Sermaye Liberalleşti Peki İnsan Özgürleşti mi? – ilkadim DergisiSermaye Liberalleşti Peki İnsan Özgürleşti mi? – ilkadim DergisiSermaye Liberalleşti Peki İnsan Özgürleşti mi? – ilkadim DergisiSermaye Liberalleşti Peki İnsan Özgürleşti mi? – ilkadim DergisiSermaye Liberalleşti Peki İnsan Özgürleşti mi? – ilkadim Dergisi

Sermaye Liberalleşti Peki İnsan Özgürleşti mi?

Sermaye Liberalleşti Peki İnsan Özgürleşti mi?

Liberalizm, bireysel
özgürlükleri ve hakları savunma iddiasındaki ideolojidir. Liberaller genellikle
seküler devlet, çoğulcu demokrasi, inanç özgürlüğü, serbest ticaret, basın
özgürlüğü ve özel mülkiyeti savunurlar.

Liberalizm, her ne kadar özgürlük temalı bir ideoloji olarak
siyaset literatüründe yer alsa da kelimenin Latince kökenlerine inildiğinde
aslında özgürlükten ziyade serbestleşme anlamı taşıdığı görülür. Özgürlük doğal
ve fıtri bir durum olmasına karşın serbestleşme başka bir güç tarafından
yakalanmış, ele geçirilmiş birinin o gücün elinden kurtuluşunu ifade eder.

Avrupa’nın
yozlaşmış Hıristiyanlık üzerinden kurduğu zalim düzen insanların yaratılıştan
gelen doğal haklarını gasp etti. İnsanın, insanla, devletle, toplumla ve
yaratıcısıyla olan ilişkilerini engelleyen kurumlar ve kurallar ağıyla zorba ve
baskıcı bir sistem kurdu. Kiliseler din ve vicdan hürriyetini, krallar siyasal
ve sosyal hakları, Feodalite, ekonomik ve ticari hakları gasp etmişti. İşte
liberalizm, Avrupa’daki bu ifrat derecesindeki baskıya bir tepki olarak doğdu.
Ancak bu ifrattan kurtulmaya çalışan insanoğlu, Kur’an ve Sünnet’in rehberliği
yerine nefsine tabi olup onun her türlü isteğini tatmin etme peşine düşünce bu
sefer liberalizmin tefrit ve bataklığına düşüverdi.

Aydınlanma Çağı
veya Rönesans gibi isimlerle anılan reform hareketlerinin İslam âleminde
yaşanmamasının en önemli sebeplerinden biri de aslında İslam dininin mülkiyet
hakkı, düşünce özgürlüğü, din ve vicdan hürriyeti gibi fıtri hakları Kur’an-ı
Kerim ile ilahi bir güvenceye almış olmasıydı. Hıristiyan Avrupa’nın
Galileo’nun dünyanın yuvarlak olduğunu ve güneşin etrafında döndüğünü iddia
ettiği için dinden çıkıp kafir olduğu iddiasıyla idam etmesinden yüzlerce yıl
öncesinde Müslüman bilim adamları güneş sisteminde kaç gezegen olduğunu, dünya
ile diğer gezegenler arasında ne kadar mesafe olduğunu hesaplamıştı.

Siyasi Etimolojide
Kullanımı

Liberalizm,
ilk zamanlar İngiltere kaynaklı, ulusal olmayan politikaları ifade etmek
amacıyla kötüleyici ve suçlayıcı bir anlamda kullanılmıştır. İzleyen
yıllardaysa anayasal monarşi ile parlamenter yönetim ilkelerini savunan
milletvekilleri liberale olarak
isimlendirilmiştir. Bir başka görüşe göre ise, Adam Smith, Ulusların Zenginliği kitabında, liberal
ihracat ve ithalat sistemi
ifadesiyle bu kavramını ilk kullanan yazar
olmuştur. Kavram, zamanla düşünce özgürlüğünü, ifade özgürlüğünü, basın
özgürlüğünü ve serbest ticareti savunanları tanımlayan etiket durumuna
dönüşmüştür.

Liberalizmin
Siyasal Bir Sistem Haline Gelişi

Liberalizm, ilk
defa felsefi olarak M.Ö. 400’lü
yıllarda Sokrates’in öğrencisi Aristippos
tarafından Kirene Okulu’nun, bir öğretisi olan Hazcılık veya Hedonizm
adıyla siyaset literatürüne dahil edilmiştir. Aristippos’a göre insan
davranışlarının nihai nedeni, mutlu olmak ve haz almak isteğidir. Epikuros da
hazcılığı devam ettiren filozoflardandır. M.Ö. 306’da doğan Epikuros, ölümden
sonra bir hayat olmadığını ve dolayısıyla insanın bu dünyada mutlu olması
gerektiğini ileri sürer. Ne var ki Epikuros, bedensel hazza karşı tinsel hazzı
yeğler. Onun için en büyük haz, ruh dinginliğidir. Buna da bedensel zevkler
peşinde koşmakla değil, bilgelikle varılır. Yine İlk Çağ Yunan Siyasi ve
İktisadi düşüncesinde sofistlerden; Protagoras, Gorgias, Antiphon, Kallikles,
Tharsymachos da liberal düşüncenin izlerine rastlanır.

Kur’an-ı
Kerim’de Allah azze ve celle: “Kadınlara,
oğullara, kantar kantar altın ve gümüşe, nişanlı atlar ve develere, ekinlere
karşı aşırı sevgi beslemek insanlara güzel gösterilmiştir. Bunlar dünya
hayatının nimetleridir, oysa gidilecek yerin güzeli Allah katındadır.”
(Âl-i
İmran, 14) buyurmaktadır. İşte liberalizm, insan fıtratındaki bu meyli iyi
analiz etmiş ve sistematik bir cazibe suiistimaliyle insanları fevc fevc kendi
köleliğine çekmektedir.

Liberalizm
her ne kadar siyaset felsefesine ilk çağlarda girmiş olsa da siyasal bir sistem
alternatifi olabilecek olgunluğa erişmesi için Orta Çağı beklemesi gerekti.
Ortaçağ’da başlayan coğrafi keşifler ve akabinde sömürgelerden Avrupa’ya
getirilen altın ve gümüş Avrupa’daki kilise, krallıklar ve feodal beylerden
oluşan güç zincirine sermaye sahiplerinden oluşan yeni bir halka ekledi. Yeni
ortaya çıkan bu sermaye grubu, yönetimde söz sahibi olmak için kurulu düzene karşı
bir mücadeleye başladı. Bu mücadelenin sonunda Avrupa’da gerçekleşen siyasal,
sosyal ve dini dönüşümler tarih sahnesinde Rönesans
adıyla yer aldı.

Rönesans Hareketi

Rönesans
ile birlikte bireycilik anlayışına dayanan yeni bir insan felsefesi doğmaya
başlamıştır. Bu felsefeye göre, her bir birey kendisi için yaşamı neyin değerli
kıldığına ancak kendisi karar verebilirdi. İnsan, cemaat, aile veya toplumsal
tabakaların dışında toplumdan ayrı bir varlık olarak kabul edilmeye
başlanmıştır. İnsan aklı, sürekli ileriye doğru gelişen tek yol gösterici kabul
edilmiş, aklın kabul etmediği her şey reddedilerek akla uygun “rasyonel” bir
düzen kurmanın arayışları başlamıştır. Özgürlük, eşitlik ve kardeşlik
kavramları da bu arayışların tarihsel sloganları olmuştur.

Hıristiyanlık
âleminde dini liberalizm Saint
Thomas d’Aquino’nun, Saint Paulus’un Bütün iktidar Tanrı’dan gelir.” sözüne
karşılık, bütün iktidar Tanrı’dan gelir, fakat halkın aracılığıyla kullanılır.”
görüşünü savunmasıyla başlamıştır. İlk kez iktidarın, birey lehine
sınırlandırılması ve bireysel özgürlüğün korunması yönünde fikirler ortaya atan
Aquino, bu anlamda Anayasacılık anlayışının ilk savunucularından birisi kabul
edilebilir.

17.
yüzyılda John Locke, gelenek ve
otoritenin her çeşidinden kurtulmak gerektiğini, insan hayatına ancak aklın
kılavuzluk edebileceğini ileri sürdü. Locke, her insanın yaşam, özgürlük ve
mülkiyet haklarına sahip olduğunu ve sosyal sözleşmeye göre de hükümetlerin bu
hakları ihlal etmemesi gerektiğini savundu. Kalıtsal ayrıcalık, mutlak monarşi
ve kralların ilahi haklarına, devlet dini anlayışına karşı çıktı. Bu
düşünceleriyle Locke, mutlakıyet yönetimlerini ilk sarsan kişi olarak tarihe
geçmiştir. Liberal felsefe bu manada, krallıkları ortadan kaldırmak için
mücadele eden devrimcilerin başlattıkları silahlı mücadelenin siyasi ve
toplumsal meşruiyetini sağlamada hayati bir rol oynadı.

Amerikan Devrimi

Liberalizm,
ilk aşamada Avrupa’daki yerleşik siyasi, sosyal, dini ve ekonomik yapıyı değiştirmeye
muvaffak olamadı. Ancak, Avrupa’daki mevcut statükodan kaçarak Amerika’ya göç
eden, maceracı beyaz adam hiçbir dini siyasi ve ekonomik otoritenin bulunmadığı
Amerika kıtasında liberalizmi hâkim kılmayı başardı.

19
Nisan 1775’te başlayan Amerikan bağımsızlık savaşı, 4 Temmuz 1776’da Thomas
Jefferson, John Adams, Benjamin Franklin, Robert R. Livingston ve Roger Sherman
tarafından düzenlenen “Bağımsızlık
Bildirgesi”
ile zafere ulaşmıştır. Bu bildirge, liberalizmin ilk ve en
önemli siyasal belgesi olarak tarihe geçmiştir. Siyasal liberalizm ikinci
önemli zaferini Fransız Devrimi ile Avrupa’da kazanarak dünya çapında bir
iddianın sahibi haline gelmiştir. Kanlı Fransız Devrimi’nin sonucunda “İnsan ve Yurttaşlık Hakları Bildirisi” Ulusal
Meclis tarafından 26 Ağustos 1789’da kabul edildi. Bildiriyle insan haklarının evrensel
ve doğal haklar olduğu, insanın sırf insan olduğu için kutsal ve dokunulmaz
olduğu teyit edilmiştir. Bildiri, Katolik kilise örgütünün insanların
vicdanları üzerinde kurduğu tekeli yıkmayı, din ve inanç özgürlüğünü taahhüt
ediyordu.

Amerikan
Devrimi ile başlayan ve Fransız Devrimi ile devam eden süreçte Liberalizm 18.
yüzyılda Kuzey Amerika ve Avrupa’da devlet haline gelerek siyasi ve iktisadi olarak
bir otorite olmayı başardı. Ancak 19. yüzyılın sonunda yoksulluk, işsizlik ve
modern sanayi kentleri içinde göreli yoksunluk gibi sebepler klasik liberal
fikirlere eğilimleri değiştirdi. 1929 yılında başlayan Büyük Bunalım liberal ekonomiye yönelik desteğin azalmasını
hızlandırdı.

Liberalizmin Özgürlük
ve Hoşgörü Anlayışı

Liberalizmin
özgürlük anlayışı sadece Katolik kilisesinin kurallarına değil aynı zamanda
İslam’ın da toplumsal temellerine karşı çıkmaktadır. Kur’an-ı Kerim’de Allah
azze ve celle: “Hevasını ilah edinen
kişiyi gördün mü? Yoksa sen mi ona vekil olacaksın?”
(Furkan, 43) buyurmaktadır.
İslam’ın özgürlükten kastı insanın nefsinin esaretinden ve yeryüzündeki
tağutların tasallutundan kurtularak Allah’ın yeryüzündeki halifesi olma
makamına yükselmesidir. Oysa liberalizm insanın sadece bedensel ihtiyaçlarının
tatminini asıl hedef olarak gördüğü için, insanı nefsinin, şeytanın ve
sermayenin esiri haline getirmektedir.

Green’e
göre, özgürlük, zevk almaya değer şeyleri yapabilmek veya zevk almak hususunda
güç ve yeterlilik sahibi olabilmektir. Dolayısıyla, insanın gerçekten özgür
olabilmesi için, yalnızca hukuksal güvence yeterli değildir. Aynı zamanda fiili
olanaklardan, toplumun ürettiği mal ve hizmetlerden pay almalı ve ekonomik gücünü
ortak refaha katkıda bulunacak şekilde artırmalıdır. Örneğin seyahat
özgürlüğüne gerçek anlamda sahip olabilmesi için onun seyahat etmek istemesi
halinde engellenmemesi yetmeyip, bilet alabilecek maddi imkânlara da sahip
olması gerekir. Görüldüğü gibi liberalizm, aslında insanı bir üretici ve tüketici
olarak ekonomik sistemin bir nesnesi haline getirmektedir.

Liberal Hoşgörü

Liberalizm,
toplumsal ve siyasi tasarımı açısından çoğulcu
ve tarafsızlık yanlısı
bir teoridir. Bireysel özgürlüğün kısıtlanmasını her
halükarda reddetmektir. İnsanların, davranış ya da eylemlerine topluma zarar
verse bile müdahale edilmemesi gerektiği inancındadır. Charles Larmore’a göre, liberalizm,
birlikte yaşamanın zora başvurmayan bir yolunun bulunabileceğine ilişkin umudu
simgeler. Bir ülkenin geliştiğini gösteren en önemli unsur; farklı kültürlerin
ve farklı düşüncedeki toplumların bir arada rahatça yaşayabilmesidir.

Bu
ilke de, İslam’ın emr-i bil maruf nehy-i anil münker anlayışını ve El-Melik
olan Allah’ın yeryüzündeki hakimiyetini ortadan kaldırmak amacındadır. Bir fiil
toplumda çoğunluk tarafından kabul görüp talep ediliyorsa ve ekonomik olarak da
bir değer üretiyorsa İslam’ın yasak ve haramları kapsamında bile olsa,
liberalizm o fiili özgürlükler kapsamında güvenceye almaktadır. Örneğin, alkol,
uyuşturucu madde kullanımı, cinsel sapkınlıklar, çıplaklık ve fuhşiyat toplumu
yok eden hastalıklar olmasına rağmen liberalizm bunları bireysel ve iktisadi
özgürlükler kapsamında değerlendirdiği için engelleyici müdahaleyi
yasaklamaktadır.

Ekonomik Liberalizm

Liberalizmin
bel kemiğini ekonomik gücü oluşturmaktadır. Adam Smith, insanları; kişisel
menfaat hırsıyla hareket eden, bencil ve açgözlü varlıklar olarak tanımlıyordu.
Adam Smith, felsefi olarak dini ekonominin önünde bir engel olarak görmüştür. Smith,
ekonomiyi doğa kanunlarının varlığıyla açıklamaya çalışmıştır. 18. yüzyılda
yazdığı Ulusların Zenginliği isimli
kitabı liberal ekonomik felsefenin, özerk ve sistematik bir disiplin halinde
tüm dünyada kabul görmesini sağlayan eserdi. Ulusların Zenginliği, serbest piyasanın görünmez bir el tarafından dengelendiği
görüşünü savunmuş, sanayinin gelişimini engelleyen devlet kısıtlamalarını, gümrük
vergilerini reddetmiştir. Her şeyin oluruna bırakılmasını savunan bu “laissez-faire”
teorisi, ileriki yıllarda, özellikle 19. yüzyılda, tüm dünyada hükümetlerin
koyduğu kanunları etkilemiştir. 20. yüzyılda da Dünya Ticaret örgütü, Dünya
Bankası, IMF gibi küresel ticareti ve finansı yönetecek uluslar arası ağların
temellerini atmıştır.

Liberal Demokrasi

Halkın
referandum, toplanma ve örgütlenme özgürlüğü, ifade özgürlüğü, sivil toplum
örgütleri, medya ve işçi ve işveren kuruluşları gibi kurum ve kuruluşlar aracılığıyla
kamuoyu oluşturarak, yönetime doğrudan katıldığı bir model öngörmektedir.

Açık toplum aslında
liberalizmin Truva atı olarak, liberal sisteme direnebilecek toplum ve devletleri
içerden ele geçirmek amacıyla hazırlanan tuzağı tarif eden bir kavramdır. İlk
defa Henry Bergson tarafından oluşturulan bu fikir, devletin ve politik
sistemlerin şeffaf ve esnek davranması gerektiğini söyler ve hiçbir sırrın halktan
gizlenemeyeceği iddiasındadır. Karl Popper’in iki ciltlik “Açık Toplum ve Düşmanları”ndaki tanımına göre açık toplum,
siyasilerin kan dökülmeden devrilebileceği, bir toplum yapısıdır. Popperci açık
toplum modelinde kimsenin mükemmel devlet hakkında bilgisi olmadığına göre, kamu
politikaları adına yapılacak en iyi şey, yürüttüğü politikayı değiştirmeye
hazır bir devlet yapısıdır. Açık bir toplum aynı zamanda çoğulcu ve kozmopolit
olmalıdır ki, eldeki problemlere en fazla bakış açısıyla bakılabilsin. Tarihinin
belirsiz ve akışkan olduğunu ileri süren Popper; Platon, Hegel ve Marx gibi
tarihsel gelişimin bilinebilir olduğunu ileri süren düşünürlere karşı çıkarak
toplumların geçmişten gelen tecrübe hafızasını reddeder.

Liberalizmin İslam
Dünyasına Etkileri

Liberalizmin
insanlara vaat ettiği özgürlükler Kur’an’daki ilahi kurallar ile garanti
alındığı için Müslüman âlemi bu ideolojiye pek itibar göstermedi. Bu yüzden
İslam dünyasında 20. yüzyıla kadar liberalizmin etkilerine pek rastlamıyoruz.
Ancak liberalizmin yayılmasının önündeki en büyük engel olan Osmanlı Devleti’nin
19. yüzyıldan itibaren siyasi ve askeri gücünü kaybedip 20. yüzyıl başlarında
yıkılmasıyla birlikte liberal fikirler İslam coğrafyasında da yayılmaya
başladı.

SONUÇ OLARAK

Liberalizm
ve onun uzantısı olan beşeri sistemlerin dünyayı ve insanlığı ne hale
getirdiğini zamanımızın Nobel ödüllü iktisatçısı Joseph Stiglitz “Eşitsizliğin Bedeli” adlı eserinde
gayet güzel özetlemiş;

ü  Her yıl 20 milyon
çocuk açlıktan ölürken, dünyada 1,4 milyar aç insan varken, 600 milyon obez bir
koşu bandının üstünde fazla yağlarını eritmek için ter döküyor.

ü  Starbucks için
kahve üreten bir çiftçinin oradan bir bardak kahve satın alabilmesi için 3 gün
çalışması gerekiyor.

ü  Uzak Doğu’da 6-12
yaş arası kızlar 200 dolar gibi komik paralarla seks kölesi olarak
satılıyorlar.

ü  Tayland’da Disney
fabrikası için çalışan bir çocuğun Disneyland’a girecek parayı çıkarması için
55 gün çalışması gerek.

ü  Afrika kıtası
dünyanın altın rezervlerinin %90’ını elinde bulundurmasına ve her sene 8,5
milyar dolar değerinde pırlanta çıkarılmasına rağmen, Afrika kıtasında açlıktan
binlerce insan ölüyor.

ü  Dünya nüfusunun
%50’si dünya nimetlerinin %1’ine sahipken, dünya nüfusunun %1’i bu nimetlerin %
50’sine sahip.

ü 
Siz
hangi Tanrı’dan bahsediyorsunuz? Zavallı tüketim bağımlıları, artık farkına
varın, taptığınız tek tanrı benim.

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.