BİZİ SLOGANLAR AYIRDI

Genel olarak baktığımızda, sosyal ve doğal hayatta kendimizi bir renk cümbüşü içerisinde buluruz. Ne sosyal hayatı ne de doğayı tek tip kalıplara sığdıramayız. Bu imkansız tek kalıpçılık için savaşanlar kendilerini daha büyük bir bocalama içerisinde bulur. Çünkü hayatta öyle bir farklılık paradigması vardır ki bunu tek paradigmaya indirgemeye çalışanı kendi düzeni içinde barındırmaz. Peki hayatta ki bu farklılıkları sorun olarak mı algılamalıyız? Bu soruya verdiğimiz cevap olumlu veya olumsuz olsun bizi bir diğer soruya yönlendirir. İslam insanları tek bir kalıp içine mi sokmak ister?
İşin doğrusu İslam, insanların tek bir kalıba sokulamayacak yapısının farkındalığında olan bir dindir. Bunun en büyük örneklerinden biri de İslam’ın içinde ki müphemlik kültürüdür. İslam, bazı kesimlerin iddia ettiğinin aksine sabit ve sert bir düzenden ziyade temel mantığı veren fakat bu temel yapıyı nasıl sağlayacağı noktasında insanı özgür bırakan bir anlayışı içerisinde barındırmaktadır (örnek vermek gerekirse fıkhi konuda ki birçok mezhebi hak görmemizde bunun bir sonucudur). İslam’da ki bu yapı sayesinde birçok kültür ve milletten insan bu dinin bir ferdi haline gelip bu medeniyet içerisinde dünyaya yeni bakışlar ortaya koyabilmiştir. Bu bakışlar kendilerini sığ bir noktaya çekmedikleri sürece İslam bünyesi içerisinde daima bir zenginlik olmuştur. Bu zenginliğin sonucu olan fikirler zaman içerisinde sistemleşmiş gelişmiş ve yeni ürünler ortaya koymuştur. Bu gelişmelerin hepsinin ,bugün övündüğümüz İslami düşünce geleneğinde büyük payı olmuştur.
Peki neler oldu da bir zamanlar İslam alemini zenginleştiren farklılıklar bugünkü İslam toplumu için birliği bozan bir hüviyet haline geldi? Eğer sorun farklılıklarımızda olsa idi bu farklılıklar bizi zamanında zirveye taşımış olmayacaktı. Aslında bu denklem bizi farklılığı ortaya atan zihniyetleri sorgulamaya götürüyor. Çünkü bir zamanlar farklılıkların ortaya çıkması fikri bir çabanın ürünü iken bugünkü farklılıklarımızın ortaya çıkmasının sebebi yönlendirme bir çabanın ürünü olan sloganik kültürdür. Bu denklem bizi farklılıklarımızı sorgulamak yerine, farklılıklarımızın arkasında ki zihniyeti sorgulamamız gerektiği sonucuna götürüyor. Çünkü fikirler toplumu üretip zenginleştirirken sloganlar bizi tüketiyor ve ahvalimizi “ altı kör adam” hikayesine benzetiyor. Bu hikayeye göre “ Altı tane kör adam filin nasıl bir varlık olduğunu merak ederler ve bir gün fili tanımak için hayvanat bahçesine giderler: İlki file yaklaşıp dokunma fırsatı bulamadan karnına çarpıp “Tanrım bu fil, duvardan başka bir şey değil” der. İkinci dişine dokunur ve kararını verir, “Bu şey oldukça düzgün, sivri ve yuvarlakça. Fil denilen şey, mızraktır aslında”. Üçüncü hayvana sokulup kıvrımlı hortumunu tutunca zekice atılır, “Anladım, fil olsa olsa bir yılandır”. Dördüncü, filin dizine sürünce elini, “Ağaçtır” deyip, sabitleştirir fikrini. Beşinci, kulağına erişip şöyle söylenir: “En kör adam bile ne olduğunu bilir, fil yelpazedir”. Altıncı, filin çevresinde taranırken tesadüfen kuyruğuna dolanıp, “Anladım bu fil düpedüz bir halattır”, sonucuna varır. İşte bugünde biz İslam’ın etrafında toplanıp kör olduğumuzdan bi haber şekilde İslam’ı tanımlamaya kalkıyoruz ve İslam budur ve bundan da başka bir şey kesinlikle olamaz diyoruz.
Sonuç olarak farklılıklarımızı avantaja çevirip, bir insanın ve bir kültürün tanımladığı İslam yerine birçok bakış açısının ve kültürün birleşerek oluşturduğu zengin bir İslam kültürü oluşturduğumuz gün tıpkı bir zamanlar olduğu gibi İslam dünyası olarak kendimize daha geniş ufuklar açabiliriz.