Mü’min İdrakin Gelecek Algısı

Yazacaklarımın, bütün hedefi dünya olan, dünyanın ötesinde bir ufka sahip olmayan, varılabilecek son limanın dünya olduğunu vehmeden batıl anlayışı, seküler mantık sahiplerini çıldırtacağını biliyorum. Fakat Âlemlerin Rabbi olan Allah’ın, ancak hakikatleri bütün çıplaklığıyla ortaya koyarsak bizden razı olacağını da çok iyi biliyorum. Dolayısıyla yapmamız gereken beşeri memnun etmek değil, Rabbimizin murat ettiğini yerine getirmektir.
Öncelikle bilmemiz gereken dev bir hakikat var; biz bu dünyada yüzde yüzlük bir imtihan için varız, dünyayı günleri heba edilebilecek bir yer olarak görmüyoruz, Basir ve Habir olan ALLAH’IN bizi her an izlediğine kaniyiz ve yaşadığımız hayatlardan saniye saniye hesap vereceğimize iman ediyoruz. Bu imanlarımızın bir sonucu olarak da biz, dünyayı ve içindekileri ulaşılabilecek son nokta, varılacak son hedef olarak göremeyiz. Eğer böyle yaparsak yani dünyayı vazgeçilmez görüp, ufkumuzu dünya ile daraltırsak kendimize yazık etmiş oluruz, ucuza gitmiş oluruz. Çünkü dünya, nihayetinde bir adım sonramızın belli olmadığı, her an toprağın altına aday olduğumuz bir yerdir. Onun için biz, Rabbimizin “Sonunda çer çöp yapacağız.” (Kehf, 8) dediği bir dünyayı putlaştıramayız, kendimizi onun ellerine teslim edemeyiz, elde edilmesi uğruna bir ömür çürütemeyiz. İşte tam bu noktada yani dünyaya olan mesafemiz ve ahirete biçtiğimiz değer açısından gelecek anlayışımızı sorgulamak ve gündeme getirmek istiyoruz.
Ne dersiniz; Rabbimizin kitabındaki gelecek gündemiyle, yarın vurgusuyla bizim literatürümüzdeki gelecek ve yarın kavramları örtüşüyor mu? Yoksa kitabımız Kur’an, bizi, gelecek sadedinde arşın altına, ADN cennetlerine götürdüğü halde biz, bayağı bir istasyon olan dünyaya mı razıyız? Yoksa Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in “Rabbim şu dünyayı varabileceğim son hedef kılma!” duasını rafa kaldırıp sonunda harap olacağımız bir sürece mi kendimizi sürüklüyoruz? Veya kendimizce yaptığımız te’villerle, verdiğimiz fetvalarla dünyayı bir adım öne alıp ahireti geri mi bırakıyoruz? Kıyamet suresinin 20 ve 21. ayetleri bakın ne söylüyor “Hayır hayır, siz hemen olanı (dünyayı) seviyor ve önceliyorsunuz. Ahireti ise erteliyorsunuz!”
Gelmek istediğimiz nokta şudur; mü’minler olarak bizim sözlüğümüzdeki gelecek/yarın maddesinin karşısında neler yazıyor? Hesap günü, cennet, cehennem, sırat, adn, firdevs mi gelecek maddemizin karşısındaki kelimeler, yoksa esasen içselleştirmememiz gereken dünyevi kavramlar mı? Eğer kaliteli bir kulluğun sahibi olmak istiyorsak bu muhasebeyle yol almalıyız, kalbimizde neyin ne kadar yer işgal ettiğine dikkat etmeliyiz, dünyanın hatırına gerçek yarınımıza kıymamalıyız.
Dedik ya bizim gelecekten anladığımızla kitabımız Kur’an’ın vurgusu örtüşüyor mu diye. Bunu Rabbimizin kitabından, Ankebut suresinden ve Şuayb aleyhisselam üzeriden muhteşem bir hitab ile örneklendirmek istiyoruz. Rabbimiz buyuruyor ki; “Medyen’e de kardeşleri Şuayb’ı gönderdik. Onlara dedi ki; ey kavmim Allah’a kulluk edin, AHİRET GÜNÜNE UMUT BAĞLAYIN ve yeryüzünde fesat çıkarmayın!” (Ankebut, 36) Peygamberlerin görevi, gönderildikleri halklara yön vermektir, onları yarınki felaketlere karşı uyarmaktır, kavimlerini cennet yollarına kılavuzlamaktır. Şuayb aleyhisselam da bunun kavgasındaydı… Kavmine göstermiş olduğu şefkatin bir göstergesi olarak onlara “AHİRET GÜNÜNE UMUT BAĞLAYIN!” hitabında bulunuyordu…
Yani o güne endeksli bir hayat yaşayın, mizanı görebilecek kadar hassas gözleriniz olsun, kalpleriniz elde edeceğiniz dünyalıklarla değil o günün dehşetiyle hareketlensin, ürpersin ve titresin. Geçici ve sahte gündemlerden sıyrılıp o günün gündemini oluşturun, o günü merkeze alın, o büyük günün yörüngesinde bir hayat yaşayın! Şuayb aleyhisselam’ın kavmine yaptığı bu çağrıya kulak vermeye bugün ne kadar muhtacız değil mi? O güne umut bağlamak yerine dünyaya çakılı kalmamızın bize çok ağır bir fatura getireceğinin farkında mıyız? Hâlbuki biz, cennet deyince heyecanlanan, cehennem deyince ürperen bir kalbin sahibi olmalıydık, büyük güne doğru yürüyenler olarak küçük işlerin peşinde ömür çürütmemeliydik, Rabbimizin YEVMEN SEKİLE (AĞIR GÜN) dediği bir günün azametine uygun hayatlarımız olmalıydı, o güne doğru yürüyor olduğumuz gerçeği bizi devamlı olarak teyakkuzda tutmalıydı, tembelliklerimizin ve boşvermişliklerimizin önüne geçmeliydi.
Ne dersiniz, o güne hakkıyla umut bağlayanlardan mıyız? Yoksa Şuayb aleyhisselam’ın kavmine yaptığı bu hitap bizim hayatlarımızda havada mı kalıyor? Yoksa asıl gündemimizi unutup tali gündemlerin kurbanı mı oluyoruz? Muhasebe sorularını artırmak mümkün, fakat çok konuşmanın da kifayeti yok ne yazık ki… Sözlerimizi Rabbimizin kitabıyla noktalamak istiyoruz. “Şu dünya hayatı oyun ve eğlenceden başka bir şey değildir. Fakat AHİRET HAYATI var ya, işte GERÇEK HAYAT odur. Keşke bilselerdi…” (Ankebut, 64)
Evet, bizim için yarın AHİRETTİR, MİZANDIR, HESAP GÜNÜDÜR… Gelecek adına bunların dışındaki kavramlar dünyanın dar ufuklarına sıkışmaya mahkûmdur. Öyleyse o günü gündeme alacağız, o günün azametine yakışır bir profil ortaya koyacağız, nihayetinde o günün adamları olduğumuz gözlerimizden okunacak ve inşaallah o günün endişesiyle bir hayat yaşadığımız için ebedi cennetlerde sefa süreceğiz…
Sözlerimizin sonu “Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamdolsun!”