İLMİHAL /Zekat 1

Zekât, temizlik ve çoğalma manalarına gelir. Zekât, malî bir ibadettir. Zenginlerin her sene mallarının kırkta birini zekât almaya müstahak olan Müslüman fakir-muhtaç kimselere vermesidir.
Zekât, hicretin ikinci yılında oruçtan önce farz kılınmıştır. Zekât, İslam’ın beş şartından biridir. Bu hususta Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
“Namazı kılın. Zekâtı verin. Kendiniz için işleyip gönderdiğiniz her hayrı Allah’ın katında bulacaksınız. Muhakkak Allah Teâlâ yapmakta olduklarınızı görür.” (Bakara, 2/110)
“İman edenler, salih amel işleyenler, namazı kılanlar ve zekât verenler için Rableri katında mükâfat vardır. Onlara korku yoktur. Mahzun da olmayacaklardır.” (Bakara, 2/277)
“Sizin dostunuz ancak Allah’tır. Resulüdür. İman edenlerdir. Onlar ki Allah’ın emirlerine boyun eğerek namazı kılar, zekâtı verirler.” (Maide, 5/55)
Kur’an’da namaz ile zekât sık sık beraber zikredilmiş ve biri bedenî, biri malî bu ibadetlerin ehemmiyetine dikkat çekilmiştir. Bir ayet-i kerimede muhsinlerin, iyi davranışlarda bulunanların vasıfları şöyle açıklanıyor: “Onlar namazı kılarlar. Zekâtı verirler ve onlar ahirete de kesin olarak iman ederler.” (Lokman, 31/4)
Zekâtın farziyeti ve fazileti hakkında pek çok hadis-i şerif de varid olmuştur. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, Muaz bin Cebel radıyallahu anh’ı Yemen’e vali olarak gönderirken ona şöyle buyurmuştur: “Sen ehl-i kitap olan bir kavme gidiyorsun. Onları davet edeceğin ilk şey, Allah’a ibadettir. Onu anlayıp kabul ettikten sonra onlara, Allah’ın gece gündüz beş vakit namaz kılmayı farz kıldığını bildir. Bunu kabul edip yaymaya başladıklarında, Allah’ın onlara mallarında zenginlerinden alınıp fakirlerine verilecek olan zekâtı farz kıldığını bildir. Zekât alırken halkın nazarında kıymetli olan mallarından sakın. Mazlumun bedduasından da kaçın. Çünkü onun bedduası ile Allah arasında hiçbir perde yoktur.”
Demek oluyor ki, zekât alırken malların en iyisini seçip almak uygun değildir. Ancak mal sahibi isteyerek, içinden gelerek, malının en iyisini Allah için zekât vermekten büyük bir haz duyarak veriyorsa o başka. Ancak, malın en iyisini zekât vermek gerekmezken, en aşağısını, gözden çıkarılanı vermek de asla caiz değildir. Malın orta hallisini vermekle zekât farizası yerine getirilmiş olur.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem başka bir hadis-i şerifte şöyle buyurmaktadır: “Altın ve gümüşü bulunup da onun zekâtını vermeyen kimse için kıyamet gününde ateşten levhalar hazırlanır ve zekâtını vermedikleri o altınla gümüş üzerinde kızartılıp onun yanı, alnı ve sırtı dağlanır. Bu levhalar soğudukça miktarı elli bin sene olan bir günde tekrar (kızdırılarak), kullar arasındaki mahkeme bitinceye kadar bu böyle devam eder. Sonra ya cennete gider ya da cehenneme.”
Hadis-i şerifte daha sonra sahabelerin soruları üzerine deve, koyun ve binek atları ile ilgili de zekât hususunda şiddetli uyarılarda bulunulmaktadır. Hadiste zikri geçen binek atlarını zamanımızdaki binek otomobillerine kıyas edelim. Bir kimse yalnız Allah yolunda kullanmak üzere her yönüyle güzel bir otomobil alır ve onu hizmete adarsa, o otomobilin bütün parçaları, lastikleri, yaktığı yakıt sahibi için sevap yazılır. Diğer bir kimse de sırf övünmek, başkalarına gösteriş yapmak için otomobil alır ve masiyet yerlerinde kullanırsa, sahibi için bir günah sebebi olur. Başka biri de hem kendisi hem ailesi için bir otomobil alsa ve fırsat buldukça hizmette kullansa, o otomobil de onun günahtan korunmasına bir vesile olur. Olur ki insan “Benim de otomobilim olsaydı, falandan nerem eksik?” diye düşüncelere kapılır da otomobil sahibi olmaya hırsı artar veya aile ve çocukları kendisini gücünün yetmediği şeylere zorlarlar. Kişi de haram yollara tevessül edebilir. İşte böyle bir günaha dalmaya altındaki otomobil mani teşkil eder, günahlardan korunabilir.
Zenginler zekât ve sadaka vermeye teşvik edilirken, fakirler de kanaat etmeye, dilenmemeye, istemek mecburiyetinde kalırlarsa cömert, salih insanlardan istemeye teşvik edilmiş, verenin, alandan daha üstün olduğuna dikkat çekilmiştir. Aynı zamanda insanlar gönül zengini, ahlâk zengini olmaya teşvik edilmiştir.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır: “Müslüman olup kendisine yetecek kadar rızık verilip Allah’ın verdiğine karşı kanaat sahibi olan kişi gerçekten kurtuluşa ermiştir.”
İslam dini; zenginlerden cömert, mütevâzı, merhametli olmalarını isterken, fakirlerden de kanaatkâr olmalarını, zenginlerin mallarına göz dikmemelerini, dilencilik yapmamalarını istemektedir. Böylece zenginlerin kalbinden coşup gelen cömertlik, tevâzu ve merhamet dalgaları ile fakirlerin kalbinden coşup gelen sabır, kanaat, tevekkül dalgaları meydan-ı muhabbette kucaklaşıyor, koklaşıyor ve böylece bir bahar cümbüşü içinde cennetî bir hayat yaşanıyor, sosyal barış tahakkuk ediyor.
Zekâtın ahlâkî, iktisadî, içtimaî birçok faydaları vardır. Şöyle ki: İnsan tab’ında mal ve makama karşı bir zafiyet vardır. Bu zafiyet önlenmezse hırsa dönüşür. Mal ve makama karşı hırsı artan insan, artık haram ve helal hudutlarını çiğner de kaybedenlerden olur. Kişi zekât ve sadaka vererek hem malını fakirlerin hakkından temizlemiş hem de mala karşı olan hırsını törpülemiş, diğer taraftan fakir ve muhtaçların ihtiyaçları giderilmiş olur. Zenginler yardım etmenin, bir fakiri sevindirmenin mutluluğunu yaşar. Bu mutluluğun tadını aldığı zaman, maddî mutlulukların hiçliğini anlar. Gerçek mutluluğun manevî mutluluk olduğunun şuuruna erer. Fakir ise zengine ve zenginin malına karşı içinde depreşen menfi duyguları yenerek İslam kardeşliğinin, kanaat ve sabrın doyulmaz tadına ulaşır.
Diğer taraftan zekât ve sadakaların yerli yerince ve zamanında verilmesi iktisadî bir canlılığa sebep olur. Paranın belirli ellerde toplanmasına mani olur. Zenginler elde ettikleri bu malları elbette ki bulundukları çevrenin imkânlarından yararlanarak toplumun katkıları ile elde etmektedirler. Dolayısıyla çevrelerine ve içinde bulundukları topluma karşı mesuliyet taşımaktadırlar. Zekâtlarını vererek, tasadduklar yaparak, hayırlı işlere, toplumun yararlanacağı hizmetlere maddî katkılarda bulunarak bu mesuliyetlerini yerine getirmeye çalışmalıdırlar.
Bunların hepsinin fevkinde, zekât, Allah Teâlâ’nın bir emridir. Mademki O emrediyor, hiç tereddüt etmeden, seve seve, kuruşu kuruşuna ve hatta fazla fazla vererek Rabbimize karşı malımızın şükrünü eda etmeliyiz. Çünkü malın şükrü onun zekâtını vermek, fazlasını tasadduk etmekle olur.