Ebû’d Derdâ Ve Dünya

Ebu’d Derda r anh, ailesi içerisinde İslam’a en son girmesine rağmen kısa zamanda gayretiyle, feragatiyle, takvasıyla ve cihat meydanlarında gösterdiği kahramanlıklarıyla temayüz etmiş bir sahabidir.
Asıl ismi “Uveymir” olup, “Ebu’d Derda,” künyesidir. İslam’a girişi çok gariptir. Hanımına varıncaya kadar herkes Müslüman olduğu halde, o bir türlü İslam’a giremiyordu. Onun İslam’a girmesi için çok gayret sarf eden Abdullah bin Revâha r anh, her defasında yumuşak bir üslupla reddedilmişti. Ama Abdullah, Ebu’d Derda’nın bir gün mutlaka İslamla müşerref olacağını ümit ediyor, gecikmesinin sebebinin araştırıcı birisi olmasından kaynaklandığına inanıyordu.
Bir gün Ebu’d Derda’nın evden çıktığını gören Abdullah, arka kapıdan eve girdi ve onun devamlı taptığı putu kırıp parçaladı. Ebu’d Derda’nın hanımı mani olmaya çalıştıysa da Abdullah r anh onu parçalamaya ahdetmişti. Bir müddet sonra eve gelen Ebu’d Derda, putun parçalarının her birinin bir tarafa dağıldığını görünce çok kızdı. Fakat kendi kendine düşünmeye başladı. Bir müddet sonra, “Eğer bu putta bir hayır olsaydı kendisini müdafaa ederdi.” dedi. Hemen Rasulullah aleyhisselamın huzuruna gitti. Abdullah bin Revâha da oradaydı. Onu görünce heyecanlandı. Hidayete ermesi için dua etti. Onun Müslüman olduğunu görünce çok sevindi.
Annesine, onun en çok hangi işi yapmayı sevdiği sorulduğunda: “Tefekkür ve ibret alma.” diye cevap vermiştir. O aynı zamanda Müslüman kardeşlerini de sürekli düşünmeye teşvik eder ve şu hadis-i şerifi dile getirirdi: “Bir saatlik düşünme, bir gecelik ibadetten hayırlıdır.”
İbadet, düşünme ve hakikati araştırma bütün varlığını ve hayatını kapsamıştı. İslam’ı benimsediği ve Peygamber aleyhisselama biat ettiği zamanlarda Medine’de yüksek tabakadan, meşhur, başarılı bir tüccar idi. Müslüman olmadan önce hayatının yarısını ticaretle geçirmişti. O zamanları ondan dinleyelim, konuşmayı o tamamlasın: “Nebi aleyhissselamın gelmesiyle Müslüman oldum. Tüccardım, ibadetle ticareti birleştirmek istedim. Fakat bu ikisini bir araya getiremedim. Bugün dükkânım Mescidin kapısının dibinde bile olsa, alıp satmak ve bundan her gün üç yüz dinar kazanmak beni sevindirmiyor. Yalnız dikkat edin! Ben size, Allah alım-satımı haram kıldı, demiyorum. Fakat ben ne ticaretin ne de alışverişin, kendilerini Allah’ı anmaktan alıkoyamadığı kimselerden olmayı istiyorum!”
Ruhunun derinliklerine kadar tüm varlığıyla Peygamber aleyhisselamın şu hadisinden de çok etkilenmiştir: “Az olup yeten mal, çok olup Allah’ı unutturan maldan daha hayırlıdır.” Bir başka hadiste de Allah Resulü şöyle buyurur: “Gücünüz yettiği ölçüde dünya düşüncelerinden uzaklaşınız. Çünkü kimin bütün gayreti dünya için olursa, Allah onu istediğine kavuşturmaz ve kaderine de fakirliği yazar. Kimin de bütün gayreti ahiret için olursa, onu da istediğine kavuşturur ve kalbine de kanaati koyar. İstediği bütün hayırlara da Allah onu kısa zamanda kavuşturur.” Bu sebeple, servet derdine düşmüş kişilere acır ve şöyle derdi: “Allah’ım! Kalbimin dağılmasından sana sığınırım!” “ Ey Ebu’d Derda! Kalbin dağınıklığı nedir?” diye sorulunca da: “Her vadide malım olsun düşüncesidir.” diye cevap vermiştir.
O, insanları, dünyaya minnet etmeyerek, ona sahip olmaya davet ederdi. Bu da dünyaya gerçek anlamda sahip olmaydı. Sonu gelmeyen tamahkâr arzuların peşinde koşmaya gelince, bu köleliğin çeşitlerinden en kötüsüdür. Bu konuda da şöyle der: “Dünyaya karşı gözü tok olmayan kişinin, dünyası yoktur.” Onun gözünde mal; İslam’ın istediği orta yollu hayatı sürdürmek için bir vesiledir, başka bir şey de değildir. Bundan dolayı insanların mal edinmeyi büyük bir hırsla ve birbirlerini mahvedercesine yarışarak değil; helal yoldan ve birbirlerini incitmeden orta yolla kazanmaları gerektiğini tavsiye ederdi. Şöyle derdi: “Ancak helal olanı ye… Güzel bir yolla kazan… Evine de helalden başka bir şey sokma.”
Ebu’d Derda’nın gözünde dünya sadece ödünç alınmış bir mal gibiydi. Kıbrıs fethedilip harbin ganimetleri Medine’ye ulaşınca, insanlar Ebu’d Derda’nın ağladığını görürler… Dehşet içinde kalarak, sebebini sormak için yanına geldiler. Soruyu yöneltmeyi Cübeyr b. Nefir üzerine aldı ve ona: “Ey Ebu’d Derda! Allah’ın, İslam’ı ve Müslümanları üstün kıldığı bir günde seni ağlatan nedir?” dedi. Ebu’d Derda yüksek bir hikmet ve engin bir anlayışla cevap verdi: “Ey Cübeyr! Allah katında mahlûkatın en önemsizleri, emirlerini terk edenlerdir. Bizans sarsılmaz üstünlüğü ve güçlü bir yönetime sahip iken Allah’ın emirlerini terk etti ve gördüğün hale geldi.” Evet… İslam ordusunun fethettiği ülkelere girebilmelerini sağlayan süratli çöküşün sebeplerini böyle açıklıyordu. Diğer sebep de, bu ülkelerin, kendilerini koruyan ruhani doğruluk ve Allah’a ulaştıran doğru bir din açısından da iflas etmiş olmalarıydı. Aynı zamanda Müslümanlar açısından da bazı endişeleri vardı. Bu zenginlik içinde iman halkalarının dağılmasından, Allah’a hakikatle ve doğrulukla olan bağlarının gevşemesinden korkuyordu. Bunun neticesi olarak da Allah’ın emanetinin öncekilerden kolayca kendilerine geçtiği gibi onlardan da başkalarına geçebilmesi endişesi onu ağlatıyordu.
Başka bir sözünde de şöyle der: “En hayırlı şey; senin malının ve evladının çok olması değildir. En hayırlı şey; senin hoşgörünün çok olması, ilminin bol olması ve insanları Allah Teâlâ’ya ibadet etmeye teşvik etmendir.”
Hz. Osman r anh’ın hilafeti döneminde Muaviye Şam’da vali iken halife, Ebu’d Derda’nın orada baş kadı olmasını istedi. Ebu’d Derda da onun bu teklifini kabul etti. Şam’da dünya güzelliklerinin kendilerini aldattığı kimseleri gözlemeye başladı. Akabinde onlara Peygamber aleyhisselamın hayat metodunu ve zühdünü; şehitlik ve sıddıklık makamına ermiş İslam büyüklerinin hayat anlayışlarını anlatmaya başladı. Şam o zaman bütün maddi güzellikleri ve refahıyla göz kamaştırıyordu. Malları ve dünyaları ile ilgili vaazlar verip hayatlarına sınırlar getiren bu adamdan halk iyice bunalmıştı. Bunun üzerine Ebu’d Derda onları topladı ve şu konuşmayı yaptı: “Ey Şam halkı! Siz dinde kardeşlerimiz, mahallede komşularımız ve düşmanlarımıza karşı yardımcılarımızsınız. Fakat neden böyle utanmaz, sıkılmaz hareketlerle karşıma çıkıyorsunuz? Yemeyeceklerinizi biriktiriyorsunuz. Oturmayacağınız evler yapıyorsunuz. Ulaşamayacağınız şeyler istiyorsunuz. Sizden önceki topluluklarda böyleydi. Topluyorlar ve daha çok toplamak istiyorlardı.”
Allah O’ndan razı olsun.