KAPAK / Vasat Ümmetin Mücâhedesi

İslâm, başını kaybettiğinden beri bir sağa bir sola yalpalanmakta. Bu dengesizlik hareketini İslâm’a atfetmekte kusur var, onu yaşayanlar yalpalıyor diyelim. Bin yıldır denge problemi yaşıyor olsak da hiçbir zaman bu denli zuhûr etmemişti denge sorunumuz. Hilafet bâkiyesi dediğimiz toprakları yerli oryantalistlere kaptırdık, at koşturur hâle geldiler. Kimileri “Esâtîrü’l Evvelîn” (Eskilerin Masalları) diye sayıklar oldu.
Yaşadığımız olaylar müsebbibiydi dengesizliğimizin kâhır ekseriyetle.
Kur’an-ı Kerîm ve Sünnet-i Seniyye; bu iki kaynağın ikliminden koptukça yalpalanma başladı içimizde. Kopunca başladı çünkü kopmadan evvel hatırımızda, bizi dengede tutan ayetler vardı, itidali şart koşan ayetler…
“Ve işte böylece sizleri de bir vasat (orta) ümmet kıldık ki insanlar üzerine şahitler olasınız…” (Bakara, 143)
Asr-ı Saadet zamanında, son iki Râşid Halîfe’ye kadar bir sıkıntı zuhûr etmedi o kadar büyük görülecek. Sonrasında ictihad farklarından meydana gelen savaşlar oldu. Lâkin bu durumlar da fazla büyütülmemişti, kendi içinde ketmedilmişti savaş bittikten sonra. Hazreti Ali radıyallahu anh, Hazreti Aişe radıyallahu anha annemize karşı savaşı kazandığında, Hazreti Aişe validemizi Medine’ye yollamıştı, düşmanı değildi asla, olamazdı da…
Hazreti Ali ve Hazreti Muâviye’nin (radıyallahu anhuma) orduları karşı karşıya geldiğinde Hazreti Ali “Kardeşlerimiz bize serkeşlik ettiler.” demişti yalnızca. Hiçbir itidal kaybı olmamıştı o zamanlarda, ne kadar sallansa da yıkılmamıştı “İslâm’ı yaşamak” tahtı.
Ne var ki sonrasında nifak meraklıları girdiler devreye. Gözle görülür bir kopmaydı bu itidalden. Bunun sonucunda ayrılıklar ortaya çıktı. Günümüzde ise ifrat ve tefrit doruğa ulaştı.
Kur’ân-ı Hakîm’deki kıssalara masal diyenler oldu, Hazreti Musa ve Hızır aleyhisselam kıssasına, “Ne olursa olsun bir çocuk öldürülemez, Kur’ân’dan çıkarılmalı bu ayet.” dedi birisi.
Hadisler konusunda, akla uymayan hadisler uydurmadır; geriye kalanları kabul görülür, diye sallayabilen bir profesör dahi oldu.
Bunların hepsi İslâm topraklarında yaşandı. Çoğunlukla İslâm’ı ılımlı hâle getirmek, sabitelerinden biriyle oynayıp yeni / eski Müslümanları “Tatlı Su Müslüman”ı hâline getirmekti sebep. Herbirinde bir kısmı koptu insanların İslâm’ı yaşamaktan, itidalden.
Oysa Kur’ân bizi vasıflandırırken, “Vasat Ümmet” demişti. Vasat Ümmet; yani seçkin, hayırlı, sorumlu, adalet çizgisinde kalan, şahid olan, -hakkıyla- itaat eden (Sünnet-i Seniyye’ye ittiba da bu kapsamdadır), ‘Allah’ın verdiği nimetlerde ahireti arayan, dünyadan da nasibini unutmayan’… Hülâsa “itidal” üzere bir ümmet kılındık. Bu ümmet, insanlar içerisinde en hayırlısıydı; iman eden, iyiliği emredip kötülüğü nehyeden, akl-ı selîmle hareket eden, adil bir ümmet…
Bugün biz bunlara yalnızca “Heyhât” diyebiliyoruz. ‘Sıralanmış Vasıf’larımızın hepsinin yerine modern putlar dikildi, diktik…
***
“Aklına uyan hadisi alan, hoşuna gitmeyen hadislere uydurma/aslı yok diyen, ekranlarda kedi terbiyeciliği yapan, iki tane rakamı bir araya getirmekle kendinin Resul olduğunu açıklayan, o adama uyup mucizeye/19’a iman eden, kader inancında sıkıntısı olduğu halde bu konuya atlayıp kader-sünnet ilişkisinde saçmalayan, iki hadis inkâr edeyim, bir de zehirli hurmayla iş tamam, havam olsun diyenler” içimizdeyken mi biz hayırlı olacağız?
Burada Allah’ın vaadinde bir eksiklik var demiyoruz hâşâ. Burada iki cihet var:
Birincisi, Allah’ın bizi insanlara şahit kılması için bizim tekrardan -topyekün- İslâm’ın özüne dönmemiz, itidal üzere olmamız gerekir. Bu itidali sağlamak için de dinin sabitelerinden vazgeçelim demiyoruz tabii ki. Biz, inancımız olana çağırıyoruz, itidal oradadır diyoruz. Birilerinin hoşuna gitsin diye sağdan-soldan dini kırpamayız, ılıtamayız bu dini. Zira İslâm güneş gibidir. Güneş yenilenmez bilakis güneşe bakan gözler yenilenir.
İkincisi, Bu tip adam-cüdam karışımı tiplere karşı başlamalıyız şahidliğe. Duyma seviyemizde olsun yeter İslâm’a laf söylemeleri. Önce yumuşak, gerekirse sert bir şekilde itidale davet etmeliyiz. Yine sağdan soldan kırpmadan, taviz vermeden…
Yapmamız gerekenler bu kadar az/kolay değil tabii ki, iki maddenin içinde pek çok zorluk var. Lâkin bunu yapmak bize Allah’ın emridir. Bu cihetle, “takat fazlası teklif” yapılmadığı için insana, bu zorluğun da kolaylığı vardır. Güç yeterse kalemle, dil ile; yetmezse Âlemlerin Rabb’ine niyaz ile…
Hastalıkları ve ilaçları zikrettik. İlacı içmeden iyileşme nasıl beklenemezse, bizde bu aşamaları gerçekleştirmeden iyileşmeyi / Vasat Ümmet olmayı bekleyemeyiz. Biz tevekküle bırakacağız, sonucu Allah’tan gelecektir. İtidal üzere olmamız, itidal için ne kadar cihad ettiğimize bağlıdır.
Şu -unutulmaması gereken- bir gerçektir ki, biz ne kadar âdil olmaya, itidal üzere olmaya çabalasak da, hatta mutedil olmayı başarabilsek de, bir yerde küfre uşaklık yapan Müslümanlar olduğu müddetçe tam manasıyla hayırlı / vasat ümmet olamayacağız, şahidliğimiz tutmayacak…
Yine de biz dik duracağız. Hem kâfire, hem küfre çanak tutanlara, hem de küfrün oyunlarını marifet gibi bize pazarlayanlara…
Bize düşen, farzımız, Müstakim olmak, dik durmaktır.
Biz dik duralım, küfür zaten eğilecektir.
“Hidayete tâbî olanlara selâm olsun.”