Zengin Et, Zengin Ol!

Rabbimiz bizleri dünyaya gönderirken belli bir ömür tayin ettiği gibi her birimizin rızkını da tayin etmiştir. İnsanoğlu doğar, büyür, yaşlanır ve ölür. Bu hayatında sürekli kendisini yaşatan, doyuran ve mal veren Allah-u Teâlâ, insanın her türlü ihtiyacını lütfeder. Sünnetullah’a göre canlılar talep etmeseler bile Rabbimiz onlara ikram etmeye devam eder. Bu ikramın miktarı ise her bir canlıda farklılık gösterir. İmtihan-ı İlahi gereği Allah-u Teâlâ birilerine rızkı bol verirken birilerine ise daraltabilir. ‘Allah, kullarından dilediğine rızkı bol verir, dilediğinin rızkını da daraltır. Şüphesiz Allah her şeyi hakkiyle bilir.’(Ankebut, 62)
İnsanın içinde yaşadığı toplumda hem bir yeri hem de bir sorumluluğu vardır. Allah’ın kendisine rızkı bolca verdiği insanlarla rızkı daraltılmış insanların aynı toplumlarda yaşamaları bize bir şeyler söylemektedir. Sanki şöyle der: ‘sana rızık verildi, böylece bir zenginliğe ulaştırıldın; öyleyse diğer insanları gör ve gözet, rızkı dar olan insanlara yardım etmek senin işindir, sana verilen bu rızkın gereği budur.’
İslam’ın ilk yıllarına baktığımızda bu dengenin Sahabeler arasında çok da güzel kurulduğunu görmekteyiz. Özellikle malını belli değerler uğruna harcamayı kendine borç bilenlerin olduğu bir toplumdu Ashab-ı Kiram.(r anhum) Elbette bu toplumda akla ilk gelen isim ise Ebubekir r anh’tır. Malını hiç tereddüt etmeden Allah yolunda harcayan Ebubekir r anh bu dengeyi gözeten sahabelerdendi. İslam’ı kabul etmesinden dolayı türlü işkenceye maruz kalan, o zaman köle olan Bilal-i Habeşi r anh’ın sahibi Ümeyye bin Halef’den bedelini ödeyerek alması ve daha sonra da azat etmesi bu dengenin en göze çarpan örneklerindendir. Malını ‘verdikçe biter’ değil de; ‘uğrunda harcadıkça Allah’ın bereketlendirdiği’ bir meta olarak gören Ebubekir r anh, zenginlik konusunda yapılan her türlü yarışı kazanmış ve bu birinciliği Hz. Ömer’in sözüyle tescillenmiş biridir. Ömer İbnü’l Hattab r anh anlatıyor:
“Bir gün Rasulullah bize, elimizde olanlardan tasadduk etmemizi emretti. Bu da yanımda mal bulunduğu bir güne rastladı. Kendi kendime dedim ki:
“Bari bugün Ebubekir’i geçeyim.” Ve elimde verilebilecek ne varsa yarısını tasadduk ettim. Rasul-i Ekrem aleyhisselam sordu:
– Evine ne bıraktın?
– Elimdekinin yarısını, dedim. Ebubekir’e:
– Sen evine ne bıraktın? diye sorunca Ebubekir:
– Allah’ı ve Rasulü’nü bıraktım, diye cevap verdi.
Ben de kendi kendime: “Bundan sonra hiç bir işte seninle yarışmam Ya Ebubekir” dedim. Sonra Nebîyy-i Ekrem bize dönüp:
– Aranızdaki fark, söylediklerinizin arasındaki fark kadardır” buyurdular.
Peygamberimiz aleyhisselam da Ebubekir r anh’ın zenginliğinin insanlara fayda sağlayan bir zenginlik olduğunu şöyle ifade eder:
“–Ebubekir’in malından istifade ettiğim kadar başka hiçbir kimsenin malından faydalanmadım…” ifadesi karşısında, gözyaşları içinde kalan Ebubekir r anh:
“–Ben ve malım, yalnızca Sen’in için değil miyiz, Ya Rasulallah?”(İbn-i Mâce, 11)
Sahabe içerisinde Allah’ın verdiği rızkı ve zenginliği başkalarına faydalandıran yalnızca Ebubekir r anh değildir elbet. Bize bu konuda cömertliğin ne demek olduğunu gösteren sahabelerden biri de Osman r anh’dır. Hz. Ebubekir’in halifeliği döneminde bir ara Medine-i Münevvere’de kıtlık zuhur eder. Tam da o sırada Hz. Osman’ın Şam’dan yüz deve yükü buğday kervanı gelmiştir. Kervanı görenler, buğday satın almak için koşarlar. Hatta bir dirhemlik buğday için yedi dirhem teklif ederler. Hz. Osman ise:
“−Hayır! Sizden daha fazla veren var, ona satacağım.” der. Ashab-ı Kiram, mahzun bir şekilde oradan ayrılıp halife Hz. Ebubekir’in yanına varırlar. Vaziyeti anlatıp Hz. Osman’ın bu tavrına üzüldüklerini bildirirler. Hz. Ebubekir ise, o fazilet ehli sahabenin bu davranışının altında muhakkak bir hikmet bulunduğunu sezerek:
“−Osman hakkında hemen kötü düşünmeyiniz. O, Rasulullah’ın damadı ve Me’vâ Cenneti’nde arkadaşıdır. Herhâlde siz onun sözünü yanlış anladınız.” der. Ardından beraberce Hz. Osman’a giderler. Hz. Ebubekir:
“−Ya Osman! Ashab-ı kiram senin bir sözüne üzülmüştür.” deyince Hz. Osman:
“−Evet, ey Rasulullah’ın halifesi! Onlar bire yedi veriyorlar. Hâlbuki onlardan daha hayırlı olan Cenab-ı Hak ise, bire yedi yüz veriyor. Biz buğdayı, bire yedi yüz vererek alana sattık.” buyurur. Sonra da yüz deve yükü buğdayı, Allah rızası için Medine fukarasına dağıtır. Kervandaki yüz deveyi de kurban eder. Buna çok sevinen Ebubekir, Hz. Osman’ı alnından öper ve:
“−Ashabın, senin sözündeki inceliği kavrayamadıklarını önceden sezmiştim…” buyurur. (Bkz. Hz. Osman Zinnûreyn, Ramazanoğlu Mahmud Sâmî, sf. 140.)
Bir zenginlik, rızık bolluğu böyle güzelliklere vesile olmuyorsa neye yarar ki? Cömertlik yarışında olmamak ne kazandırır ki? Malın insanlara fayda sağlamayanı çok olsa kime yeter ki? Yardım bekleyenlerin olduğu bir ortamda imkânı olup da meyli olmayanın zararını hangi mal kapatabilir ki?
Ey Genç Adam! Zarar etme, ver; azalmaz, bereketlenir. Ebubekir r anh ol, Osman r anh ol! Yüksel!