Lokman Suresi

Mushaf’taki sıralamada otuz birinci, iniş sırasına göre elli yedinci sûredir. Sâffât sûresinden sonra, Sebe sûresinden önce Mekke döneminin ortalarında inmiştir. 27-28. ayetlerin veya 27-29. ayetlerin Medine’de indiği söylenirse de bu yöndeki rivayetler güvenilir bulunmamıştır. Sûrenin nüzul sebebi olarak genellikle Kureyşlilerin Hz. Lokman, Hz. Lokman’ın oğlu ile olan durumu ve ana-babasına iyilikleri hususunda soru sormaları gösterilmiştir. Bu, sûrenin tamamının bu soru üzerine nazil olduğu izlenimi vermektedir.
Sûremizde işlenen konular ise; Lokman aleyhisselam’ın oğluna öğütlerini içeren ayetlerde özetlenen şirk inancının yasaklanması, ana babaya saygı gösterip meşru buyruklarına uyma, sorumluluk duygusu, iyilik için çalışma, sabır, tevazu gibi dinî ve ahlâkî ödevlerdir. Daha sonra putperestleri şirkten vazgeçirmeyi ve onlara kurtuluş yolunu göstermeyi amaçlayan bilgiler, kanıtlar ve uyarılara yer verilmiştir.1 Sûremiz adeta baştan sona öğütler suresidir. Rabbim bizleri öğütlere kulak verenlerden ve yaşayanlardan eylesin.
Sûremiz bugüne kadar diğer surelerde de gördüğümüz “hurûf-ı mukatta” harfleri ile başlar. Meydan okuma, dikkat çekme amacıyla kullanılan yine de içeriğini en iyi Allah’ın bileceği harflerle başlar. Elif, Lam, Mim. Sûremizin de adı olan Lokman aleyhisselam’ın şahsiyeti hakkındaki görüşler farklı farklıdır. Bir görüşe göre salih, hâkim, Habeşistanlı bir kuldur. Diğer bir görüşe göre de peygamberdir. Bir görüşe göre de İsrailoğulları’nın kadılarından bir kadıdır. Bir rivayete göre ise İbrahim aleyhisselam’ın kardeşinin torunudur. Mısır kölelerinden ayakları nasırla parçalanmış iri dudaklı zenci bir köledir. Kim olduğundan çok, bize onun dilinden verilen mesajlar önem arz etmektedir.
Sûremizde şirk büyük bir zulüm olarak gösterilir. Bu konuda İzzet Derveze’nin görüşü şu şekildedir: “Şirki büyük zulümle tanımlamanın sebebi şirk günahını büyük göstermek ve en çok uyarılması gereken bir konu olduğu içindir. Bu günahın büyüklüğü, bu tanımın doğruluğu, müşrik kimsenin çeşitli fısk ve cinayetleri gözlemlendiğinde daha da açığa çıkar. Müşrik ilk önce kendisiyle çelişkili bir durumdadır. Bunu en çirkin ve aptal bir şekilde ortaya koyar. Zarar ve fayda veren, düzenleyen ve yaratan Allah’ı tanır, sonra da ibadet ederken, yönelme ve duasında başkalarını O’na ortak koşar. İkinci olarak haktan sapmasıyla Allah’ın gazap ve öfkesine maruz kalır. Ona düşen sadece O’na yönelmesidir. Fakat o, O’nu bazı yarattıklarıyla eşit tutar. Üçüncü olarak da kendini gerçek olmayan bâtıl güç, düşünce ve mefhumlara boyun eğdirir. Oysa bunların hiçbiri ona ne zarar ne de fayda verir.”2
Sûremizin 14 ayeti şöyledir: “Biz insana ana babasıyla ilgili öğütler verdik. Annesi, güçten kuvvetten düşerek onu karnında taşımıştır; çocuğun sütten kesilmesi iki yıl içinde olur. Bunun için (ey insan), hem bana hem ana babana minnet duymalısın; sonunda dönüş yalnız banadır.”
Bu ayet Diyanet’in tefsirinde şu şekilde ele alınır: “(Ey insan), hem bana hem ana babana minnet duymalısın” buyrularak Allah’a minnettarlıkla ana babaya minnettarlığın birlikte emredilmesinin sebebi Allah’ın insanı var edip onu nimetleriyle rızıklandırması, ana babanın da insanın hem dünyaya gelmesine vesile olması hem de hayatının en zayıf dönemlerinde, çocukluğunda, hastalığında ona kol kanat germesi, yetiştirip büyütmesi, beslemesi ve eğitmesidir. Ayette annenin fedakârlığına özel bir vurgu yapıldığı görülmekte, dolaylı olarak onun daha çok ilgi ve sevgi beklediğine işaret edilmektedir.
“Ey insanoğlu! Ana baba, seni körü körüne bana ortak koşman için zorlarlarsa, onlara itaat etme; dünya işlerinde onlarla güzel geçin; bana yönelen kimsenin yoluna uy; sonunda dönüşünüz banadır. O zaman, yaptıklarınızı size bildiririm.” (15. ayet.)
Konumuz 15. ayetle ilgili olarak İbni Kesir tefsirinde Sad bin Ebi Vakkas radiyallahu anh’dan şöyle rivayet eder: “Anneme karşı çok saygılı ve hayırlı idim. Ben Müslüman olunca annem ‘Oğlum senin icat ettiğin din nedir? And olsun ki sen bu dini terk edene kadar hiçbir şey yiyip içmeyeceğim’ diye yemin etti. Ona ‘Anne, böyle yapma. Muhakkak ben hiçbir şey için dinimi terk etmem’ dedim. Annem bir gün bir gece hiçbir şey yemedi. Bitkin bir hale geldi. Yine de ikinci gün bir şey yemedi. Gittikçe meşakkati arttı. Bu halini görünce yanına giderek ‘Anne, sen bilirsin. Allah azze ve celle’ye yemin ederim ki senin yüz ruhun olsa ve teker teker senden çıkmış olsalar ben yine de dinimi terk etmem. Dilersen ye, dilersen yeme’ dedim. Annesi Sad’ın bu dirayetini görünce yemek yemeye başladı. Bu hadise üzerine “Eğer onlar sence ilimde (yeri) olmadık herhangi bir şeyi bana eş tutman üzerinde seni zorlarlarsa kendilerine itaat etme…” ayeti nazil oldu.
Allah’ın Resulü aleyhisselam Medine-i Münevvere’ye geldiğinde Yahudi hahamları: “Ey Muhammed, size ilimden pek az bir şey verilmiştir sözünle bizi mi yoksa kavmini mi kastediyorsun?’ diye sordular. ‘Hepinizi kastediyorum’ buyurdular. ‘Sana gelenler içinde okuyorsun ki bize, içinde her şeyin açıklaması olan Tevrat verildi’ dediler, Efendimiz: ‘O, Allah’ın ilmine göre pek az bir şeydir. Yerine getirdiğiniz takdirde sizde olan size yetecek kadardır.’ buyurdu da onların bu konuşmaları üzerine Allah Teâlâ suremizin 27. ayetini indirdi: “Eğer yeryüzündeki bütün ağaçlar kalem, ardından ona yedisi daha eklenmek üzere deniz de mürekkep olsaydı yine de Allah’ın sözleri tükenmezdi; Allah azizdir, hâkimdir.”
Peygamber Efendimize biri gelir. “Kıyamet ne zaman kopacak? Memleketi kıtlık sardı yağmur ne zaman yağacak? Ben hanımımla yattım benim çocuğum nasıl olacak? Bugün kazandığımı biliyorum yarın ne kazanacağım? Nerede ve ne zaman öleceğim?” diye sorular sorar. Peygamberimiz de; “İlmin anahtarları beştir, onları Allah’tan başkası bilmez” deyip suremizin 34. ayetini okur: “Kıyamet saatinin bilgisi şüphesiz Allah’ın katındadır. Yağmuru O yağdırır, rahimlerde olanı o bilir. Hiç kimse yarın ne kazanacağını bilmez. Hiç kimse de hangi yerde öleceğini bilmez. (Her şeyi) bilen, (her şeyden) haberi olan yalnız Allah’tır.”
Suremizde insanlara sesleniş vardır. Onları kıyamet gününden korkmaya ve Allah’ın takva yoluna girmeye davet vardır. Çünkü kıyamet günü, ne bir babanın çocuğunun cezasını çekeceği ve ne de bir çocuğun babasının cezasını çekeceği gün değildir. Her insan, yaptığı amellerinden sorumludur ve onunla meşguldür. İnsanlardan ona en yakını ve en sevdiği de olsa onunla ilgilenemez. Onlara Allah’ın bu vaadinin gerçek olduğunu pekiştirir. Onları dünya hayatı ile kendilerini aldatmamaları, şeytanın vesvese ve süslemelerini dinlememeleri için uyarır. Kıyamet günü saatinin bilgisinin Allah katında olduğu anlatılır. Yağmuru yağdıran O’dur. Rahimlerde olanı bilen O’dur. Hiç kimse yarın ne yapacağını, ne kazanacağını, nerede öleceğini bilemez. Sadece Allah her şeyi bilendir. İşlerin hakikatini, akışını ve sonuçlarını ancak o bilir.3
Sabuni, Lokman suresi tefsirinde ayetlerden alınacak dersleri şöyle özetler:
1-Hikmet ilahi bir bağıştır. Ona ancak takva ve salih amelle ulaşılabilir.
2- Nimete şükretmek farzdır. İnsanlara şükretmeyen Allah azze ve celle’ye şükretmez.
3- Anne ve babaya itaat Allah azze ve celle’ye itaattir. Anne ve babaya hayır yapmak ibadettir.
4- Şirk en büyük günahtır. Şirk, insanların bütün salih amellerini yok eder.
5- Anne hakkı baba hakkından daha büyüktür. Zira anne daha çok zahmet çeker.
6- Allah azze ve celle’ye isyanda anne ve babaya itaat yoktur. İtaat ancak hayır ve mubah olan şeydedir.4
Rabbim Kur’an’dan öğütler almayı hepimize nasip etsin. Okuduklarımızla yaşamayı, güzel örnekler olmamızı ihsan etsin. Bizleri takva sahiplerine öncülerden kılsın. Razı olmuş ve olunmuş olarak cennete girenlerden eylesin. Vesselam.
Kaynaklar
1-Kur’an Yolu, Diyanet Tefsiri
2-İzzet Derveze, Et-Tefsiru’l-Hadis, Ekin Yayınları: 3/171
3-Taberi, Hazin, İbn Kesir Tefsirleri
4-Muhammed Ali es-Sabuni, Ahkâm Tefsiri