Şair-Yazar Abdullah Gülcemal ile İslam Birliği Üzerine Söyleşi

Şair-Yazar Abdullah Gülcemal ile İslam Birliği Üzerine Söyleşi

“Ümidimizi yitirmeden kardeşlik duyguları içerisinde yolumuza devam edeceğiz, istikbal inşallah İslam’ın olacaktır.”


• İslâm’ın Müslümanlar arasındaki birlik ve beraberliğe bakışı çerçevesinde, dünya Müslümanlarının mevcut durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?.

• Rabbimiz buyuruyor ki: “Ey iman edenler!. Allah’a ve Rasûl’üne itaat edin, birbirinizle çekişmeyin; sonra içinize korku düşer ve kuvvetiniz elden gider.” (Enfal, 46)

“Hepiniz birden Allah’ın ipine (Kur’ana, İslâm’a) sımsıkı sarılın, dağılmayın.” (Âl-i İmran, 103)

Dine bağlı kalın, onda ayrılığa düşmeyin.” (Şûrâ, 13)

“Sanki onlar, kurşunla kaynatılmış binalar gibidirler.” (Saf, 4)

“Siz insanlar için çıkarılmış hayırlı bir ümmetsiniz.” (Âl-i İmran, 110)

Akşam olunca, karanlıkta evinin yolunu bulacak kadar bir akıl ve zekaya sahip olan, Allah’a ve Rasûlüne iman eden her kişi; yukarda zikredilen âyetlerde, Müslümanlar arasındaki birlik ve bütünlüğün, insanlar için çıkarılmış hayırlı bir ümmetin olmazsa olmaz şartı olduğunu anlar.

Allah ve Rasûlüne itaatle birlikte, tevhîdi zedeleyecek fiil ve düşüncelerden sakınmamızı, Kur’ana sıkı sıkı sarılmamızı emrediyor Rabbimiz. Birliği bozacak, ikiliğe düştüğümüzde , tefrikaya kucak açtığımızda, ayrılığa kapı araladığımızda, içimize korku düşerek kuvvetimizin elden gideceğini, perişan olacağımızı açıkça beyan ediyor!.

Allah Rasûlü ise; “Mü’minin mü’mine bağlılığı, parçaları birbirine bağlayıp tahkim eden bina gibidir.” buyururken, bu bağlılığı göstermek için parmaklarını birbirinin arasına geçirip kenetliyor..

Yine; “Cemaatte (birlik-beraberlik) rahmet, ayrılıkta azap vardır.” “Allah’ın (yardım) eli cemaatle beraberdir.” buyuruyorlar.

Bu emirler, bu uyarılar karşısında, şimdi dünya Müslümanlarının mevcut durumuna bakalım:

Acı da olsa, şunu itiraf etmek mecburiyetindeyiz!. Bir tarih muhasebesi yaptığımızda, bugün Müslümanlar olarak, olmamız gereken yerde değiliz.. 

Dün şanlı bir tarih, muhteşem bir medeniyet.. Bugün  her birimiz  vatan diye sığındığımız birer karış toprak parçasında bile, inançlarımızı hayatımıza hâkim kılamayan, birlik şuurundan mahrum, içinde yaşadığımız sistemleri anlayıp sorgulamaktan uzak, mâzisiyle olan her türlü dîni, tarihî ve kültürel bağlarını büyük ölçüde koparmış, birbirleriyle küs veya kavgalı, hatta ecdadına yapılan saldırı ve hakâretlere sessiz kalan, ezeli mukaddesat düşmanlarının müstehzi gülüşlerini ‘teveccüh’ kabul eden, tefekkürsüz insan toplulukları… Tevhîdi anlamda bir birlik yok!..

Dünya coğrafyasının hangi parçasına baksak; orada ezilen, horlanan, kanı ve gözyaşı akıtılan, şahsiyeti ve izzet-i şerefiyle oynanan, inancından ve eldeki bir avuç toprağından da sürgüne gönderilen veya gönderilmek istenen hep Müslümanlardır!.

Dünün en üstün, en âdil ve en merhametli medeniyetlerini kuran Müslümanlar, bugün maalesef acınacak durumda bir dağınıklığı, bir perişanlığı, bir şaşkınlığı yaşıyor!..

Bu acı hakikatlar karşısında, yeniden derlenip toparlanarak  hem kendimizin, hem bütün mazlumların kurtuluşu için Allah’ın ipine ve birbirimize sıkı sıkı sarılarak çok ciddi bir  gayretle çalışmayacak olursak; Müslümanlar olarak ya hâlâ neyi kaybettiğimizin farkında değiliz, ya tarihi bir hafıza kaybına uğradık, yada vahşi batının teknolojik üstünlüğü karşısında kendimize, inancımıza olan güveni kaybettik!.

Sebep her ne olursa olsun, 6,5 milyar Dünya nüfusunun içinde, yaklaşık 1,5 milyar nüfusa sahip olan Müslümanlar, 30 milyon kilometrekare bir yüzölçümü üzerinde yaşayan önemli bir güç! Ama, daha da önemlisi bu potansiyel gücü harekete geçirebilmek..- Yani kemmiyetin değil, keyfiyetin farkına varabilmek.

Dünyada bulunan 63 Müslüman ülkeden, İslam’ın gösterdiği yoldan ilerleyen kaç Müslüman ülke var? Birbirlerinin dertleriyle ilgilenen, çözüm yolları arayan kaç Müslüman ülke var? Türkiye hariç yok gibi. Çünkü, Allahın ipini bırakarak başka iplere sarıldı.. İslam’ın bir dünya ve ahret nizamı olduğundan şüpheye düştü.. Dost ve düşmanının bilemedi.. Sahip olduğu her türlü maddi ve mânevi kaynaklarını heba etti.. Her ülke kendi dertleriyle boğuşmakta.. Hazin bir durum.. Ama şartlar ne olursa olsun, Müslümanlar olarak yeniden İslam’a, tarihimize, medeniyetimize dönmeye mecburuz, hatta mahkûmuz.

Yeniden köklü bir tarih şuuru içerisinde kendimizi sorgulayacağız, yaşadıklarımızdan dersler çıkaracağız, tefekkür edeceğiz, ümidimizi yitirmeden kardeşlik duyguları içersisinde yolumuza devam edeceğiz. İstikbal inşallah İslam’ın olacaktır.

• Birlik ve beraberliğe bu denli önem veren bir dinin mensupları arasındaki bu ayrılık rüzgarlarının nedenleri neler olabilir?.

• Bu ayrılık sebeplerinin başında gelen birinci husus; şüphesiz ki cehalettir!. Diğer bütün menfi unsurlar da buna bağlıdır.. Dininin hükümlerinden bîhaber, kendisine bile düşman olan câhil bir insan, başkasına nasıl dost olabilir?..

 (Kur’anda: “Câhiller kör, âlimler görür; câhiller sağır, âlimler işitir; câhiller dilsiz, âlimler konuşur.” olarak tasvir edilmektedir.)

Câhillerin vakitsiz öten horozdan ne farkları var?. Unutmayalım ki cehâletle ibâdet edenlerin bozdukları, düzelttiklerinden daha çok olmaktadır.

İmandan, ahlâktan, ilimden, ölümden yana boş olan her câhil kafa; yüzlerce şeytanın ve avânelerinin çalışma odasıdır!..  Orada sürekli bölmenin, parçalamanın plânları yapılır, birlik ve beraberlik bağlarını koparmanın, tefrika rüzgarları estirmenin, çıkmaz sokaklara kanalize etmenin projeleri çizilir!.

Ayrıca, kavmi asabiyet, etnik yapı, riyaset sevgisi, istismara müsait ekonomik sıkıntı, dost ve düşmanı tanıyamamak, iç ve dış kaynaklı din ve mukaddesat düşmanlarının câzip ambalajlar içersinde sundukları reklâm ve propogandalar, cehâletin ve düşmanların sürekli kan pompaladığı damarlardır.. Böylesine yoğun bir taarruza sürekli mâruz kalan bir yapı, zamanla direncini kaybedecek ve yıkılmalar, kırılmalar, bölünmeler olacaktır!.

• Osmanlı döneminde önemli ölçüde sağlanmış olan birlik nasıl oldu da bozuldu?. Bundan sonra İslâm ülkeleri arasında birlik ve beraberliğin sağlanması bir ütopya olarak görülebilir mi?.

• Evet, Osmanlı döneminde bu birlik önemli ölçüde sağlanmıştı.. Çünkü, Osmanlı büyük bir devletti ve büyük devlete yakışan kudretini göstererek bu birliği sağlamıştı. Peki, büyüklüğü nereden geliyordu?. Misafir kaldığı evin odasında Kur’an-ı Kerimi görünce, ayaklarını uzatarak yatamayışı ve el bağlayıp boyun bükerek sabaha kadar hürmet duruşundan geliyor.. Böyle bir ruh, böyle bir asalet ve Allah’ın kitabına gösterdiği bu hürmetten dolayı, onun kurduğu devlette büyük olacaktı!..

İlâhi ve yüce değerlerden ilham alarak dünyayı aydınlatan, gittikleri her yere inancın, medeniyetin ve insanlığın ışıklarını götüren, hükmettiği topraklarda adaletin ve şefkatin tohumlarını eken Osmanlı; 24 milyon kilometrekare coğrafya üzerinde altı asır hüküm süren,ardında nice medeniyet şaheserleri bırakmış, daha bir asır öncesine kadar bu topraklara da hükmeden bizim devletimizdi!..

Ne gariptir ki, aynı yüzyılı paylaştığımız, onun mirası olan bu topraklarda, onun eserleriyle iç içe yaşadığımız halde, bu muhteşem devletin tarihini yeterince bilmeyen, hatta büyük ölçüde de eksik ve yanlış bilen bir nesiliz..

Devletler yıkılabilir.. Osmanlı devleti de yıkıldı.. Önemli olan milletlerin yaşadıkları belli bir coğrafya diliminde, yaşamaya devam ederken, kökleri olan mânevi ve târihi bağlarını koparmadan devam ettirmeleridir!..

Unutmamak gerekir ki; Târih milletin hâfızasıdır. Târih şuuru sürekli diri tutulmalıdır.. Dünü bilmezsek bugünü anlayamayız. Bugünü anlamayınca yârınımızı görüp, inşâ edemeyiz. Hatta dünden gelen hamlelerin nedenlerini ve nasıl bir netice vereceğini düşünemeyiz!.

Bernard Lewis derki: “Bir milletin kökünü kontrol etmek, o milletin dilini kontrol etmekle; bir milleti imhâ ise, nesilleri mâzisinden, târihinden ve bilhassa millî ve mânevî değerlerinden koparmakla mümkündür.”

Avrupa tarafından “Hasta Adam” diye bahsedilen Osmanlının son dönemlerinde görülen israf, devlet düzenindeki bozulmalar, isyânlar, suikastlar, batıcılık virüsünün Avrupa görmüş aydın geçinen mukallidlerin beyinlerine ve ruhlarına zerkedilmesi, Haçlı sürülerinin bitmez tükenmez saldırıları mukadder olan sonucu getirmiştir.

Bir siyasi deha olan II. Abdulhamid’in 1909 da tahtından indirilmesiyle, idareyi ele geçiren İttihat ve Terakki zihniyeti, Osmanlı Devletini I. Cihan Savaşına sokarak yıkılmasına sebep oldu.. Müslümanları bir arada tutan hem Osmanlının cihan hâkimiyeti, hem de Osmanlıda olan Hilâfet’inmânevî gücüydü..

Hilâfet müessesesinin kaldırılması, yalan söyleyen tarihlerin bize bir “zafer” olarak gösterdiği Lozan dayatmalarının gizli maddelerinden biridir!.Osmanlı yıkıldı, Halifelik kaldırıldı ve Müslümanların birliği dağıldı!.

Sualinizin ikinci kısmının cevabını, zaten siz veriyorsunuz..

• Müslümanlar olarak  son asırda bir kavram kargaşası yaşıyoruz. İnsanlık adına bütün güzelliklerin Batı’da olduğu ısrarla vurgulanıyor. Batı kavramından biz ne anlamalıyız veya Batı bize nasıl bakıyor?.

• Doğrudur.. Bu kadar kafa karışıklığının sebebi, günümüz insanlarının kavramlarla vurulmasıdır.. Batı, Avrupa, Modern, Entel, Barış, Hoşgörü, Diyalog, Çağdaş, Aydın, Çağdışı ,Yobaz, Gerici, İrtica..v.s. insanların şahsiyetini ve düşünce dünyasını hedef alan ve bilinçli olarak kurşun gibi kullanılan, yaralayan, öldüren kavramlardır.

Tüm güzelliklerin batı da olduğunu söyleyen gafillere sormak hakkımızdır: “O zaman dünyayı bu kadar çirkinleştiren, yaşanmaz hâle getiren kimdir?”

Batı; Doğu’nun zıddı olarak ifade ettiğimiz yön belirleyen coğrafi bir terim değildir!.. Batı, bir zihniyeti ifade eder… Zorbalığa dayanan, sömürü ve kanla beslenen bir zihniyeti..

Işık hep Doğu’dan gelir ve Şark’ın insanı  ahret hayatına inanır ve öyle yaşar!. Batı insanının ahret hayatı yoktur..

Ebedî hayata inanıp iman eden Doğu’nun tek yüzü, iki dünyası varken; Batı’nın iki yüzü ve tek dünyası vardır.. Batı kavramından ben bunları anlıyorum.Adaleti ve insanı esas almayan hiç ama hiçbir şeye de, belki tahammül edebilirim ama asla saygı duymam!.

Daha dün Bosna’da, bugün Filistin’de, Gazze’de, Irak’da, Libya’da, Suriye’de, Afganistan’da vs.. akan kanların baş müsebbibi batı değil mi ? Basında görüyoruz. Katlettikleri Afganistanlı üç insanın cesetlerine bevleden Amerika köpeklerinin yaptığı bu alçaklığı ifade edecek dünya lûgatlarında bir kelime bulabilir misiniz? Batı işte bu… 

Batı’nın bize bakışına gelince;

Her ne kadar biz artık batılı bir ülke olduk diye kendi kendimize sevinsek de veya kendimizi batılılara kabul ettirmeye, beğendirmeye çalışsak da; merhum Cemil Meriç’in deyimiyle: “Avrupa’nın gözünde biz Osmanlıyız, Osmanlı..”

Batının bize olan bakışını göstermesi açısından, üzerinde dikkatle düşünülmesi gereken, bir ara İzmir Belediye Başkanlığı da yapan Burhan Özfatura’nın anlattığı şu hâtıra çok önemlidir!.

“1974 ‘de Kıbrıs çıkartmasını yaptığımızda, ben Belçika Maliye Bakanlığı’nda KDV üzerinde çalışıyordum. O çıkartma sırasında Belçika basını bizim haklı tavrımızı desteklemek bir yana, bizim aleyhimizde müşterek tavır ortaya koymuşlardı.

O gün bir gazetede Türkiye ve Kıbrıs resimleri çıkmış ve aleyhimizdeki yayınlar devam ediyordu. O gazeteyi alarak çalıştığım birimin genel müdürüne çıktım ve bu resmi göstererek dedim ki:

– Sayın genel müdür, Kıbrıs bizim 400 yıl idaremiz altında kaldı.. Bizim orada soydaşlarımız var, dindaşlarımız var.. Burnumuzun dibindeki adada 150 bin kardeşimizi bir soykırıma tâbi tutuyorlar… Biz buraya müdahale etmekte haklıyız.. Siz hep demokrasi ve insan hakları edebiyatı yapıyorsunuz, ama bu gerçekleri bildiğiniz halde, Türkiye aleyhinde yaptığınız bu yayınlarla da haksızlık ediyorsunuz!”

Bunun üzerine genel müdürün bana söylediği şu sözleri hiç unutmam:

– “ Bak Özfatura, işin hikâyesini geç. Herkes şahsi menfaatini düşünür ve korur. Biz Nâsır’ı satın almıştık.. Enver Sedat’ı da satın aldık. Suriye, Irak, Libya, bunlar henüz birer kabile, birer devlet değil. Ben Batı ülkelerine mal satmam, ama gelişmemiş İslâm ülkelerine petrol karşılığı mal satarım. Siz oraya yeniden lider olursanız, biz bu şansımızı kaybederiz. Arap-İsrail Harbi’ndeki kısa bir ambargo bizi perişan etti.. Biz, sizin o bölgeye yeniden lider olup canımıza okumanıza fırsat vermeyeceğiz!.

Son Kıbrıs harekâtı bile, bizim bütün gayretlerimize rağmen, sizin Osmanlı’dan kalan eski hasletlerinizi kaybetmediğinizi gösterdi.. Eğer mağlup olsaydınız, yardım ederdik. Ama şimdi galip geldiniz.. Burnunuzu kırmak için ambargo dahil her şeyi yaparız. Hatta politik karışıklıklar çıkarırız. Mecliste milletvekilleri arasında transfer müessesesini çalıştırırız. Terörü tırmandırırız… Bakanları istifa ettirir, hükümet yıkar, hükümet kurarız.” (**)

Yâ hû… Elin gâvuru daha ne söylesin Allah aşkına… Batı’nın bize bakış açısı işte bu.. Hâlâ kurtuluşu, medeniyeti, insanlığı batı’da arayan gafillere Allah akıl fikir versin!..

• Müslüman ülkelerin halkı ve yöneticilerinin İttihad-ı İslâm düşüncesi ile ilgili farklılıklar olduğunu düşünüyor musunuz?

• Evet, düşünüyorum… Çünkü; Müslüman ülkelerin halkı ile yöneticilerinin ruh ve düşünce dünyalarını besleyen ve can suyu veren damarlar ve kanallar farklıdır!.

Müslüman halk, kendini kendinden uzaklaştıran bütün müdahale ve darbelere rağmen; yine de taşıdığı “Müslüman Kimliği”ne sahip çıkan ve kendi öz kaynaklarından veya kendi anne sütünden beslenen bir yapı..

Yönetici kesimi ise; Halkının değerleriyle çatışan, büyük ölçüde dış mihraklar tarafından (GDO) hormonlu gıdalarla beslenerek ‘Obezite’ye  yakalanıp, hareket kabiliyetini önemli oranda kaybetmiş, harici etkenlere karşı, birtakım gayri ihtiyari tepkiler veren ve halkının hem sırtına, hem yüreğine yük olan bir yapı..

Dolayısıyla, her iki kesimin düşünce dünyalarında, bu mevzuda da farklılıkların olması normaldir..

• İslâm ülkelerinin bir çoğunda başta bulunan idarecilerle, halk arasında bir kan uyuşmazlığı var mı?. Varsa bu idarecileri niçin seçiyorlar?.. Veya başkaları seçiyor da halk kendi seçtiğini mi zannediyor?.

• Müslüman ülkelerin halkı ile yönetenler arasında bir kan uyuşmazlığı olduğundan zerre kadar şüphem yok!. Aynı milletin yönetenleriyle, yönetilenleri arasında kan uyumu olsaydı, yönetenler bu kadar Firavunlaşıp da kendi halkının kanını dökermiydi?!.

Meselenin özü şu:

1882 yılında  Osmanlı toprağı , yâni vatanımızın bir parçası olan Mısır, İngilizler tarafından işgal edildi.. Uluslar arası hiçbir hukuki statüye dayanmaksızın bu işgâl tam 32 yıl devam etti..

O yıllar da bir mü’min, koşa koşa Seyyid Kutub’a gelir. Heyecanlı heyecanlı;

-“Hocam, hocam.. Müjde!. Artık İngilizler Mısır’ı terk ediyorlarmış.”der.. Seyyid Kutub;

-“Eyvah!” diye bir iç geçirir.. Gelen kişi;

-“Hocam, siz beni yanlış anladınız galiba!..İngilizler artık gidiyorlarmış.. Sevinmeniz gerekirken, eyvah diyorsunuz.”

Seyyid Kutub, şu acı hakikati ifade eder:

-“Bak kardeşim!. Seni yanlış anlamadım… İngilizler şimdi bırakıp gidecekler. Fakat, arkalarında başımıza adı bizden, ama kafaları İngiliz olan idareciler bırakacaklar!. Bu millet işte o zaman dostunu düşmanını tanıyamayacak ve işimiz daha da zorlaşacak. İşte onun için eyvah diyorum!.” der.. İşin özü, özeti bu. Yâni, idarecilerle halk arasında ki kan uyuşmazlığı buradan kaynaklanıyor. Önümüzde, bunun saymakla bitmeyecek kadar örnekleri var ve bizler yaşanan bu tarihin şahitleriyiz..

Bildiğiniz gibi, İslâm dünyasının yüz akı şahsiyetlerinden biri olan Seyyid Kutub; 1965 yılında neşrettiği “Yoldaki İşaretler” adlı eserinden dolayı, iki arkadaşıyla birlikte, Mısır’ın Sosyalist Cumhurbaşkanı Cemal Abdülnasır döneminde, askeri mahkemenin verdiği kararla 29.8.1966 günü idam edilmiştir.. Tıpkı bizim, İskilipli Âtıf Hocamız gibi!. Allah (c.c.) bütün şehitlerimize rahmet eylesin!.

Büyük bir bölümü Birinci Dünya Savaşından sonra sömürge statüsü altına giren bu coğrafyanın, dolayısıyla  ülke sınırları, sistem şekilleri ve yönetim kadrolarıyla dış ilişkileri, sömürgeci iradenin ilgi alanı içinde ve onların isteğine göre tanzim edilmiştir. 

• Türkiye Cumhuriyeti Devletinin ve toplumunun Müslüman Ülkelerin birleşmelerindeki rolü hakkında ne düşünüyorsunuz? Türkiye mevcut durumda, üzerine düşenleri yerine getirebiliyor mu?!.

• Türk Milleti, çok derin ve târihi Devlet tecrübesi olan bir Millettir. Geçmişte olduğu gibi, bugün de Müslüman ülkelere hâmilik yapacak, onları bir araya getirebilecek yine bu Devlettir, bu Millettir..

Yeter ki Millet olarak biz yaşadığımız bunca acı tecrübelerden ders çıkaralım.. Allah (c.c.) bize, şundan bundan değil, sadece kendinden korkan âdil idareciler nasip etsin, bizlere de her zaman Hakk’ın saflarında yer alacak şuur versin!.

Müslüman Ülkeler için hayati önem arz eden birlik konusunda, lokomotif görevini yine bu Millet yapacaktır inşaallah.. Elhamdülillah, tohum toprağa düştü artık. Uyananlar uyuyanları uyandırmaya devam ettikçe; yüreklerimiz daha toplu vuracaktır!.

Burada sizlerle bir hâtıramı paylaşmak istiyorum.. 2004 yılında bir Bosna-Hersek seyahatimiz olmuştu. Mostar’dayız. Osmanlı’nın hilâl şeklinde yaptığı ve Bosna Savaşı sırasında Sırplar ve Hırvatlar tarafından yıkılan târihi Mostar Köprüsü, bir Türk firması tarafından aslına uygun olarak yeniden yapılıyor. Duygulu anlar yaşıyoruz.. Orda bulunan bir Boşnak kardeşime sordum:

-“Bu savaş da çok büyük acılar yaşadınız.. Bizler de çok üzüldük.. Bak yeniden yaralarınız sarılıyor.. Bu köprünün yeniden yapılması sizin için ne ifâde ediyor!.. Verdiği cevabı hiç unutamam.. Dedi ki:

-“Çok şey ifâde ediyor!. Bu köprü yıkıldığında, Sırp’lar ve Hırvat’lar bir zafer işareti olarak karşı tepeye şu gördüğünüz Haç’ı diktiler. Bu köprünün yapılması, o Haç’ın oradan sökülmesi demektir!. Siz bırakıp gittiniz..Biz bu köprüyü tam 500 sene bekledik. Şimdi yapılsın, 500 sene daha bekleyeceğiz..”

Görüyor musunuz, acılar çekmiş bir insanın meseleyi tahlilini?!

Bu bakımdan Devlet olarak, Millet olarak sorumluluğumuz çok büyük, yükümüz çok ağır!..

Dünyada ki bütün mazlum Müslümanların gözü, kulağı ve ümidi Türkiye’dedir. Mevcut imkânlar içersinde Türkiye’nin üzerine düşeni yaptığını ve yarınlarında bugünlerden daha güzel olacağına olan ümidimi ve inancımı taşımak istiyorum..

• Erbakan Hoca’nın D-8 Projesi hakkında ne düşünüyorsunuz?. Bu Proje tekrar canlandırılabilir mi?.

• Öncelikle Erbakan Hocamıza Allah’tan bir kez daha rahmetler diliyorum. Erbakan Hoca da hayatta iken kendi milleti tarafından yeteri kadar anlaşılamamış bir fikir, ilim ve Devlet adamıdır.

Erbakan Hocanın bu D-8 Projesi; Kuvvete değil, Hakk’a dayanan bir Dünya sistemi tasavvur edilerek yapılan bir Projedir. Tabi aynı zamanda emperyalistleri de çileden çıkaran bir Proje. Nihayetinde de çileden çıktılar ve Proje lideri Erbakan Hocayı Başbakanlık’tan düşürdüler!..

D-8 Projesi o günden beri rölantide.. Ne doğru dürüst bir kurumsal yapıya kavuşabildi, ne de Uluslar arası siyasette söz sahibi olabildi!..

Eğer Erbakan Hocanın karizmatik liderliği devam etmiş olsaydı, D-8’ler bugüne kadar farklı bir cephe oluşturmuş olabilirdi..

D-8 Projesini Türkiye’nin dışında bir başka üye ülkenin de yeniden ayağa kaldıracağını sanmıyorum!.

Daha azimli, daha kararlı bir hükümetle bu önemli Projeye liderlik ve koordinatörlük yapacak en uygun ülke yine Türkiye’dir.

• Son olarak neler söylemek istersiniz ?

• Kim ne derse desin !… I. Dünya Savaşının bir tek sebebi vardır. O da Osmanlı topraklarındaki petrolü, sanayiî devrimini tamamlamış Avrupa’ya taşımaktı.Gerisi teferruattır.

Tarihin derinliklerindeki bütün mücadelelerin asıl mihrakını petrol oluşturduğu gibi, bugün ve yarınki savaşlarda yine petrol kuyularının başında devam edecektir.

Eğer Müslümanlar, sâdece kendi topraklarındaki petrol kuyularının hakiki sahibi olsalar üç günde dünyayı dize getirirler !… Çünkü Avrupa için :“Bir damla petrol, bir damla kandan daha kıymetlidir.” (Churcill)

Yıllar önce, asrımızın önde gelen İslâm âlimlerinden Yusuf El-Kardavi’ye  şöyle bir soru sormuşlardı :

“Hocam dünün Müslümanlarıyla bugünün Müslümanlarını kıyaslar mısınız?”

Kardâvi’nin cevabı:

–  “Dünün Müslümanlarının üç bâriz özelliği vardı.

Çok okurlardı.

Çok çalışırlardı.

Çok ibadet ederlerdi. 

Bugünün Müslümanlarının da üç bâriz özelliği var.

Çok yerler.

Çok konuşurlar.

Çok uyurlar.

Allah biz Müslümanları bu gaflet uykusundan uyandırsın ve hepimize islâmi şûur ihsan eylesin… Sırat-ı müstakîmden ayırmasın… 

*Tarihe Yolculuk- O.N.Topbaş

**Tarihten İbret Işıkları – İ.Refik

**

Abdullah GÜLCEMAL

1952 yılında Sivas-Gemerek ilçesi Sızır kasabasında doğdu. İlkokulu doğum yerinde, orta ve lise tahsilini Ulaş’ta tamamladı. 1989’da A.Ü Müh. Fak. Meslek Yüksek Okulu’ndan mezun oldu.

Muhtelif dergi ve gazetelerde şiir ve yazıları yayınlanan Gülcemal, 2001 yılında bir kamu kuruluşundan emekli olup, halen Isparta’da ikamet etmektedir.

İlkadım Dergisi’nde yazılarına devam eden Gülcemal’in; Gönül Söyler Dil Susar, Ağustosta Yüreğime Kar Düşer, Dokunsa da Zülfi Yare ve Eşitlik Türküsü isimli yayınlanmış şiir kitapları bulunmaktadır.

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.