Selâhaddîn-i Eyyûbî

Fıkıh âlimi ve Eyyûbîler devletinin kurucusu. İsmi, Yûsuf Selâhaddîn bin Eyyûb bin Şadî’dir. 532 (m. 1137)’de Suriye’nin kuzey taraflarındaki Tikrit’te doğdu. Babası Necmeddîn Eyyûb, Azerbaycan’da Erivan’ın Devin kasabasındaki Hazbânî kabilesine mensup idi. Selâhaddîn-i Eyyûbî’nin çocukluğu, Tikrit, Ba’lebek ve Şam şehirlerinde geçti, iyi bir tahsil ve terbiye gördü. Hâfız Ebû Tâhir es-Silefî, Ebû Tâhir bin Avf, Kutbüddîn Nişâbûrî, Abdullah bin Berî en-Nahvî gibi pek çok âlimden fıkıh ve Hadis-i Şerif öğrendi.
Kur’an-ı Kerim’i, fıkıhtan ‘Tenbîh’ kitabını, şiirden ‘Hamâse’ kitabını ezberledi. Fıkıh âlimi oldu. Kuvvetli bir zekâya sahip idi. Ani ve isabetli kararları meşhurdur. Bütün işlerine istişare ederek karar verir, neticeye varıncaya kadar bu kararından dönmezdi. Âlimlerle sohbeti her şeye tercih ederdi. Kitaplarla uğraşmak, ilim öğrenmek, incelemeler yapmak, en çok sevdiği, lezzet aldığı şeylerdi. Hocaları olan büyük âlimlerden ve kitaplarından ayrılmak, sanki ona idama götürülmek gibi gelirdi. Öyle ki, ileride kendini sultanlığa ulaştıracak, asırlarca ismini dillerde dolaştıracak olan askerlik hizmetini bile babasının pek çok yalvarması ile kabul etti.
“Mes’ûd o kimsedir ki, dünya onu terk etmezden önce, o dünyayı terk etmiştir.” hadisi şerifine uymaya çalışırdı. Buna rağmen “Arzusu ahiret olup, ahiret için çalışana, Allah Teâlâ dünyayı hizmetçi yapar.” hadisi şerifi kendisinde tecelli etti. Selâhaddîn-i Eyyûbî dünyadan kaçtıkça dünya onu kovaladı. Neticede Mısır, Suriye, Diyâr-ı Bekr ve Yemen’e sultan oldu. Hayatı dîn-i İslam’a hizmetle geçti. Ehl-i sünnet itikadında olmayan devletleri yıktı ve oralara, doğru olan itikadı, imanı yerleştirdi. Kudüs-i Şerif’i Hıristiyanların elinden aldı. Bunu hazmedemeyen bütün Avrupa devletlerinin topladığı 600 binden ziyade Haçlı ordusunu perişan etti.
Asya’yı bir başından öbür başına kadar fethedebilecek kadar büyük bir orduya sahip olan Haçlılar, iki sene içinde altı yüz binden fazla ölü vererek, ancak birkaç kaleye zorla sahip olabildiler. Bütün orduları ve çelik zırhları Selâhaddîn-i Eyyûbî’nin ve askerlerinin iman dolu olan göğüslerinde eriyip gitti.
Müslümanların başındaki haçlı belasını ortadan kaldırdıktan sonra, memleketin imarı, asayişi ile Müslüman halkı düşmana karşı daha iyi nasıl koruyabilirim kaygısı içinde çalıştı. Birçok tedbirler düşünüp, tatbikat safhasına koydu. Fakat müzmin olan hastalığı nüksederek, kendisini yatağa düşürdü. Hayatından ümidini kesip öleceğini anlayınca, hazırlattığı kefenini bir mızrağın ucuna bağlattı. Mızrağı bir tellâlın eline vererek, sokaklarda “İşte! Sultan Selâhaddîn, bu kadar üstün mevkilere sahip olup şan ve şerefe kavuşmuş olduğu hâlde, dünyadan bu kefenle gidiyor!” diye bağırttı.
Sonra oğlu Melik Efdal’i huzuruna çağırıp şu nasihatlerde bulundu: “Oğlum! Sana her hayrın başı ve kaynağı olan, Allah Teâlâ’nın korkusu ile ahlaklanmanı tavsiye ederim. Cenâb-ı Hakk’ın emirlerini yapmakta ve yasaklarından kaçınmakta kusur etme ki, selâmete kavuşabilesin. Kanı, gözyaşı gibi gör, kan dökerek üzerine sıçratmaktan sakın. Çünkü dökülen kanın intikamı alınır. Halkın refahı ve saadeti için çalış. Daima dikkatli olup onların durumlarını incele. Çünkü halk, Allah Teâlâ’nın sana bir emanetidir. Askeri, kumandanları, mevki sahibi olanları ve halkın ileri gelenlerini memnun etmeye gayret göster. Şunu aklından hiç çıkarma ki kazandığımız şan ve şeref hep iyi işlerimiz ve güzel davranışlarımız sebebiyledir. Hepimizin, bu âlemden hakiki âleme göç edeceğimizi hatırından çıkarma ve kimseye karşı kin besleme. Kalp kırma ve başkalarının hukukuna riayet et. Allah Teâlâ merhametlilerin en merhametlisidir. Cenâb-ı Hakk’ın hukukuna karşı yapılan hatalar, tevbe etmek suretiyle affolunur. Fakat kul hakları, helâlleşmedikçe affolmaz.”
Selâhaddîn-i Eyyûbî, Şam’da hasta yatağında son dakikalarına kadar âlimlerin sohbetlerini ve okudukları Kur’an-ı Kerim’i dinleyerek bu fâni âlemden hakiki âleme göç etti. 589 (m. 1193) senesi Safer ayının yirmi yedisiydi. Yirmi beş sene vezirlik ve sultanlık hayatı vardır ki hep İslamiyet’e hizmetle geçmiştir.
İlme çok değer verir, âlimleri himâye ederdi. Her taraftan, onun ülkesine ilim sahipleri gelir, verdikleri derslerle insanlara hizmet ederlerdi. Onun zamanında Şam’da, medreselerde ders veren altı yüzden fazla fakih vardı. Doktorlar, edebiyatçılar, şairler, matematikçiler, kimyagerler, mimarlar ve diğer ilim sahipleri memleketin gelişmesi için canla başla çalışırlardı. Mısır’a Sultan olunca; Şafiî, Mâlikî, Hanefî, Hanbelî mezheplerine göre tedrisat yapan medreseler yaptırdı. Medreselerin sayısını süratle çoğalttı. Kahire, Şam, İskenderiye gibi şehirler birer ilim merkezi oldu.
Bir defasında Akka muhasarası için bütün gayretiyle uğraşırken, hakkını talep eden bir kadına “Yarın gelirsen işini hallederiz” deyince kadının; “Mademki başımıza sultan olarak geçtiniz işimizi halletmeye mecbursunuz. Yoksa nasıl saltanat iddiasında bulunabileceksiniz?” sözlerini duydu. Bunun üzerine harp ile ilgili işlerini bırakıp kadının işini halletti ve ondan helâllik diledi. Bir Ermeni, kendisini mahkemeye vererek şikâyet ettiğinde kadı efendinin huzurunda ayakta durarak neticeyi bekledi. Haklı olduğu anlaşılınca “Bu, ilâhî emirlere itaatim sebebiyle Rabbimin bir ihsânıdır” diyerek davacıya birçok ikramlarda bulundu.
Düşmana karşı dahi İslamiyet’in adalet ve ihsân kurallarından hiçbir zaman ayrılmazdı. Haçlılar esîr olan Müslümanları kılıçtan geçirdiği zaman elinde bulunan Hıristiyan esîrlere, İslamiyet’in emrettiği şekilde muamele etti. Bir defasında hizmetçisinden ılık su istediğinde, önce kaynar, sonra da buz gibi soğuk bir su gelince onu azarlamayıp “Sübhânallah! İstediğimiz gibi bir su dahi içemeyeceğiz” demekle yetindi.
Öyle cesurdu ki baştan aşağı çelik zırhlarla kaplı olan Haçlıları, göğsü açık, zayıf bir alay askerle hücum edip perişan ederdi. Hatta bir defasında da “Et iken demirle çarpışıyoruz, yüz olursak karşımıza bin düşman çıkıyor, kaleler ateş saçıyor, denizler düşman kusuyor” demekten kendini alamadı. Yaptığı bütün harplerde askerlerinin sayısı düşmandan daima azdı. Bütün muharebelerini İslamiyet’i yüceltmek ve Müslümanları, Haçlıların zulmünden korumak, devletini düşman çizmesinden muhafaza etmek için yaptı.
Kaynak
Ehli Sünnet Büyükleri