Geçmiş Zaman Olur Ki Hatırlanması Şarttır

Onlar gençtiler. Ümit doluydular. Gözleri parıl parıl, kalpleri pırıl pırıldı. Geleceğe ışıltılı gözlerle bakıyorlardı. Onların ait oldukları bir aile de ümit doluydu. Çocuklarıyla gurur duyuyor, 20–25 sene emekle, özenle yetiştirdikleri evlatlarının, okullarını bitirerek, kariyerlerini tamamlayarak bir yere gelmelerini, kendileri, aileleri ve milleti hatta insanlık adına hizmet etmelerini bekliyorlardı. “Dünya gözüyle göreyim” arzusu içerisinde “mürüvvet” planları yapıyorlardı.
Aile bekliyor, çocuk okuyor. Akıllı, zeki, çalışkan, terbiyeli, ahlaklı… Güzel hasletlerin sahibi üniversiteli. Ülkesini, milletini seven, anarşi, terör belasından uzak, insanlara hizmet aşkı dolu, haram ve helal konusunda hassas, kul hakkına dikkat eden, duyguları yüce bir üniversiteli. Evlerinden ayrılırken dualarla uğurlanan “Allah yâr ve yardımcın olsun” duasının hep muhatabı olan üniversiteli.
O üniversiteli, okuluna gidip geliyorken başında örtüsü sırtında pardösüsü, dilinde duası, gönlünde temenniler, zihninde planlar ve bir durum: “Üniversitelere türbanlı girmek yasaklandı.”
O yine bir ümitle yurdundan çıktı. Onların türban, kendisinin başörtü dediği kıyafetiyle yürümeye başladı. Kaldırımda yürüyen, arabalarında oturan, elinde çantasıyla durakta bekleyen, çocuğunun elini sımsıkı tutmuş parka götüren insanlar aynıydı. Herkes kendi işinde gücünde. Kimse kimsenin haliyle kıyafetiyle, yüz hatlarıyla, konuşmasıyla meşgul değildi.
Geç yatıp erken kalkmanın sıkıntısını yüz hatlarıyla belli eden, asık yüzlü, somurtkan, duyarsız görüntü, hiç kimsenin birbiriyle ilgilenmemesi ortak bir portreydi sabahın erken saatlerinde işe giden insanlar için.
Üniversiteli genç kız da o kalabalığın arasına karıştı. Sol eliyle kalbinin üzerinde tuttuğu kitap ve defterlerinden birisini otobüse binince açtı. Sayfalarını karıştırırken bazen hırslı, bazen de yavaş hareket ediyordu. Otobüste bir koltuğa oturma şansını elde etmiş biri olarak, ders tekrarı yapıyordu. Burnunu üzerinde iz yapmış gözlüklerini ara sıra yukarı iterek defter sayfaları arasında geziniyordu.
Otobüs bir Türkiye mozayiği idi. Her yaş ve her cinsin, her özelliğe sahip tipleri. Uykusunu tamamlamayan eksik makyajlı bayan, yer verme korkusuyla gözünü dışarıdan ayırmayan delikanlı, elindeki simidin susamlarını dökmeden yemeye çalışan memur, çantasını korumaya çalışan pazarlamacı, her gün taşıdığı ama niçin taşıdığını çok iyi bilmeyen ders kitabı dolu çantasıyla liseli kız, bir yer veren olsa da otursam diye dua eden orta yaşlı hanım, şemsiyesiyle destek alanlar, kır saçlı bey vs… İkide bir ayak hareketleriyle yer değiştirmenin rahatsızlığını yaşayan ayaktaki herkes. Her sabah herkes aynı. Alışılmış mimik, tavır ve hareketler.
Üniversiteli kızımız da onlardan biri. O da mozayiğin bir parçası. Herkesin iç dünyasındakine benzer duygu, hayal ve düşünceler içinde. Durak ve iniş. Otobüs boşaldı neredeyse. Demek çoğu üniversiteliymiş. Hızlı yürüyen ayakların sahipleri, yavaş yavaş birbiriyle selamlaşan, tanışanlarla gruplar haline dönüşüyor. Kampüsün kapısına varmadan üniversiteli kızımızın da arkadaşları yanına geliyor. Çoğu kapalı, grubun yüzündeki tedirginlik hemen görülüyor.
Kapıdan içeri girerken ihtimal kendi kızı ve ya kardeşi de onun gibi giyinen görevli, genç kıza: “Dur! Giremezsin.”diyor. Şaşkın bakışlara, çaresiz görevli bir daha sesleniyor “Yönetim yasakladı, türbanlılar giremez!” Tartışmalar, ricalar, “ama sınavım ne olacak” yakarmaları. Kapıda çoğalan örtülüler. Onlara acıyarak bakan diğer öğrenciler birer ikişer giriyor. Yeni gelen her örtülü, bekleyen gruba dâhil ediliyor. Onların derdini anlayan birkaç açık kız öğrenciyle, bazı erkekler de yanlarına geliyor. Grup kalabalıklaşıyor.
Kapı ve güvenlik görevlileri “ Giremezsiniz!” emrinin mazeretini hazırlamışlar. “Biz emir kuluyuz.” Amirin (Allah’ın) memurları amir (hüküm koyucu) olunca emir kulları da mazeret üretiyor. “TÜRBANLILAR GİREMEZ” diye. Laikliğe aykırı. 1,2,3,4… derken günlerce devam eder bu manzara. Direnişe dönüşür. Diğerlerinin kimi destek olur kimi köstek.
Direnişi kırmak için “ikna odalarından, coplara kadar” her yol denenir. Teferruatların engellendiği zaman onların asıl olduğu cihad unutularak, “baş örtmek füruattandır” yaklaşımlarıyla örtü direnişi zayıflatılır.
Onlar, lastik yakmadan, molotof kokteylle yakmadan, dövizlerin tahtalarını sopa olarak kullanmadan, taş atmadan, kaldırım taşlarını sökmeden “ OKUMAK İSTİYORUZ” dediler, direndiler. Direnişe içerden (hocafendiler, aileler, akademisyenler, siyasetçiler) dışarıdan “topyekûn savaş” diyen devlet ve onun medyası darbeler vurdular.
Üniversiteli kızımızın sembolleri olan direnişçi kızlar. Dışardan ve içerden baskılara direnemeyerek kampüsün önünde “başörtüsünü” yolarak açan, kendinden geçerek sinir krizleri geçiren o kızımızı unutmak mümkün mü? “Birincilik ödülünü başörtülü olduğum için vermiyorlar” diye sahnede haykıran ve ağzı kapatılan kızımızı unutur muyuz? Hocafendiler, aileler, akademisyenler, siyasetçiler, darbeci basın, psikologlar, feministler ne çabuk unuttunuz o yavruları.
Kızlarını desteklemek için günlerce onlarla kampüs kapılarında bekleşen anneler unutulur mu? İlköğretim öğrencisinin ödülünü vermeyerek onu ağlatan askeri ve mülki amirler unutulur mu?
BEDEL ÖDEYENLER, ÖDEMEYENLER; SİZİN MÜCADELENİZ, SİZİN ÂHINIZ (MAZLUMLARIN ÂHI) KAZANIMLARIN EN BÜYÜK SEBEBİDİR. Allah sizden her iki cihanda da razı olsun.
Bitti mi, bitmedi. İnanç uğruna, her türlü direnişe ve protestoya devam. Din Allah’ın oluncaya, fitne yeryüzünden kalkıncaya kadar.
İbrahim ÇİFTÇİ
Zorluklara göğüs geren Müslümanların inançlarını kaybetmemesi için her kasiste kendilerini görmeleri dileğiyle…
KASİS
Talip Safa KEMİKLİ kardeşime…
Yerde bir şey gözükür, gâyet salaştır ve pis
Gözlerinden yaşı taşmış, ağlayan bir kasis.
Her ezilmende çok artar bir diğer silkiniş
Şâhidindir, duyulur her câmiden bir akis.
Sonra hasmın belirir; Kasketli İsmet gibi.
Yaklaşır kapkara egzoz, bastırır kirli is.
“Bir ziyâdır gece.” derken, an karanlıklaşır;
Nûru çarpıp geceden, iblisleşir sinsi sis.
Çok araç yaklaşır ancak fark edenler durur.
Halden anlar sanılır. Çarpar yürekten bu his.
Her tekerlekle basar, zevkten kudurmuş gibi
Çık git artık be araç! Çıksın şu tenden nefis!
Ten ölümler görecek, ruhlar mizan kantarı;
Bol sebat göstererek her dem bulursun enis.
Bilfiil meyve veren her bir ağaç taşlanır,
Bak kasis! Gör hele bir, onlarda mıymış yeis?
Şol günahkârlara yan! Hepten açık eşlere
Dur diyen köhne kasis, varsın da olsun reis.
Bastırılmış, erimiş… Heyhat, mümin koş ona!
Kalpte aşkın büyüsün. Tekrar açılsın bahis!
fâ i lâ tün / fe i lâ tün / fâ i lâ tün / fe ûl
NESBEL
ziyâ: Işık
sebât: Kararından, yolundan caymama
enis: Arkadaş
yeis: Ümitsizlik
Şair Nesbel’in aruz ölçüsüyle yaptığı, daha çok divan nazım şekli murabbayı andıran bir şiiri sizlerle paylaşıyor yeni çalışmalar bekliyoruz. (İ.Çiftçi)