CİHAD DERSLERİ-İstikbâl İslâm’ındır

Merhûm Şehid Seyyid Kutub’un 1954 yılından sonra yazdığı “el-Müstakbelul ihâze’d-dîn” isimli kitabı Türkçe’ye ‘İstikbâl İslâm’ındır’ diye tercüme edildi. İlk tercümesi 1967 yılında Abdülkadir Şener tarafından yapılan kitabın ikinci tercümesi 1996 yılında Mustafa Özel tarafından yapıldı. Her iki tercüme de çok okundu; okuyanlar da çok istifade ettiler. Merhûmun aynı tarihlerde yazdığı diğer bir kitabı olan “Hâze’d-dîn” isimli eser Türkçe’ye 1964 yılında Mehmet Hasan Beşer tarafından ‘Din Dediğin Budur’ ismiyle, 1975 yılında Şamil Ceylani tarafından ‘İşte İslâm’ ismiyle ve 1992 yılında da Hasan Fehmi Ulus tarafından ‘Din Budur’ ismiyle tercüme edildi. Ülkemizde her üç tercüme de çok okundu.
Merhûm Şehid Seyyid Kutub’un bu iki eseri birbirini tamamlar niteliktedir. Yazar, “Hâze’d-dîn” isimli eserinde bir hayat tarzı olarak İslâm dini hakkındaki görüşlerini ortaya koymaktadır. Bunun devamı niteliğinde olan “el-Müstakbelul ihâze’d-dîn” isimli eserinde de batılı ve bâtıl sistemleri tartışmakta ve insanlığın içine düştüğü sıkıntılardan kurtulmasında İslâm dininin rolünü ortaya koymaktadır.
Seyyid Kutub, 9 Ekim 1906’da Mısır’ın Asyût vilayetine bağlı Mûsâ köyünde doğdu. Hindistan kökenli olan babası el-Hâc Kutub b. İbrâhim, Mısır’ın İngiliz işgalinden kurtulması için çalışan el-Hizbü’l-Vatanî’nin aktif bir üyesiydi. Seyyid Kutub, ilköğrenimini köyünde tamamladı.1921 yılı başlarında Kahire’ye giderek eğitimine devam etti. 1926 yılında öğretmen okulundan mezun olunca Külliyyetüdâri’l-ulûm’un hazırlık sınıfına girdi. İki yıl sonra Dârü’l-ulûm’a kaydoldu.
Öğrencilik yılları sırasında Abbâs Mahmûd el-Akkâd ile tanıştı ve görüşlerinden etkilendi. Üniversitedeki öğrenci hareketlerine katıldı. Ayrıca edebiyatla ilgilendi. 1933’te üniversiteden mezun oldu ve ardından altı yıl kadar ilkokul öğretmenliği yaptı. Eğitim sisteminin düzelmesi için çeşitli reform taslakları hazırladı. Seyyid Kutub’un Akkâd’a olan yakınlığı, onun edebiyat dünyasında hızla yükselmesinde rol oynadı. Akkâd ve çevresiyle birlikte edebî tartışmalara katıldı.
Öğrencilik yıllarında girdiği Vefd Partisi’nden 1942’de ayrılarak Sa’diyyûn Partisi’ne üye oldu. Ancak 1945 yılında siyâsî partilerle ilişkisini kesti. 1948 yılına kadar çeşitli dergilerde yazılar yazdı. 1948 yılında, eğitim araştırmaları yapmakla görevlendirilen heyet içinde Amerika Birleşik Devletleri’ne gönderildi. Amerikan hayat tarzını yakından tanıyan Seyyid Kutub, 1950 yılında Batı sisteminin en keskin muhaliflerinden biri olarak Mısır’a döndü. 1952 yılına kadar Maarif Bakanlığı’nın çeşitli kademelerinde görev yaptı. 18 Ekim 1952’de bakanlıktaki görevinden istifa etti.
Seyyid Kutub, Temmuz 1952’deki askeri darbe öncesinde ve sonrasında darbeyi yapan Hür Subaylar ile İhvân-ı Müslimin teşkilatı arasında yakınlık kurdu. Darbeyi yapan Cemal Abdünnasır ile İhvân arasında çıkan ihtilafta arabuluculuk yaptı. Netice alamayınca İhvân safında yer aldı ve Şubat 1954’te teşkilata üye oldu. 15 Şubat 1954’te İhvân-ı Müslimin teşkilatının kapatılması üzerine teşkilatın önde gelenleri ile birlikte tutuklanıp hapse atıldı. Ülke çapında yapılan gösteriler neticesinde de serbest bırakıldı.
Teşkilatın çıkardığı dergiyi yönetirken 26 Ekim 1954’te Cemal Abdünnasır’a karşı girişilen başarısız suikasttan sorumlu tutulan İhvân yöneticileriyle birlikte tutuklandı ve on beş yıl hapse mahkûm edildi. Kahire’de hapiste yatarken “Fî Zilâli’l-Kur’ân” adlı tefsirini yazdı. Hapishane şartlarında sağlığı bozulan Seyyid Kutub, cezasının on yıllık kısmını çektikten sonra Irak devlet başkanı Abdüsselâm Ârif’in girişimiyle Mayıs 1964’te tahliye edildi.
Hapisten çıktıktan sonra çok tartışılan kitabı ‘Meâlimfi’t-tarîk’i yazdı. Bu eser, Türkçe’ye ‘Yoldaki İşaretler’ adıyla tercüme edildi. Bu eserinde savunduğu görüşleri ve bir grup İhvân mensubuyla birlikte teşkilatı yeniden canlandırma faaliyetlerine katılması yüzünden 9 Ağustos 1965’te tekrar tutuklandı. Uzun süren yargılama sonunda idam cezasına çarptırıldı ve 29 Ağustos 1966’da cezası infaz edildi; cesedi bilinmeyen bir yere gömüldü. İdamı bütün İslâm dünyasında tepkiyle karşılandı. Seyyid Kutub’un Hamide ve Emine adında iki kız kardeşi ile bir de kendinden küçük olan Muhammed adında bir erkek kardeşi vardı.
Cellâtlar, idam edilmeden önce tam dört gün boyunca onu bağladılar; yiyecek ve içecekten de mahrum bıraktılar. Su istediğinde cellâtlar suyu getiriyor ancak ona vermiyor, daha fazla eziyet çektirmek için getirilen suyu gözleri önünde yere döküyorlardı. Yapılan bunca işkenceye rağmen onu davasından vazgeçiremeyince bu kez psikolojik işkence yapmaya başladılar. Yirmi beş yaşındaki mühendis yeğeni Rıfat’ı getirerek gözleri önünde ona akıl almaz işkenceler yaptılar. İşkencelere dayanamayan Rıfat, dayısının gözleri önünde şehit oldu. Bu yolla da Kutub’u vazgeçiremeyince bu kez Azmi adındaki diğer yeğenini getirerek abisi Rıfat gibi şiddetli işkencelere tabi tuttular. Az daha o da abisi gibi şehit olacaktı.
Cellâtlar bununla da yetinmeyerek Şehit Rıfat’ın annesi Nefise Kutub ile Seyyid Kutub’un diğer kız kardeşi Emine Kutub’a da dehşet verici işkenceler yaptılar. Oğlu Rıfat şehit edildikten sonra Nefise hanım serbest bırakıldı. Kız kardeşi Emine Kutub’un tutukluluk hali ise devam etti. Daha sonra sözde mahkemeye çıkarılan Emine Kutub on yıl hapis cezasına çarptırıldı ve bir bölümü askeri hapishanede diğer bölümü de Kanatir cezaevinde olmak üzere toplam altı yıl dört ay hapis yattıktan sonra serbest bırakıldı.
Caniler burada zikrettiğimiz ve zikredemediğimiz onca işkenceye rağmen Seyyid Kutub’u davasından vazgeçiremeyince diğer kız kardeşi Hamide Kutub vasıtasıyla kendisiyle pazarlık yapmaya başladılar. Caniler Hamide Kutub vasıtasıyla kendisine şu teklifte bulundular: “Şimdiye kadarki söz ve hareketlerinde yanıldığını beyan ederek Cumhurbaşkanı Cemal Abdünnasır’dan özür dilediğin takdirde, idam hükmünü bozacak ve seni serbest bırakacaktır.”
Hamide Kutub, ağabeyinin affedilmesini ve yaşamasını çok istiyordu. Bu yüzden de teklifi kendisine iletti. Üstad Kutub’un cevabı gayet açık ve tavizsizdi: “Eğer idamı hak etmiş olarak hakkın emri ile ipe çekiliyorsam buna itiraz etmek haksızlıktır. Eğer bâtılın zulmüne kurban gidiyorsam, bâtıldan merhamet dileyecek kadar alçalamam!”
Bu sözleri onu ebedileştiren, tüm İslam âleminde örnek ve önder bir mücâhid olarak tanınmasına vesile olan sözler olmuştur. Onun dünyevî bedeni idam yoluyla öldürülüp toprağa gömüldü ama gösterdiği kararlılık, kendisine yönelen inanç sahiplerinin önünü açan bir meşale oldu. Seyyid Kutub, eş-Şeyh Abdülfettah İsmail ve Muhammed Yusuf Havvaş’la birlikte idama mahkûm edilmişti.
İmam-Hatip Lisesi’ni bitirmek üzere olduğumuz 1960’lı yılların sonlarında Mehmed Şevket Eygi’nin çıkardığı Bugün gazetesinde, yanılmıyorsam tam sayfa olarak ‘Yazarını üniversite kürsüsünden idam sehpasına götüren eser’ diye reklam edilen ve yazarı da ismi de gizli tutulan eserin, Seyyid Kutub’a ait olabileceğini tahmin etmiş ve piyasaya çıkmasını dört gözle beklemiştik.
‘Fî Zilâli’l-Kur’ân’ tercümesinin ilk cildi çıkar çıkmaz hemen alıp okumuş, arkadaşlarla kendi aramızda müzâkeresini yapmış ve diğer ciltlerin çıkmasını beklemiştik. Bizim nesil, bu güzel insanın tefsiri başta olmak üzere bütün eserlerini okumak şöyle dursun su gibi içtik ve ihtiyaç duyduğumuz gıdayı fazlasıyla aldık. Tefsirini ve eserlerini yıllarca okuduk, okuttuk ve sohbetlerimizin konularını bu eserlerden seçtik. Evet, rahmetli şehidimizin dilinin ve ifadelerinin biraz keskin olduğunu biliyoruz. Ama şurası da bir gerçek ki, yirminci asrın câhiliyyesinin savurduğu insanlara şok tedavi de ancak bu keskin ifadelerle yapılabiliyor.
Seyyid Kutub, bir müftü veya bir fıkıhçı değildir. O, bir dâvet adamıdır. Dâvet ehli de, yaşadığı topluma bakar ve ona göre vaziyet alır, kendi toplumuna göre bir dil geliştirir. Biz de bu güzel insanlardan aldığımız aşk ve heyecanı kendi çevremize göre şekillendirir ve çevremizi aydınlatırız. Ama bazı ifadeler ve bazı cümleler vardır ki, onları aslıyla muhâfaza etmeli ve o şekliyle aktarmalıyız. İşte onlardan biri de ‘İstikbâl İslâm’ındır’ sözüdür. Bu cümleyi hem slogan olarak söyleyecek hem de buna inanacağız. Hz. Peygamber efendimiz de Hendek savaşında, en zorda ve en darda kaldığı zamanda çevresindeki ashâbına ileri hedefler göstermiş ve bunların hepsi de gerçekleşmişti.
Saygıdeğer okuyucularım! Okuyun, okuyun! Seyyid Kutub’u da okuyun, Necip Fazıl’ı da okuyun, Mevdûdî’yi de okuyun, Said Nursî’yi de okuyun, Akif’i de okuyun, Hasan el-Bennâ’yı da okuyun, Sezai Karakoç’u da okuyun. İslâm için çırpınanların hem sözlerine kulak verin hem de eserlerini okuyun. Ama şunu da unutmayın ki, okumak sadece bilgi sahibi olmak için değil; yaşamak ve yaşatmak içindir.