ZEKİ SOYAK HOCA’NIN ARDINDAN

İslam, inanmak ve yaşamak için indirilmiş bir dindir. İslam’a inanan ve onu yaşamak isteyenler öncelikle O’nu anlamak mecburiyetindedir. Elbette bu dinin en büyük dindarı ya da dindarları peygamberlerdir. Dolayısıyla iyi bir dindar olabilmek için peygamber ya da peygamberler en önemli örneklik oluştururlar. Nitekim Kur’an, “Ey iman edenler! Andolsun ki sizin için Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah’ı çok anan kimseler için Rasulullah en güzel örnektir.” (Ahzap 21) Buyurmakta.
Peygamberlerin en iyi dindar olmalarının en önemli özelliği ise kendilerine vahyolunan gerçeğe uymalarıdır. Onlar vahyin dışına çıkmazlar ve rablerinden aldıklarına harfiyen uyarlardı.
Peygamberlerin bir başka önemli özellikleri de onlar bulunmuş oldukları ya da gönderilmiş oldukları toplumların değer yargılarına değil kendilerini bağlayan temel ilkelere sadakat göstermeleridir. Bunu şöyle de özetleyebiliriz: Peygamberler başarıya değil ilkeli olmaya özen gösterirlerdi. Zira başarmak, ilkeli olmak anlamına gelmez. Nitekim Kur’an’ın zikrettiği peygamberlerin önemli bir kısmı geldikleri toplumda başarılı olamamışlardır. Ancak hepsi de ilkeli olmuşlardır. Başarmak insanlar için bir değer ölçüsü değil, ilkeli olmak bir değer ölçüsüdür.
Bütün bunları niçin anlatıyorum? Çünkü âlimler, peygamberlerin varisleridir ve Allah’tan da ancak hakkıyla peygamberler ve âlimler korkar. Biz müslümanların İslam adına bir şeyler ortaya koymuş olanları değerlendirmede en önemli kriterimiz peygamberlerdir. Mutlak model olan peygamberlerin davranış biçimleri (sünnetleri) bilinmeden din adına düşünce ve davranış ortaya koyan insanları değerlendiremeyiz. Dünden bugüne yaşamış olduğumuz toplumlarda nice kendini dine adamış ya da peygamberin yolundan gittiğini iddia eden kimseler gördük ve görmeye devam ediyoruz. Bunların içerisinde salihler olduğu gibi insanları Allah ile aldatmaya çalışanları da var ve yine Allah’a ortak koşarak iman edenleri de kendilerini ululama makamında görenler de var. Ve maalesef dinin bir hizmetkârı olmaları gerekirken dini kendilerine ve davranışlarına hizmet ettirmek isteyenler de var.
Cemaat, tarikat, vakıf, dernek, siyasî parti vs. adı altında faaliyet gösteren nice insanlar var ki, onların çoğu vahyi ve sünneti bilmedikleri ya da bilmek işlerine gelmediği için, içinde yaşadıkları toplumda insanlara Allah’ı hatırlatmak, peygamberi hatırlatmak, İslam’ı terennüm ettirmek gibi bir misyon yerine adeta bu saydıklarımı unutturmaya, onların yerine kendilerini ve arzularını yerleştirmeye çalıştıklarını gördük ve görmeye devam ediyoruz.
Evet, bütün bunları niçin anlatıyorum: Şunun için… Ebu Hanife Hz. der ki: “Bir adam adaleti tanısa fakat adaletin zıttı olan zulmü, haksızlığı bilmese o hem adaleti, hem de zulmü bilmiyor demektir. Ey kardeş bilmiş ol ki, bütün insanların en cahili ve en kötüsü böyleleridir.” (Ebu Hanife M. Ebu Zehra Sh. 287)
Anlattıklarımı şunun için anlatıyorum: 29 Mayıs 2005’te hakkın rahmetine kavuşan Zeki Soyak Hocamızı anlamak ve anlamlandırmak için… Elinizde bir kriteriniz olmazsa siz nasıl Zeki Hocayı anlatacaksınız? Bir yığın şaklabanın ortalığı istila ettiği günümüzde dine ait olanın da olmayanın da dinden addedildiği bir ortamda gerçek dindar ve din hizmetkârları ancak Peygamberi anlamakla ve anlatmakla anlarız.
Zeki Hocamıza Allah rahmet etsin. Elbette klasik dini bilmeyen “Şeyh uçmaz, müridi uçurur” ifadesinde olduğu gibi Zeki Hocamızı ululayacak, uçuracak ve hatta o mutlaka cennettedir diyecek değiliz. Nitekim yine İmam Ebu Hanife Hazretleri vefat eden bir zatın ardından yakın çevresinin “falanca zât cennettedir” sözlerinin üzerine der ki: “İnsanlar iki kısımdır. Bunlardan kâfir olanlar kesinlikle cehennemdedirler. Müslüman olanlar ise, bunlar da peygamberler, nebiler ve rasullerdirler ki bunlar da kesinlikle cennettedirler. Diğer müslümanlara gelince bunlar için ne cennettedir deriz, ne de cehennemdedir deriz. Ancak cennetlik olmalarını umut ederiz. Cehennemlik olmalarından korkarız” der ve bu cümleden olarak biz de Zeki Hocamızın cennetlik olmasını umut ediyor ve ona Allah’tan rahmet ve mağfiret diliyoruz.
Benim tanıdığım ve bilhassa 90’lı yıllardan itibaren tanıştığımız Zeki Soyak Hoca’nın gerçekten diğer klasik hocalardan farkı vardı. Onun en önemli özelliği bir dindar olarak akıl, kalp ve vahiy ittifakını kendi zihninde ve davranışlarında sağlayabilmiş olmasıdır. Bu saydıklarımdan herhangi birinin eksikliği zaten kişiyi dinden çıkarır ya da günahkâr kılar. Mesela aklı olan ve vahye de muhatap olan bir kişi kalp boyutunu ihmal ederse o zaman olsa olsa bir müsteşrik olur.
Yine Hazreti Peygamber sallallahu aleyhi ve sellemin önemli sünnetlerinden olan muhatabını insan olarak görmek, insanların akıllarını hem önem verme hem onlardan istifade etme gibi özellikleri Zeki Hoca dikkate alıyor ve uyguluyordu. Dini geleneksel tasavvuf anlayışında olduğu gibi, sadece iç dünyamızın tezyini için değil, bütün hayatımızı kuşatan yönlendiren bir esas olarak görüyordu. Eğer ukalalık olmazsa benim tanıdığım Zeki Hoca’da tasavvuf yemeğin içerisindeki tuz ve baharat gibiydi. Bir bakıma ayrım yapmadan dini bütünlük içerisinde kalbin tezyini için tasavvuf bir ihtiyaçtı. Ama o, 28 Şubat dönemi öncesinde de sonrasında da inandığı dini nasıl yaşayacağı ve nasıl yaşatılmasının hep sancısını çekti. Ve bu sancı iledir ki; o Nevşehir’i merkeze değil, merkezi hep Nevşehir’e taşıdı. Ya da taşrayı merkeze değil, merkezi taşraya taşıdı. Bununla da bir ilke imza attı. Ben şahsen, gerek 28 Şubat öncesi ve gerekse sonrası istişare toplantılarını bu şekilde değerlendiriyorum. Zaten o, toplantılarda iyi bir dindar olmak ve dini en iyi bir şekilde yaşamak ve yaşatmak için ne yapılması gerektiği konuları görüşülür ve konuşulurdu. Mesela onun farklı siyasi yaklaşımları vardı. O siyaseti, günün bir gerekliliği olarak görmekten çok, Al-i İmran 104. ayette buyrulduğu gibi “Sizden hayra çağıran, iyiliği emredip, kötülükten nehyeden bir topluluk oluşsun. İşte asıl kurtuluşa erenler bunlardır” ayetinin mucibince amel etmeye ve siyaseti de bu doğrultuda anlamaya ve anlatmaya çalışıyordu.
Enderûn vakfı ve bu vakfın kurucusu olan Zeki Soyak Hoca’nın duruşu bu minval üzereydi. Onu sevenlere düşen görev ise mirasına sahip çıkmak ve bu hayırlı hizmeti devam ettirmek olmalıdır. Değilse Zeki Hoca Allah’ın bir kulu idi. O görevini ve ömrünü tamamladı. Allah rahmet etsin. Ama hayat devam ediyor. Yaşayanların sorumluluğu devam ediyor. O sorumluluğunu idrak ederek yaşadı ve gitti. Allah bizlere de sorumluluğumuzu idrak etmek ve yaşamak nasip etsin.