KAPAK- Sabreden-R-ler ve Şükreden-R-ler

KAPAK- Sabreden-R-ler ve Şükreden-R-ler

Sabır ve şükür ehli olmamamızın sebeplerini düşünmeye başlamanın bu yazıya başlamadan daha doğru olacağı kanaatindeyim! Çünkü Müslümanın bundan başka çıkar yolu yoktur. Sabretmek maruz kalmak değildir. Şükretmek öylesine hissiz hareketsiz yaşamak hiç değildir! Müjdelenen sabrı kuşanmayı ve nimetleri artıracak şükrü eda etmenin sebeplerine sarılmalıyız. Sabredemeyen şükredebilir mi?

“And olsun ki biz Musa’yı da: “Kavmini karanlıklardan aydınlığa çıkar ve onlara Allah’ın (gerek kendilerinin, gerek başkalarının başlarına getirdiği felaket ve nimet) günlerini hatırlat.” diye âyet (ve mucize)lerimizle gönderdik. Bunda çokça sabreden, çokça şükreden herkes için âyetler (ders verici işaretler) vardır.” (İbrahim, 5)

“Sabûr -celle celaluhu- (En büyük sabır sahibi olandır)” ve “Şekûr -celle celaluhu- (Kendi rızası için yapılan işleri ziyadesiyle mükâfatlandıran)” Allah’ın isimlerindendir.

Bir mü’min için sabır çok yüksek bir haldir, çünkü hem bu dünyanın hem de öte dünyanın işleri onunla hallolur. Hiçbir başarı veya kemal kolaylıkla ve acı çekmeden ele gelmez. O acı, istediklerine gelince acele eden ama gayrete gelince tembelleşen, hiçbir ölçü bilmeyen ve her zaman ihtiyacından fazlasını gözünü diken nefsin acısıdır. Allah Resulü aleyhisselam, “Cennet, nefsin hoşuna gitmeyen şeylerle çevrilidir. ” buyurmuştur. Beden ve nefslerinin arzu girdabına karşı sabır gösterenler için Allah, sonsuz mükâfatlar vaat etmiştir. Allah’tan gelen ve tedbirle önüne geçilemeyecek olan talihsizlik, fakirlik, kaza ve hastalık zamanlarında sabır gösterenler için ise daha büyük mükâfatlar vardır. İslam’ın manası teslimiyettir; kişinin iştahlarını, lezzetlerini, ihtiraslarını ve iradesini Allah’ın iradesi karşısında bırakması…

Akıllı kimse nefsini hesaba çeker ve ölümden sonraki hayatı merkeze koyan bir yaşam ideali kuşanır. İnsanların en üstün ve faziletlisi hem ibadet ve taatin meşakkatlerine hem de yasaklarına sabreden kimsedir. Sabır, heva ve şehvet kuvvetinin karşısında akıl ve din kuvvetini hâkim kılmaktır. Çünkü Allah’ın haram kıldıklarına sabretmek, azabına sabretmekten daha kolaydır! Aynı zamanda sabırlı kimse, kendini kötülüklere hücum etmeye alıştıran kimsedir.

Sabır, terk edilen şeye veya yapılan işin bağlı bulunduğu yere göre değişik isimler alır. Sabır, dünyalıktan yetecek kadarını kazanmamaya olursa buna züht (dünya zevkini bırakıp kendini ibadete verme), zıddına ise hırs (sonu olmayan istek) denir. Sabır, dünyalıktan kifayet miktarına olursa “kanaat”, zıddına ise yine hırs denir. Sabır, savaşta kaçmamaya olursa buna “kahramanlık”, zıddına ise “korkaklık” denir.

Allah, mü’minleri zaman zaman ‘sabır ve şükr’ ile imtihan eder. Bazen darlıkla, bazen varlıkla, bazen musibetlerle, bazen de zaferlerle dener. Mü’minin hali hayret vericidir ki, sabreder kazanır-şükreder yine kazanır. Dünya misafirhanesinde bir döngü içerisinde sabır-şükür haliyle ömrünü tamamlar.

“Hani Rabbiniz, (size) şöyle bildirmişti: “And olsun ki eğer şükrü yerine getirirseniz, elbette size (nimetimi) artırırım. Eğer nankörlük ederseniz hiç şüphesiz azabım çok çetindir.” (İbrahim, 7)

Şükredici olmak, insanın Allah’a karşı vazifesidir. Bizleri yaratan ve bütün nimetlerini üstümüze yağdıran O’dur. Şükredenler, tüm varlıklarının ve sahip oldukları her şeyin Allah’tan olduğunu bilirler. Vücutlarının, akıllarının, dillerinin ve ellerinin her bir kısmını uğruna yaratıldıkları amaç için kullanırlar. Sahip oldukları her şeyi, kabiliyetlerini güçlerini ve paralarını Allah rızası için Allah’ın mahlûkatına kullanırlar. Allah da şükredene yardımcı olarak onun ilmini, irfanını ve kabiliyetlerini ziyadeleştirir, talihini de açık eyler.

Şükür, nimet veren Allah Teâlâ’nın nimetlerini boyun bükerek itiraf etmektir. Allah’ın nimetlerine şükredebilmek de yeniden şükür etmeyi gerektirdiği için şükürden aciz olduğumuzu da bilmemizdir. Şükür; kalb, dil ve azalarla yapılır. Kalp tanımak ve sevmek içindir. Dil, sena ve hamd etmek içindir. Azalar ise Allah’ın taatinde kullanılmak ve O’na isyandan uzak tutulmak içindir.

Şükür, kulun güç ve takatini Allah’a ibadet etmekte sarf etmesidir. İbadeti eda ederken çekilen meşakkatlere sabretmek ve günahlardan uzaklaşmaya sabretmek şükrün ta kendisidir. Sabır emredilince sabretmek şükürdür.

“Onlara şöyle denecektir: “Şüphesiz bu sizin için bir mükâfattır. Çalışma ve çabanız makbul görülmüştür.” (İnsan, 22)

Ashab-ı kiram Allah rızası için yurtlarını terk ettiklerinde, Cenab-ı Hak, onlara fetihler ve zaferler nasip ederek memleketlerinin yerine dünya mülkünü verdi.

Yusuf aleyhisselam da zindanın darlığına tahammül edince, Cenab-ı Hak, O’nu o memlekete yerleştirdi, neresinde isterse oturabilirdi.

Şehitler, Allah için bedenlerini harcayınca, hatta Allah düşmanları onların bedenlerini parça parça edince, Cenab-ı Hak onlardan razı olup, onların ruhlarını, bedenlerinin yerine yeşil kuşlara yerleştirir, onların ruhları kıyamete kadar cennetin nehirlerinden içer, meyvelerinden yerler. Kıyamet kopunca şehitlerin ruhları bedenlerine en mükemmel ve en güzel şekilde iade edilir.

Peygamberler, bütün varlıklarını ve benliklerini Allah yolunda harcayıp, kâfirlerden gördükleri eza ve cefaya sabredince, Cenab-ı Hak peygamberlerinin bu yaptıklarının yerine, onları ahiret yurdunu düşünen içten bağlı kimseler kıldı.

Rasulullah aleyhisselam şöyle buyurmuştur: “Bir kişinin çocuğu öldüğünde, Allah Teâlâ meleklerine, ‘kulumun çocuğunu aldınız mı?’ buyurur. Melekler, ‘evet’ derler. Allah Teâlâ, ‘kulumun kalbinin meyvesini (ciğerparesini) aldınız mı? Melekler, ‘evet’ derler. Bunun üzerine Allah Teâlâ, ‘peki kulum buna ne dedi?’ buyurur. Melekler, ‘Sana hamdetti ve biz Allah’tan geldik ve ancak O’na dönücüleriz, dedi’ derler. Allah Teâlâ da ‘o kuluma cennette bir ev yapınız ve ismini Hamd evi koyunuz.’ buyurur.” (Tirmizi)

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.