Dünyanın Merkezi Neresidir?

Nasreddin Hoca’ya sormuşlar: “Dünyanın merkezi neresidir?” diye. Hoca bulunduğu yeri kastederek “Burasıdır” demiş. Bulunduğumuz coğrafyada yaşananlara bakınca Hoca’nın hiç de yanlış söylemediğini anlayabiliriz. Hayatta olan tüm kuşakların hafızaları yoklandığında, her an bir aksiyon, her an bir fırtına ve her an bir kaos izine rastlanacaktır. Hemen hemen tüm hadiselerin bulunduğumuz coğrafyada yaşandığı ya da bu coğrafya ile ilişkilendirildiği görülecektir.
Gerekçe olarak herkes kendince farklı bir anlam yüklese de bölgede oluşan devletçiklerin sınır ve etnik dağılımlarının bir proje eseri olduğu, günümüze kadar etkileri süregelmiş bir oyunun parçası olduğu reddedilmeyen bir gerçektir.
İkinci Dünya Savaşı sonrası oluşan bloklaşma sonucu Komünizm hedefe oturtulmuş ve dünya kamuoyu bununla oyalanmıştır. 1990’lı yılların başına gelindiğinde Doğu Blok’unun dağılması ile artık dünyaya barış halinin hâkim olacağı hayalinin, o günden bugüne yaşananlar değerlendirildiğinde ne kadar saf bir hayal olduğu gerçeği gözler önüne serilecektir.
Ortadoğu ülkelerinde gittikçe yükselen İslamî şuurlanma ve Batı halkları arasında İslamiyet’e karşı oluşan ilgi ve sempatiden duyulan kaygı komünizmin yerine yeni hedefin tespitini kolaylaştırmıştır. Sovyetlerin dağılmasından sonra Nato’ya yeni bir mücadele misyonu olarak “İslam’la mücadele”nin kabul edileceği çokça dile getirilmiştir.
İran Hazır Kıta Bekletilirken
O günden sonra bölge devletlerine ve İslam Âlemi’ne dönük operasyonlar başlatıldı. Hem İslam dünyasını kendi içinde güçsüz bırakmayı hem de dünya kamuoyunda İslam’la terör kavramını yan yana getirme algısını hedefleyen operasyonlarla bugünlere gelinmiş oldu.
Türkiye’de uygulanan ve hala da devam eden dizayn etme çalışmaları bölgedeki diğer ülkelerde de kendilerine özgü zaaflarından faydalanılarak sürdürülmektedir. İran, devrim sonrası hali ile bölgede oluşturulmak istenen kargaşa için her an hazır kıta konumundadır.
Afganistan, Pakistan ve komşuları olan Türkî devletler on yıllardır istikrarsızlığın merkezi olarak kullanılmaktadır. Irak’ta Saddam, beklentileri boşa çıkarmayarak Orta Doğu’da işgal güçlerinin bulunmasını gerektirecek her türlü çılgınlığı yapmış, kendisi sahne dışı kalmışsa da tutuşturduğu ateş bölgeyi yakmaya devam etmektedir.
Arap Baharı hamlesi olimpiyat ateşi gibi birbirine geçirilmiş bir sürü halkayı ateşlemiş, birden çok hedefe ulaşabilme imkânı vermiştir. Bölgesel tüm bu olaylarla ilişkilendirilerek, dünya kamuoyunu dizayn edecek küresel hamleler de eş zamanlı sahneye konulmuştur. Dünyanın değişik yerlerinde meydana gelen olaylar, 11 Eylül saldırıları ile senaristlerin istediği terör kimliğine büründürülmüştür.
İslam ile terör kavramının yan yana getirilmesi çalışmasının final sahnesinde Işid (Daiş) ve Boko Haram örgütleri boy göstermektedir. İslam’ın emirlerini yerine getirdikleri iddiası ile varlık gerekçelerini açıklayan bu iki örgüt, nedense Peygamberimiz -sallallahu aleyhi ve sellem-’in tebliğ yöntemleri yerine çalışmalarını infaz mantığı üzerinden yürütmektedirler. Bu görüntüleri ile bir tebliğ/ davet hizmeti görememekte ama alıcı kuşlar gibi avını gözleyen kurtarıcı(!) güçlerin bölgeye müdahalelerine dünya kamuoyunda meşruiyet kazandırmaktadırlar.
Şanlı Direnişlerimiz ve Kahraman Mücahitlerimiz Vardı
Ne acıdır ki 2014 yılı yaz aylarında yapılan bir açıklamada Suriye’de birbiri ile savaş halinde olan 167 farklı Müslüman grup olduğu bildiriliyordu. Mücahid kimliği ve cihad hedefi ile bölgede bulunan binlerce Müslüman birbirine kurşun atmakta ve şehid olmayı beklemektedir. Yatırılıp boğazlanan Kelime-i şehadetle ölüme hazırlanırken, yatırıp boğazlayan “Allahu Ekber” nidası ile zafer sarhoşluğunu yaşamaktadır.
Müslümanlar yakın tarihte çok ciddi baskılara maruz kaldı. Filistin’de, Afganistan’da, Çeçenistan’da, Bosna Hersek’te, Arakan’da, Patani’de, Doğu Türkistan ve dünyanın daha birçok farklı yerinde zulümler yapıldı. Tüm bu zulümlere karşı şanlı direnişler gösterildi. Bunların her birinde zalim yönetimler ve direnen mücahitler vardı. Hem bu bölge halkları hem de dünyanın dört bir yanından gelen cihad aşığı Müslümanlar direnişte yerlerini alırlardı. Bir kısım münafık güruh haricinde hak ile batıl bilinir ve ona göre tavır alınırdı.
Bugün ise kafalar ve saflar karışık. Düşünsenize; savaş İslam coğrafyasında sürüyor, savaşanlar Müslüman, ölen Müslüman, öldüren Müslüman. Yerinden yurdundan sürülenler, yetim çocuklar, dul kadınlar Müslüman.