KAPAK – İşte Taraftar İşte Hakikat

Şuur sahibi olan insan yaptığı tercihlerle hem dünya hem de ahiretine yön verir. İnsanı yüzüstü ateşe sürükleyen de cennette Allah’ın cemali ile buluşturan da seçtiği taraftır. Bu dünyadaki tarafımız ahiretteki tarafımızı da belirleyecektir.
Behlül Dânâ hazretleri bir viranenin yıkılmak üzere olan duvarına bakıp sık sık ahiretini tefekkür ederdi. Bir gün yine seyrederken duvar aniden çöküverdi. Bu hadise hazreti çok mutlu etti. Onun sevincine mana veremeyen insanlar, merakla sebebini sordu. Behlül Dânâ şöyle cevap verdi: “Duvar meyilli olduğu tarafa yıkıldı!” Bu ifadelerden neyi kastettiğini anlamadılar. Bu defa: “Peki bunda şaşılacak ne var?” diye sordular. O ise insanlara şu hikmetli cevabı verdi: “Mademki dünyadaki her şey nihayetinde meylettiği tarafa yıkılıyor. Benim de meylim Hakka doğrudur. O halde ben de ölünce, inşallah, hakka varırım. Ey ahali, hakka meylimizi her an arttırmaya gayret edelim ki başka yönlere yıkılmayalım!”
Bizim meylimiz ne tarafadır? Nasıl yaşarsak o hal üzere ölüp yine o şekilde dirileceğimizi Peygamberin aleyhisselam ağzından işitip dururken hangi tarafta durduğumuza bakalım. Demek ki meşhur olmuş haliyle mesele “olmak ya da olmamak” değilmiş. “Haktan yana olmak ya da olmamak, işte bütün mesele bu.”
İnanıyorsan Zaten Bir Tarafın Var!
Müslüman olmak taraf olmaktır. Hayata Yaradan’ın istediği şekilde bakmaktır. Kalben ve kalıp olarak taraf olmaktır. Adet yerini bulsun diye değil; hakiki manada, ruhen taraf olmaktır. Niyet olarak, fikir olarak, zihniyet olarak taraf olmaktır. Bu niyet tıpkı besmelenin her hayırlı işi ibadete çevirmesi gibidir. Yapılan her iş, gidilen her yol, varılan her menzil ibadet değerindedir. Tıpkı kulluk vazifelerimiz gibi ne kadar hissederek ve aklederek yapılırsa, niyetin ne kadar farkında olunursa o derece değerlidir.
İnananlardan, mazlumlardan, haktan yana taraf olmak Müslümanın vasfıdır. “Ben Müslümanlardanım” demek, “Haktan yana tarafım” demektir. Bu seçim Müslim olanın hücrelerine kadar işlemelidir. Bir taraftar grubunun takımına sahip çıktığı kadar Müslümanların yanında olamayan Müslüman kimselerin verilecek hesabı çoktur.
Taraf olmak; yanlışları, günahları ve zulümleri Allah’a havale etmek değildir. Hadisi şerifte “Sizden herhangi biriniz bir kötülük görürse onu hemen eliyle değiştirsin. Eğer buna gücü yetmiyorsa diliyle değiştirsin. Ona da gücü yetmiyorsa kalbiyle değiştirsin. İmanın en zayıfı da budur.” buyruluyor. O halde elimizle, dilimizle, kalbimizle; malımızla, canımızla haktan yana tavır ve şekil almalıyız. Bu hadisi şerif Müslümanın tüm varlığı ile hakkın taraftarı olması gerektiğinin peygamber dilinden dünyaya neşredilmiş halidir. Bu minval üzere biz Furkan (hakkı batıldan, doğruyu yanlıştan ayıran) olmazsak “Furkan Günü” geldiğinde pişmanlıklarımızla kalırız.
İmanımızın gereği olarak her hal ve şartta Müslümanlardan taraf olmalıyız. Allah’ın beraber olmamızı istediği; sadıklarla, salihlerle, namaz kılanlarla, sabredenlerle birlikte olmalı, gittiğimiz yerlerde onları aramalı, yaşarken de ölürken de onlara yakın olmayı istemeliyiz. “Benim canımı Müslüman olarak al ve beni iyiler arasına kat.” (Yusuf, 101) duasını dilimize vird edinmezsek kalbimize hâkim olamayabiliriz. Kalbin durumu, bulunduğu kabın şeklini alan sıvılar gibidir. Çevresinin şekline ve rengine bürünür. Bu, biz istemesek de gerçekleşir. Diğer uzuvlarımız gibi kalbimizi kontrol edemeyiz. İçinde bulunduğumuz ortamın hâlet-i ruhiyesinin cansız eşyalara bile tesir ettiğine dair ciddi deneyler ve kabuller var. Hal böyleyken çok daha hassas olan insan kalbini bir düşünelim. Düşünelim ki onu sadece pişmanlıklarıyla kalacağımız ortamlardan kurtarıp yaratılış gayesine uygun çalışan kalplerle yan yana getirelim.
İnananların Görev Tanımında Ne Var?
Rasulullah aleyhisselam “Allah’a yemin ederim ki ya iyiliği emreder, kötülükten nehyeder; zalimin elini tutup zulmüne mani olur, onu hakka döndürür ve hak üzerinde tutarsınız ya da Allah Teâlâ kalplerinizi o zalimler gibi yapar.” (Ebu Davud, Melahim, 4336) Bu ümmete kitap, sünnet ve icma ile sabit bir farz olan “Emr-i bil mâ’ruf ve nehy-i anil münker” bizi taraf olmaya zorlamaktadır. Rab Teâlâ, Âl-i İmran suresi 104. ayette iyiliği emredip kötülükten men etme işini kurtuluşun reçetesi olarak sunuyor. Aynı sure-i celilenin 110. ayetinde de “Siz insanların iyiliği için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz; iyiliği emreder, kötülükten men eder ve Allah’a inanırsınız…” buyurarak bize tarafımızı hatırlatıyor.
Cennet için şeytanın düşmanlığı gerekiyor. Her hal ve şartta Müslümandan taraf olmak; şeytanın düşmanlığını kazanmak, onunla savaş halinde olmak demektir. Bu ezeli mücadelede tarafsızlık söz konusu olamaz. Zamanımızda tarafsız -kişiliksiz- Müslümanlar üretmek İslam düşmanlarının en önemli amaçlarından biridir. İnanmış yürekleri hareketli kılan, rıza-yı ilahi için yaşamasını ve çalışmasını sağlayan en önemli kavramları (ubudiyet, cihat, kısas vb.) unutturulmaya çalışılıyor. Bundan sonra da etliye sütlüye karışmayan insanlar yığını haline getirdikleri Müslümanları istedikleri zaman birbirilerine düşürüyorlar. Yine istedikleri zaman da işgale hazır hale getiriyorlar. Bizim kavramlarımızın yerine getirdikleri, bugünün insanının ağzında sakız ettiği (özgürlük, hoşgörü, insan hakları… gibi) kavramlar Allah’ın adaletinde ve Müslümanın kulluğunda en has, en güzel, en iyi şekilde mevcuttur.
Müslümanların mukaddesatı çiğnenirken tarafsız kalmayı seçenleri bir de zulüm kendilerine dokununca görmek gerekir. Hemen nasıl da nefsinden taraf oluverirler. Hakikatleri göz ardı ederek kardeşlerine yapılanları görmezden gelen her Müslüman, şeytandan yana bir sayı kaydetmiş demektir. Mazlumlar kaybedince sadece mazlumlar kaybetmiş olmuyor. Aksine onlar ilahi terazide epey ağır gelen ecirlerle Rablerine kavuşurken, asıl kaybeden sessiz ve hareketsiz kalan diğer Müslümanlardır.
İşte Taraflar: Hak – Bâtıl
İlk insan ile başlayan Hak ve batıl mücadelesi kıyamete kadar sürecektir. Dün adı Bedir’di, Tebük’tü, Bağdat’tı; bugün Şam, Kudüs, İstanbul olur. Bir bakarsın kendi evimiz, ailemiz olur. Hak da batıl da bellidir. Kâfirlerin safı da bellidir. Mühim olan bizim tarafımızdır. Acaba o da belli mi? Kendi aralarında parça parça olan Allah düşmanları, söz konusu İslam karşıtlığı olunca bunca farklılığa rağmen nasıl bir araya geliyorlar? Özünde her şeyi bir olan, sadece küçük farklılıkları bulunan Müslümanlar bunca tümleyene rağmen nasıl ayrışıyorlar? Üzerinde düşünmek gerekir.
Rabbimiz “İnkâr edenler birbirlerinin velileri, yardımcılarıdır. Eğer siz birbirinize arka çıkıp yardımcı olmazsanız, yeryüzünde fitne ve büyük bir fesat çıkar.” (Enfal, 73) buyuruyor. Gücümüz yetmeyebilir tabii ki, ama önemli olan bu yolda olmamız, hacca giden karınca misali bu yolda ölmemizdir. Yoksa zalimlerin yaptıklarından Allah haberdardır. Verdiği süre bittiğinde de onlardan hesabını soracaktır. Allah’ın haramlarını açıktan yapar hale getirilmiş olan Müslümanların, dünyanın başka bir ucunda yaşayan, zorda ve darda olan dindaşlarının -bir vücudun azaları gibi- acısını duyması zor elbette. Gözünün önünü dahi net bir şekilde göremeyen kalplerimiz iyice zifiri karanlık olmadan üzerimizdeki gafleti dağıtmalıyız.
Ey Müslüman(lar)! Mü’minlik iddiasında bulunan(lar)! Habil ile Kabil’i okuyunca Kabil’e kızmıyorsan, Hz. Nuh ile gemiye binenlerden değilsen, Hz. İbrahim gibi tek başına kalsan da Hakk’ı haykırmıyorsan, Hz. Lut misali mazlumlara kanat germiyorsan, İsmailcesine şeytanları taşlayıp Allah’ın iradesine boynunu uzatmıyorsan, Yusuf ile kuyuya düşüp, Musa ile denizden geçmiyorsan tercihlerin senin felaketin olur. Peygamberimiz aleyhisselam gibi “Bir elime Ay’ı bir elime Güneş’i verseniz davamdan dönmem!” diye sırf Hakk’ın tarafında olabilmek için dünya nimetlerini elinin tersiyle itmiyorsan, Filistin’de vurulmuyor, Arakan ’da kesilmiyor, Doğu Türkistan’da ezilmiyorsan hesaba çekilmeden kendini hesaba çekmelisin.