Prof. Dr. İhsan Süreyya Sırma’nın ‘Müslümanların Tarihi’ Konulu Nevşehir Konferansı

Bismillahirrahmanirrahim
Biz Müslümanız, iki ayaklı bir mahlûkuz. Ne yapıyoruz, niye geldik bu dünyaya, niye koşturuyoruz, niye birbirimizi öldürüyoruz? Bu insanlar bu kayaları niye oymuşlar, içine niye girmişler? Kendimizi anlamaya çalışacağız.
Olaya iki şekilde bakılabilir; Müslüman bir gözle ya da laik bir gözle. Laik bir gözle bakacak olursanız işte bu normal okullarda okutulan ve gerçekle hiçbir alakası olmayan yaratılış. Yaratılış da yok bunlarda; oluş kendi kendine oluşmuştur. Laikler kendi gözüyle baksın, ben Müslüman olarak bakıyorum. İtikadımıza göre Allah Teâlâ ilk insan Adem aleyhisselam’ı ve hanımı Hz. Havva’yı cennette yarattı. Hz. Adem ve Hz. Havva Allah’ın emrini tutmadıkları için Allah Teâlâ onları cezalandırdı ve yeryüzüne attı. Yeryüzüne atınca Arafat diye bir yere düştüler. Mekke’de kupkuru bir yer, bazı rivayetlere göre de Hindistan’a düştüler. Rivayetler muhtelif. Her halükarda insanlık tarihi orda başladı. Mekke’den dünyaya yayıldılar. Çocukları oldu. Gittikleri iklime göre renkleri değişti.
Zaman zaman soruyorlar; insanların bir kısmı siyah, bir kısmı sarı, bir kısmı beyaz, türlü türlü insanlar var. Amerika’dan Avusturalya’ya kadar çok çeşitli insanlar var. Bendeniz bütün dünyayı gezdim. Allahu âlem bunlar Mekke’den ayrıldıktan sonra değişik iklim şartlarından dolayı renkleri değişti. Peki diller nasıl oluştu diyorlar? Madem Hz. Adem ve Hz. Havva konuşuyordu, neden atalarının dillerini devam ettirmediler ve dünya üzerinde bu kadar dil çeşidi oldu? Hakikaten beni en çok şaşırtan, Allah’ın azametini gösteren şey şu ağzımızdaki et parçası; dil. Küçücük bir et parçası o kadar çeşit sesi nasıl çıkarıyor. Çin’e gittiğimde çok şaşırdım, bunlar bu harfleri nasıl telaffuz ediyor diye.
Kızılderililer farklı, Araplar farklı, Türkler farklı. Efendim niye böyle oluyor, Allah Teâlâ’nın azametini gösteriyor. Diyor ki, bakın bu et parçasına bu kadar potansiyel istidat verdim. Ve böyle oluştu. Ancak bu insanlar zaman içerisinde Allah’ı unuttular, kıyameti unuttular. Allah Teâlâ’nın Hz. Adem ve daha sonraki peygamberlerle gönderdiği emirleri unuttular. Ve unutunca ne oldu? Bazı insanlar kendi ilahlarını yapmaya başladılar. Bir yere sığınma ihtiyacı var. İnsanlar Allah’ı unutunca bir şeyler aradılar, güçlü bir şey. Bu sefer o güçlü şey dedikleri ağaçlardan, demirden, taşlardan oyarak kendi tanrılarını yaptılar. İnsanoğlu tapacağı ilahı kendisi yapmaya başladı. İşte o zaman işler karıştı.
Hz. Adem ve Hz. Havva sıkıldılar, dövündüler. “Biz ne yaptık, o güzel cennetten atıldık buralara” diye. Kitaplarımızda anlatıldığına göre senelerce yalvardılar, tevbe ettiler. Allah onları affetti. Allah onları affedince yürüyüp bir yere aradılar. Arafat kuru bir yerdi. Hz. Adem, Allah’a dua etti; “Ben cennetteki gibi sana kulluk yapmak istiyorum.” Rivayetlere göre cennette Beytü’l Mâmur diye bir makam var. Beytü’l Mâmur’un etrafında melekler dönerek Allah’ı tesbih ederler, Allah’a kulluk ederler. Hz. Adem de cenneteyken onların arasında öyle yapıyordu. “Ben yine bir şey istiyorum” der ve Allah, Cebrail aleyhisselam’ı gönderir ve birlikte Kâbe’yi yaparlar.
Yalnız, bugün ki Kâbe değil. Aradan binlerce sene geçmiş, yıkılmış yapılmış, yıkılmış yapılmış. O zamanki durumunu bilmiyoruz. Burada kulluklarını yerine getirdiler. Ondan sonra çocukları yeryüzüne dağıldı. Rivayetlere göre Hz. Adem cennetten gelirken bir taş getirmiş: Hacerü’l Esved. Hacerü’l Esved denilen taş, Kâbe’nin bir köşesinde durur. Bir hadisi şerifte Peygamber Efendimiz şöyle buyuruyor; “Hacerü’l Esved sembolik olarak Allah Teâlâ’nın yeryüzünde ki sağ elidir.”
Kâbe’de tavafa Hacerü’l Esved’in önünde başlanır. Ya öpersiniz, ya ellersiniz ya da uzaktan onun hizasından selam verirsiniz. Buna ‘istilam’ denilir. Bir adı da ‘biat’tır. Hac’da iken Harem’in kapılarından birinin önünde durdum ve gelen ilk Müslümana sordum, istilam nedir? Arapmış, ‘bilmiyorum’ dedi. Sonra bizim Türklerden birine sordum, ‘bilmiyorum’ dedi. Velhâsıl belki elli kişiye sordum bir iki kişi dışında bilen olmadı. Oysaki oraya gitmeden önce okumak lazım. Hacca, umreye gidiyorlar ama bir kitapçığı okumazlar mı? Yok okumazlar!
İnsanlar Allah’ı unutunca sığınacak, inanacak bir şey istediler, putlar yaptılar ve taptılar. Dünya’nın her tarafında bunlardan var. Sonra insanoğlu düşündü ve dedi ki “Akılsız tanrı olur mu?” Bu sefer akıllı tanrı yaptılar. Başı insan, gövdesi aslan olan bir tanrı yaptılar ve buna da taptılar. Sonra insan mı diyeyim şeytan mı diyeyim bazı insanlar çıktı. Bunlar taşa, toprağa, ağaca tapıyor ben bunların ilahı olayım dedi. Kur’an-ı Kerim en çok Firavundan bahsediyor. Mısır’a da piramit yapıyorlar. Yapılar heybetli, insanlar zaten Firavun’u görmüyor. Yapı bu kadar heybetli ise kim bilir kendi ne kadardır diye düşünmelerini sağlıyor.
Burada bir hiyerarşi var. En büyük Firavun, sonra bakanlar, ailesi ve insanlar. Herkes Firavun için var. Kur’an-ı Kerim bunu uzun uzun anlatır. Heykelcilik oradan kalmadır. Müslümanlar Mısır’ı fethedince (Mısır Hz. Ömer zamanında fethedilmiştir) oranın valisi Hz. Ömer’e mektup yazıyor ve “Ya Emirü’l Mü’minin, burada bir heykel ve bir dağ var. Bu heykele ne yapalım?” Hz. Ömer; “Hiçbir şey yapmayın, sadece burnundan bir parça kırın. İnsanlar bilsin ki burnunu bile müdafaa etmekten aciz, böyle tanrılar olmaz.” diyor. Onun için bugüne kadar kaldı.
Ama cahil Müslümanlar orada burada bu tür şeyleri imha ediyorlar. Oysaki Allah ayeti kerimede “De ki: Yeryüzünde gezip dolaşın, böylece daha öncekilerin nasıl bir sona uğradıklarını görün. Onların çoğu müşrik olanlardır.” (Rum, 42) buyuruyor. Mısır’daki piramidin taşlarından bir tanesinin ağırlığı bir buçuk ton, tabandaki taş üç tondur. Peki, Kahire’de taş yok, nerden getirdiler? Kahire’nin güneyinde Asvan diye bir yer var. Oradan kölelerle getirdiler. Ve bunları taşırken binlerce köle öldü. Ama ne dediler? “Ölürse ölsün, yaşasın yeni kral.”
Bu piramidi yaparken Firavun mimara demiş ki “Bak, sen de ölünce benimle birlikte olacaksın. Öyle bir sistem yap ki ikimiz buraya girince dışarıdan hiç kimse nasıl girileceğini bilemesin.” Ne olur ne olmaz diye kapılarına tahtalar koydular. Firavun “Bir şey olursa ben gemi yapıp Nil üzerinden kaçarım” diye. Bu gemiyi kimse bilmiyordu. 70 sene önce bulundu. Parçalarını birleştirdiler. Fakat bu gemi de onu kurtarmadı.
Kur’an-ı Kerim’de geçtiği üzere Firavun “Ben sizin en yüce Rabbinizim dedi.” (Naziat, 24) Herkes Firavuna çalışıyor. Firavun ve Firavun’a benzeyen bütün müesseselerde bir sistem var. 1) Para 2) İdareciler 3) Din adamları. Dünya üzerindeki hangi sistem insanları eziyorsa o sistemi meşru gösteren din adamları vardır. Yoksa o sistemler ayakta duramaz. Niye kaçmıyor köleler? Ölüyorlar ama gitmiyorlar. Bir gün anladım ki din adamları “Eğer ölürseniz şehit, kalırsanız gazi olursunuz” dediler. Senelerdir neden isyan etmediklerini düşündüm. Bu ayet imdadıma yetişti; “Böylece Firavun kavmini hafife aldı, küçümsedi. Bunun üzerine kavmi ona itaat etti. Muhakkak ki onlar fasık bir kavim oldular.” (Zuhruf, 54)
Demek ki siz birilerini sömürmek istiyorsanız onların şahsiyetlerini alacaksınız. Bir insanda şahsiyet kalmadı mı Firavun’a da bağlanır, Fetö’ye de bağlanır, Allah’ı da unutur. Şahsiyet gitmezse, gider Allah’a bağlanır.
Allah, Hz. Adem’i yeryüzüne atınca dağıldılar. İnsanlar Allah’ı unutunca Allah yeni peygamberler gönderdi. Onları da unutunca Allah bizi çok sevdiği için ikinci bir peygamber gönderdi. Bazıları inandı, bazıları inkâr etti. Allah’ın en çok sevdiği insandır ve o insandan kulluk istiyor. İnsanlar nankördürler. Unutunca 4., 5., 6., diye bizi uyarmak için tam yüz yirmi dört bin peygamber gönderdi Allah. Yüz yirmi dört bininci peygamberin adı “Muhammed bin Abdullah” aleyhisselam efendimizdir. Bu son peygamber görevini yaptı ve vefat etti.
Bu son peygamberin bir adı var. Diğerlerinden farklı bunun adı: “Hâtemü’n Nebiyyin.” Kur’an-ı Kerim’de hatem ‘mühür’ demektir. Bir evrakın işi bitince mühürlenir. İşte Hz. Muhammed aleyhisselam da peygamberlerin mührü idi. Bir daha peygamber gelmeyecek.
Peki, bu son peygamber ne anlattı? Şu anda dünya nüfusunun üçte ikisi Müslüman. İki milyar Müslüman ‘aleyhissalatü vesselam’ diyor. Ve bu peygamberi Allah bir dağda görevlendirdi. Nur Dağı’nda bir mağarada. Bu aslında büyük bir mesajdır. Efendimizin okuma yazması yoktu. Neden bugün iki milyar insan O’nu anıyor? Görevini yaptı da ondan. Nereye gitseniz, kime sorsanız “Allah’ın ilk emri nedir” diye, herkes ‘oku’ der. Ama ne yazık ki dünya üzerindeki Müslümanlar şöyle diyor “Allah’ım sen oku diyorsun, ben okumuyorum.”
Gerçekten bugün başlarına gelen belalar cehaletten, okumamaktan geliyor. Eğer bu Müslümanlar Kur’an-ı Kerim’i ve onun tatbikatı olan Peygamber Efendimizin sünnetini gereği gibi bilselerdi bu Fetö gibilerin peşine düşerler miydi? Ama Müslümanlar cahil olunca birileri onları sömürür. Onun için Allah Teâlâ okuma yazma bilmeyen Peygambere ‘oku’ diyor ve gelen ilk ayetlerde Allah kalemden bahsediyor. Kalemle ilgili ayet geldiğinde Avrupa’da okuma yazma oranı sıfırın altıdaydı. Sadece bazı kiliselerde papazlar İncil okuyabiliyordu. Krallar falan hep cahildiler. Peki, hiç okuması olmayan insana Allah Teâlâ bunu verince ne diyor? İlk ayetin tefsirinde deniyor ki; “Sizin insanlığınız işte buna bağlıdır. Sizin hükümranlığınız buna bağlıdır. Siz şayet okumaya bağlı olursanız o zaman yükselirsiniz.”
Bir gün İstanbul’a gelirseniz benim büroma gelin. Çalışma masamın arkasındaki kitaplıkta bir kitap var. O kitabı hiç kaldırmıyorum. Ve görünce utanıyorum. 700 sene önce bir adam yazmış. Bu kitap 80 cilttir. 700 sene önce bilgisayar, masa, ışıklar yoktu ama aşk vardı. İnsanların bir derdi vardı.
Şimdiki Müslümanların derdi yok. Müslümanın derdi bugün nedir? Telefonum son model olsun, her çıkan yeni uygulamayı yükleyeyim. Müslümanın derdi bu. Onun için köle oldular, okumayı unuttular.
İbn Asâkir 80 cilt tarih kitabı yazmış. Onun zamanında Müslümanlar dünyanın hâkimiydiler. Şimdi dünyada iki milyar Müslüman var. Hepsi birbirinin düşmanı. Neden? Çünkü hem okumayı hem de yazmayı bıraktılar. 100 senedir Türkiye’de on ciltlik bir tarih kitabı yazılmadı. Peki, 700 sene önce İbn Asâkir o kadar kitabı nasıl yazdı? Onun bir derdi vardı. Ferüdüddin Attar ‘Pendname’ adlı kitabında diyor ki; “Dostum, pazara git bir dert satın al, bulamazsan gel benden ödünç al.” Derdini vermiyor, çünkü ona da lazım o dert. Bir insanın derdi yoksa o ot gibi, ağaç gibidir.
Şeb-i Yelda’yı müneccimle muvakkit ne bilir,
Müptelayı gama sor kim geceler kaç saat.
Fuzuli
En uzun gecenin hangisi olduğunu takvim yapanlar ve yıldız ilmi ile uğraşanlar ne bilsin,
Aşk yüzünden gam müptelası olmuşa sorun ki geceler kaş saattir.
Dert çok ama farkında olan yok. Onun için bu hale geldik. Müslümanlar birbirini öldürüyor. Yahudiler seviniyor “oralar bize kalacak” diye. Bunun sebebi ilk ayetin unutulmasıdır. Bu dünya böyle geçecek ama ahiret var. Allah soracak. Bu insanlar okumuş olsalardı cahil hocaların peşine düşerler miydi? Millet kerametlerle, rüyalarla din yapıyor. Niye? Çünkü onlara inananlar cahil. Rüya ve kerametlerle dini öğrenmeyin, ayet ve hadislerle öğrenin. Yoksa dalalete düşersiniz ve şahsiyetiniz kaybolur.
Senenin birinde öğrencilerimle Umre’ye gittik. Bir adam bir taşı eline almış kırıyor ve yanındakilere: “Bunu alın götürün, salona koyun, gelen misafirlere gösterin.” diyor. Yanına gittim “Sen ne yapıyorsun, Efendimiz bunları yıkmak için geldi.” dedim. Cahil hoca böyle yapar. Bunu da okuyarak anlayacaksınız.
Aklınızda olsun, katılın veya katılmayın ama Müslümanların en büyük problemi ‘milliyetçiliktir’. Ben Arabım, Ben Kürdüm, ben Türküm deme; ben Müslümanım de, önce bunu söyle. Bu, İslam âlemini paramparça etti. Yüzyıl önce böyle bir şey yoktu. Fransız devriminden ‘Nasyonalizm’ denen milliyetçiliği getirip bile bile koydular. Batı güzel çalışıyor. Şu anda Avrupa’da milliyetçilik yasak. Peki biz? Biz onlardan devraldık. Bu okumamamızdan geldi. Biz Peygamber Efendimiz kadar eza çekmedik.
Efendimizin Veda Hutbesi’ndeki cümlesi şudur: “Ey insanlar! Dalalete düşmek istemiyorsanız size iki şey bırakıyorum; Kur’an ve Sünnet. Bunlara sarılırsanız sapıtmazsınız.” Ama insanlar bunu unuttu. Peygamberi bilmeden mü’min olunmaz. Efendimiz aleyhisselam buyuruyor ki: “Beni nasıl namaz kılıyor görürseniz öyle namaz kılın.” Ne yapacağımızı biz Efendimizden öğrendik. Efendimizin siretini doğru kitaplardan okuyun. O zaman hiç kimse sizi O’nun yolundan ayıramaz.