Akifçe Bakmak

Onu daha çok kahramanlık şiirleriyle hatırlarız. Her milli günde, açılışta, mitingde… ondan okumadan olmaz. Vatan, millet, devlet, mücadelenin içini onun şiirleriyle doldururuz. O hep hisseden, yaşamasa da yaşayanların içinde olanı ve onları anlatan bir şair. O yaşadığını yazan, yazdığını yaşayan biri. Ondandır onun şiiri hayat, hayatı şiirdir.
Millet olarak yaşıyoruz. Güler ağlar, yer içer, oturur kalkar, dövüşür barışır, sever nefret eder, savaşır sulh yaparız… Yani hayatın her yerinde varız. Annemiz, babamız, evladımız, kızımız kızanımız, akrabamız, komşumuz, çocuklarımız, gençlerimiz, ihtiyarlarımız hepsi hayatımızın içinde ya da hayatımızın kendisi.
Şairimiz de içimizden biri olarak hayatımızın içindedir. O yaşar, tespit eder, gözlemler sonra mısralara döker bizleri ve bizi gözümüzün önüne koyar. Okuyun kendinizi der. O bir ressamdır. Hayatın ve devrinin ressamı. Devrinin safhalarının ressamı. Yani ‘Safahat’ın ressamı. Yazıyla, şiirle resim çizer. Onun resmini çizdiği hayatın, manzaranın kahramanları biziz. Yöneticiler, yönetilenler, savaşanlar, savaştan kaçanlar, çalışkanlar, tembeller, âlimler, cahil dindarlar, sosyete, halk, kadın, çocuk, ihtiyar, zengin, fakir… Yani hayatımızın tüm kahramanları onun şiirindedir,
Üç sınıf halka içim parçalanır; hem ne kadar!/İhtiyarlar, karılar, bir de küçükler, bunlar.
Merhamet görmeli, yüz görmeli insanlardan,/Yoksa, insanlığı bilmem nasıl anlar, insan.
Ama o belirli bazı durum ve kişilerde özellikle duyarlıdır. Cahil dindar erkeklerden, dini kendi menfaatleri için kullananlardan çok rahatsız olur. Mesela şeriatı sadece birden fazla evlilik ve kadın boşamak olarak gören, döven söven kaba saba erkeğe, şeriatı sadece kendi çıkarı için anlayan ve dinin diğer emirlerini yerine getirmeyenlere ağır yüklenir Akif;
“-Üç çocuk annesi, emzikli kadın tek başına,
Koca berhâneyi silsin de, süpürsün de sana,
Yine sen bilmeyerek zâlim onun kıymetini,
Dene bîçârede kalkıp kolunun kuvvetini!
-Hoca, bak, ben kızarım!
Size haltetme düşer… Dövmüş isem, kendi karım
Keyfim ister döverim, sen diyemezsin: “Dövme.”
Bu tecâvüz sayılır doğrusu haysiyyetime…
-Değil hiçbiri…
Lâkin canımı sıktı akşam “Edemem, üstüme evlenme!” diye.
Ne demek!
Dörde kadar evlenir erkek, demeye kalmadan başladı şirretliğe…
Karı dövmüş, boşamış… “Emr-i İlâhî” ne denir!
Bunların hepsi emîn ol ki cehâlettendir.”
Ya da kişisel ibadetleri yapar ve “Hamdolsun bugün de ibadetimizi eda ettik.” der. Ama sosyal hayat da ekonomi de hâşâ din yoktur. Dini sadece kadına eziyette (dövme, boşama, istismar …) görenler gibi;
“Neden uhuvvetiniz böyle münhasır namaza
Çıkınca avluya herkes niçin boğaz boğaza?”
Bunun adı, cami ve namaz dışında İslam’ı yok görme, menfaatini önüne koymadır. Kendi menfaati dışında kılını kıpırdatmamasıdır. Şair, bu tip kişilerin özelliklerini “Kır Ağası” adlı şiirinde anlatır;
“Zulme tapmak, adli tepmek, hakka hiç aldırmamak
Kendi asudeyse, dünya yansa, baş kaldırmamak”
Tembelliğini ‘tevekkül’le açıklayan, çalışmayan, tedbirsiz, tembel, miskin Müslümanları da şöyle niteler ve uyarır Akif;
“Kadermiş! Öyle mi? Hâşâ bu söz değil doğru;/Belanı istedin, Allah da verdi, doğrusu bu!
Çalış dedikçe şeriat, çalışmadın durdun,/Onun hesabına bir sürü hurafe uydurdun.
Sonunda bir de tevekkül sokuşturup araya/Zavallı dini çevirdin onunla maskaraya”
İbadetlerden uzaklaşmış, ruhen uyuşuk, tembel ve kaderci bir zihniyete sahip olan, ümitsizliğe düşen Müslümanları İslam’ın ruhundan uzaklaşmış olarak anlatır. Zira;
“Ey, bütün dünya ve içindekiler ayaktayken yatan!
Leş misin davranmıyorsun? Bari Allah’tan utan
Kim kazanmazsa dünyada bir ekmek parası,
Dostunun yüz karası düşmanın maskarası!”
“Ya senin âlem-i İslam’ın inanmış ye’se
Din-i resmisi odur, vazgeçemez kim ne dese”
Ona göre idareci adil olmalıdır. Çünkü İslam’ın istediği şey adaletle hükmetmektir. Çünkü “Dicle kenarında aşırırsa kurt koyunu./Gelir de adl-i ilahi sorar Ömer’den onu”
Müslüman âlim de “Ruh-i edyanı görür, hikmet-i Kur’an-ı bilir” olmalıdır. Eğer âlimler Kur’an’ı ruh, akıl ve kalpleriyle özümler, onu hayat olarak yaşarsa, bilgiyi uygularsa önder olurlar. Önderlik, önder olduğu insanları kendinden görmektir. Sadece bilen değil hayatın içinde olan âlimler önderdir.
“Allah’a dayan sa’ye sarıl hikmete ram ol
Yol varsa budur, bilmiyorum başka çıkar yol,
Onun hiç taviz vermediği vasıflarından biri doğruluk. Bükülmemek hakikati haykırmak, haykıramazsa oradan uzaklaşmak, iki yüzlülük yapmamak. Bildiğin doğruyu söyle ya da sus, yalan yanlış söyleme. Son iki mısra harika, çok lazım;
“Hayır, hayal ile yoktur benim alışverişim
İnan ki, her ne demişsem görüp de söylemişim
Şudur cihanda benim en beğendiğim meslek
Sözün odun gibi olsun, hakikat olsun tek!”
Millet sevgisini ırkçılığa götürenleri de unutmaz. İslam dünyasının tedavi edilmeyen bu yarasına parmak basar;
“Ne Araplık ne de Türklük kalacak aç gözünü!/Dinle Peygamber-i Zîşân’ın ilahî sözünü.
Türk Arapsız yaşamaz, kim ki yaşar der, delidir!/Arap’ın, Türk ise hem sağ gözü, hem sağ elidir…
Veriniz baş başa zira sonu hüsran-ı mübîn/Ne hükûmet kalıyor ortada billahi, ne din.”