.
Tefekkürü: Hem fâni (dünya) hem bâki (ahiret) hakkında idi.
Hilmi: O’nun hilmi sabrında idi. Zira O’nu hiçbir şey kızdırmaz ve ürkütmezdi.
Dikkati dört şeyde tecelli ederdi:
1- Kendisine uyulması için en güzel olanı almak.
2- Vazgeçirmek amacıyla kötüden uzak durmak.
3- Ümmeti için yararlı olan hususlarda ictihad etmek.
4- Dünya ve ahiret hayatını temin edecek hususlarda onlar için çalışmak.