O Günden Sakının!

“Allah’a döndürüleceğiniz günden korkunuz ki, o gün herkese kazancı tamamıyla ödenecek ve hiç kimse haksızlığa uğramayacaktır.” (Bakara, 281)
Abdullah b. Abbas radiyallahu anh “Bu ayet Kur’an-ı Kerim’in son nazil olan ayetidir.” demiştir. Nüzulüne “Oku” ayeti ile başlayan Kur’an-ı Kerim; Fatiha suresinde “sırat-ı müstakim” Bakara suresinde ise; iman, inkâr, nifak ve hayırlı bir ümmet olmak için koşuşturmakla devam eder. Bu eşsiz sure her şeyimizi, bugünümüzü, dünümüzü ve geleceğimizi en veciz bir şekilde 281. ayetinde “Allah’a döndürüleceğiniz günden korkunuz ki, o gün herkese kazancı tamamıyla ödenecek ve hiç kimse haksızlığa uğramayacaktır.” diye özetler.
Faizle ilgili olarak inen ayetlerin bazılarının da vahyin son ayetleri arasında bulunduğunu dikkate alırsak ayetin, faizle ilgili ayetlerle alakalı olduğu söyleyebiliriz. Konuya buradan özel olarak bakarsak “O günden sakının.” ikaz-ı ilahisi özellikle faizli muameleleri bırakmayarak iman ettiği Rabbine savaş açmışçasına isyan eden aciz kullara son bir merhamet çağrısıdır. Sakınılan bir şey daima hatırda tutulur. Sakınılmayan şey ise unutulur. Oysa hesap gününün daima akılda tutulup ondan sakınılması insanda otokontrolü sağlar, kişi nefsini muhasebede ve murakabede hisseder. Bu dünyada sömürülen güçsüzlerin hakkının alınacağı o mahşer günü gerçekten sakınılması ve hatırdan çıkarılmaması gereken bir gündür.
Her işin varacağı yer, her hesabın, her kitabın açılıp okunacağı yer Allah’ın huzurudur. Orada yalnız dünya içini dökmeyecek. Orada insanın içi de açılacak ve insanın kitabı da okunacaktır. Kur’an-ı Kerim’den Efendimize ilk gönderilen ayetler “Oku, seni yaratan Rabbinin adıyla oku…” diye başlar. Dünya hayatına ilk adımlarını atan insanoğlu ilk anlarından itibaren bir kayıt cihazı gibi öğrenmeye ve merak etmeye başlar. Kendini ve etrafını okur. İleriki günleri için ilkeler belirler.
Kişiliğinin gelişmesinde çevre çok önemlidir. Birey için çevreyi hemen kendisinden sonraki şahıslar, olaylar ve diğer etkenler olarak ele aldığımızda dış etkenlerin ilkinin ailesi olduğunu görürüz. “Kim zerre kadar iyilik yaparsa onun karşılığını görecek ve kim de zerre kadar kötülük yaparsa cezasını görecektir.” (Zilzal, 7-8) ayetine göre her iyilik yapan da her kötülük yapan da karşılığını görecektir. Ancak kişiyi bu iyiliğe ya da kötülüğe alıştıranlar da aynı oranda sevap ve günaha ortak olacak ve bu hal o kişilerin de kazançları olacaktır.
Belirli bir olgunluğa erişip olayları değerlendirme ve okuduklarından bir hâsıla, bir öz çıkarabilecek ilk rüştüne eriştiğinde Rahman olan rabbimiz “Ona beyanı öğretti.” Bu büyük bir ihsandır. İnsanı insan yapan hayvandan ayıran en önemli kabiliyettir. Tabi ki insanca, mü’mince kullanabilenlere… Beyan kabiliyetini kullanabilmekle insana kapılar açılır.
Kendini, vicdan ve gönlünde meydana gelen duygu ve anlayışlarını, başkalarına açık ve güzel bir şekilde ifade etmek, maksadını anlatmak ve anlamakta en önemli vasıta olan konuşma ve dil nimetini ihsan eder. İlmin elde edilme, Kur’an öğretimi nimeti gibi saymakla bitiremeyeceğimiz, denizlerin mürekkep olarak ağaçların kalem olarak yetmeyeceği nimetlere dil ve dile gelen beyan ile kavuşuruz. Hz. Âdem yaratıldıktan sonra kendisine eşyanın isimlerinin öğretilmesi sayesinde meleklerin bilemediklerini bildi, onların ulaşamadıklarına ulaştı. Peygamberlerin nübüvvete nail olmaları, Allah tarafından tebliğ yapabilmeleri, kitaplar getirmeleri, ümmetlerin onlardan istifade edebilmeleri hep beyan ilmi, dil nimeti sayesindedir.
Duyu organları, zihni, muhakemesi ve dili açılan bu mükemmel varlık artık etrafından okudukları, kendi öğrendikleri ve kısa hayatının tecrübelerinden kendisine bir ilke ve hayatını devam ettireceği bir yol haritası çizer. Bu yol onun sadece dünyadaki yolu değil aynı zamanda ahiretteki yolunu ve menzilini de belirler.
Bu yolculuk onlarca kaydın tutulduğu, bütün âlemin seyircisi olduğu bir sahne yolculuğudur. Karanlıklar içinde dahi kayıtlar en natürel haliyle tutulmaktadır. İnsanoğlu Nuh aleyhisselam’ın gemisi gibi Allah’ın adıyla hareket eden ve bu seyrü seferinde gemi kaptanı gibi seyir günlüğü tutulan hayat yolculuğundadır. Tutulan günlük kişinin duygu ve düşünce âlemine kaydedildiği gibi; kiramen kâtibin de dünya ve içindekileri kaydetmiştir; “O gün dünya, bütün haberlerini anlatır. Çünkü Rabbin ona vahyetmiştir.” (Zilzal, 4-5)
Yaşadığımız dünyada beyan hakkı kullanımı sadece insana verilmiş zannedilse de evren ve içindekiler Rabbül âleminin mülküdür. Onları yaratır, yaşatır, onlara emreder, onlara görevler verir, şahitler tutar… Tıpkı Nuh aleyhisselam’a isyan eden zalim kavmin kıssası gibi; “Allah tarafından denildi ki: ‘Ey yeryüzü suyunu yut! Ey gökyüzü sen de suyunu kes!’ Ve sular çekildi. Emir yerine gelmiş oldu. Gemi de Cudi dağı üzerine oturdu. O zalim kavme böylece dünyadan uzak olun denildi.” (Hud, 44)
Tıpkı ateşe atılan İbrahim aleyhisselam için ateşe “İbrahim’e soğuk ve güvenli ol” diye emrettiği gibi; tıpkı İsmail aleyhisselam’ı bıçağın kesmemesi gibi; Kızıldeniz’in yarılıp yol açılması gibi… Gün gelir; “Yeryüzü, Rabbinin nuruyla aydınlanır. Kitap açılır. Peygamberler ve şahitler getirilir. Ve onlara haksızlık yapılmadan, aralarında adaletle hüküm verilir. Herkese, yaptığının karşılığı tam verilir. Allah, onların yaptıklarını en iyi bilendir.” (Zümer, 69-70) ayeti tecelli eder.
Burada ne söylenebilecek tek bir söze ne de yükselebilecek tek bir sese ihtiyaç yoktur. Burası tabir yerindeyse mahkeme kararının kişinin yüzüne okunduğu sonuç bölümüdür.
Mü’min kula düşen; hakkı ve sabrı tavsiye etmek, İbrahim, İshak ve Yakup aleyhisselam’lar gibi olmak ve ölmektir.
“Bu dini İbrahim, kendi oğullarına vasiyet etti, Yakup da öyle yaptı: ‘Ey oğullarım! Muhakkak ki bu dini size Allah seçti, başka dinlerden uzak durun, yalnızca Müslüman olarak can verin!’ dedi.” (Bakara, 132)