Nevzuhur Haller Kes Kopyala Yapıştır Durumları

Teknolojiye ön hazırlıksız yakalandığımız konusunda şüphe yok. Bize ulaşan herhangi bir alet “aler ra’si vel ayn” denilerek alınır, faydası nedir zararı nedir, düşünülmeden yediden yetmişe herkes tarafından benimsenir ve kullanılır. Kullanma sonucunda zuhur etmiş bir takım kötü alışkanlıkların sebepleri sorgulanmaz. Sorgulanmaz; çünkü üreten biz değiliz. Hatta hatta, alışkanlıkların teknoloji sonucu ortaya çıkabileceğine de ihtimal verilmez.
Oysa her teknolojinin bir muharrik kültürü vardır. Kültür dinî ya da mahalli bir takım düşüncelerin ürünüdür. Öyleyse her teknolojinin kökeninde bir düşünce, bir görüş ya da bir takım inanç ilkeleri yatar. Biz teknolojiyi çoğu zaman ihtiyaçlarımız için değil arzularımız için kullanırız. Ama bu arzuları gıdıklayan düşüncelerin, teknoloji üreticilerinin telkin ettikleri nefsanî baskılardan müteşekkil olduğunu çoğu zaman unuturuz.
Bilgisayar ve internet kültürü diye bir kültür oluşurken teknolojinin bize sunduğu imkânlar yanlış algılanabilmektedir. Örneğin klavye imkânlarından kes-kopyala-yapıştır uygulamaları bizi tembelliğe itmektedir. İmamsınız ve hutbe hazırlayacaksınız, tarayarak internetten bulduğunuz bir hutbeye kes-kopyala-yapıştır metodu ile kendi görüşlerinizi ekleyip bu şekilde cemaatinize sunabilirisiniz. Yine her hangi bir branş öğretmenisiniz ve ortak yazılı sınavlar için kitaptan soru hazırlamanız gerekiyor. (Çünkü öğrencinin seviyesi geri plana itilemez.) Fakat siz, internetten kes-kopyala-yapıştır yöntemi ile daha önce başka bölge ve başka okul öğrencilerine sorulmuş soruları kendi öğrencilerinize sordunuz. İyi güzel! Yorulmamış oldunuz. Zaman kazandınız. Hatta hatta hızlısınız diye size “hızlı gonzales” falan demeye başladılar. Bu hoşunuza gidiyor.
Amirsiniz, memursunuz, vatandaşsınız kes-kopyala-yapıştır marifeti ile birçok evrak işini hallettiniz. Ne güzel değil mi! Böyle yapmak haram mı? Haram da değil. Gayet normal bir uygulama gibi gözüküyor. Lakin hiç birimizin aklına gelmeyen bir sonuç ortaya çıkmaktadır: Zihin Tembelliği. Dahası bu uygulama insanı hazırcılığa teşvik eder. Kur’an ise zihnin mütemadiyen canlı tutulmasını ve emek harcamayı tavsiye eder. Daha ne diyelim!
Dijital Yalnızlık
İnsana yalnız olduğunu düşündürtmeyen tek yalnızlık sanal yalnızlıktır. Dijital malzemeler neredeyse herkesin hayatına girmiş durumdadır. Ne ki hepimiz elimizin altındaki ekranların kaymasından aldığımız zevk nedeni ile dört köşe vaziyetlerindeyiz. Hele hele gençler bir acayip hal almış durumdadırlar. Onlara “dijital gençlik” denilse yeridir. Parmağının altında “akıllı”nın en pahalısı varsa ne yaptığının farkında değildir. O Amerikan markalarını öyle bir söyleyişi vardır ki İngiliz olasınız gelir! O cihaza sahip olmakla kendi akranlarına büyük bir üstünlük sağlamış gibi hisseder kendisini.
Dünyayı bir ağ bağlantısı olarak algılar. Ağ bağlantısı kopan bir dijital yalnız, konuşamaz hale gelir. Dijital mahkûmları, yüz yüze ve gözünüzün içine bakarak konuşamazlar. Şimdilerde gençlerimizin elinden telefonunu çekip alın, sudan çıkmış balığa döndüklerini görürsünüz. (Yine de tedbirli olmak lazım, ne yapacakları belli olmaz.) Dijital yalnızlar navigasyon olmadan yol bulamazlar. Allah’a gidecek yolu da dijital aletlerle bulmaya çalışanlara rastlarsınız. Yaşını sorduğunuz da “dur abi google’ye bir sorayım” diyecek gençlere bile rastlayabileceksiniz, bir kaç yıla kadar.
Beş yüz metre yaya yürüyen bir dijital tutkunu, ortalama her bir dakikada, hiçbir ses ya da titreşim olmadan bile akıllı telefonunu kontrol etmek zorunda hisseder. Bir ibadet gibidir vatsaptan gelen bildirimlere cevap vermek. Yeni aldığı telefonunun mega pikselini arkadaşlarına ispat etmek uğruna selfi çekerken falezlere yuvarlanan gençlerin haberlerini dinliyorsunuzdur. Maalesef çocuklarımıza dijitalin insana neler getireceğini anlatamadık. Neler götürebileceğini hiç aklımıza getirmedik.
Hoş, anlatacak ne biliyorduk ki! Göç yolda dizilir hesabı biz de tecrübelerle ancak öğrenebildik. İşte bu acı tecrübe oluyor bizim için. Netice-i kelam: Dijital ürünler Fetö’cü ablalar ve abiler gibi gençleri kendilerine bağlayıp onları iyice yalnızlaştırıyorlar. Fakat, insan ancak öldüğünde yalnız olduğunu anlayabilir. Bu gerçeği bari fehmedebilsek!
Sanal Gerçeklik
Televizyon ve bilumum ekranlı aletlere aramıza katılsınlar diye izin vermeye niyetlendiğimizde, ev içinde evler kurmaya başlayacağımızın farkında değildik. O zamanlar hepimizin amaçları vardı. Boş değildik. İsmet Özel mi, Rasim Özdenören mi tartışmalarına son verip teknolojiye evet demeye karar verdik. Çünkü üzerimizde acayip bir teknoloji baskısı oluşmuştu. Evlerimize almamıştık ama başka yerlerde seyrediyor, görüyor ve dinliyorduk. Faydaları anlatıla anlatıla bitirilemiyordu. Direncimiz iyiden iyiye kırılmaya yüz tuttu. Hedeflerimiz arasında teknolojinin İslam’ı öğrenme ve öğretmede kullanılması da olunca iyice gevşedik.
Derken evimizin içinde günün belli saatlerini ayırdığımız ve gözlerimizi zorunlu olarak hasrettiğimiz sanal bir evimiz oldu. Bu eve ayırdığımız vaktin tanımlamasını yapamıyorduk. Uyku değildi, ibadet değildi, dinlenme hiç değildi. Seyretme idi sadece! Yüzyıllardır hiç yapmadığımız bir ameliye idi seyretme. Alelacele kendimizi kandıracak gerekçeler bulduk. Bizden idi, bizim kanal idi, bizim yönetmen idi. Derken bizim sanatçılar, bizim şunlar bizim bunlar… demeyi çoğalttık ve iyice benimsedik sanal gerçekliği. Ama ne oldu, ne bitti farkına varamadan çok şeyin değiştiğini fark ettik.
Bu bizi sanal gerçekliğin marifetlerini düşünmeye zorladı. Odamızdaki sanal gerçeklikle odamız dışındaki gerçek dünya zaman zaman çekişme halinde idi. Sanal gerçekliğe göre hareket etmek toplumu tek tipleştiriyor; ferdi robotlaştırıyordu. Belki sadece iyi hedeflere yönlendirmede ve Âlem-i İslam ile ilgili haberler almada sanal gerçekliğin bariz faydalarını görüyorduk. Diğer taraftan bütün dünyadaki sanal gerçekliği oluşturan ve yönetenlerin Mutlak Hakikatler ile arası hiç de iyi olmayabiliyordu. Sanal gerçekliğin bizi tüketime hem de rast gele tüketime ölesiye mahkûm ettiğini kavradık. Adını telaffuz etmeden “Moda”nın ilhamlarına evimiz içindeki sanal evimiz vasıtası ile kulak vermeye başladığımızı da anlamış durumdayız. Beğenilerimizin değiştiğini fark ettik.
Sanal gerçeklik gerek vakit tüketimi gerekse cazip olması bakımından çocuklarımızın kabiliyetlerini öldürüyordu. Bize uymuyordu ama bünye artık bağışıklık elde etmişti. İstemiyorduk ama terk de edemiyoruz. Peki ne olacak? Bir süre sanal gerçekliğin iğvalarına kapılmaya devam edeceğiz. Doyuma ulaştıktan sonra alternatif kurumlar oluşturup bu sahte gerçeklikten kurtulacağız. Başka çare yok!