Yitik Ümmet

İnsanlık tarihinin kadim geleneğinde, tarihin akışını belirleyen hep Hak-Batıl mücadelesi olmuştur. İki kutuplu bir dünyanın batıl kısmını; küfür milleti temsil ediyor. Hakkı ise İslam ümmeti taşıyor.
Ümmetin tanımına baktığımızda içi boş, kuru bir iddia olmanın ötesinde, evrensel boyutlarda bir sorumluluk, yaratılış amacına uygun bir yükümlülük olduğunu göreceğiz. Ümmet salt bir isimlendirmeden öte “Allah’ın adı” ile yola çıkan gayeli insanların ortak adıdır. Allah’ı birleyenlerin, birlikte yürüme becerisidir. Ümmet, bir ırkın, dilin, toprağın bir araya getirdiği insanlar yığını değil, imanın aynı potada topladığı toplum demektir.
Kitabî tarifler ümmeti böyle tanımlarken, pratikte İslam ümmetinin maruz kaldığı hazin tabloyu nasıl izah edeceğiz? Ümmet sınavımızın nice hüzünler, hicranlar, hasarlar içerdiği gözler önünde. Sömürülmüşlük, ezilmişlik, dağılmışlık, duyarsızlık, geri kalmışlık neyin nesidir? Bu ümmetin onuruna ve özgürlüğüne ne oldu? Tarihi misyonuna ve duruşuna niçin dönemiyor?
Ümmetin bu hali aslında bir sonuçtur… Bu sonuçla bizi karşı karşıya bırakan nedenlere bakmak lazım gelir. Ümmetin bu sefalet ve esareti hangi ihmallerin, hangi günahların sonucudur? Böylesi bir musibete düşer olmamızın arka planındaki sebeplerini öncelikle kendimize sormamız gerekmez mi? “Başınıza gelen her musibet kendi ellerinizle işlediklerinizden dolayıdır. …” (Şura, 30)
Ümmete Sirayet Eden Hastalık: Niza
Eller kirlendiyse o ümmetin kalitesi ve kuvveti gidiverir. Ümmete sirayet eden niza marazı değil midir, heybetimizi söndüren, devletimizi bitiren? “Allah’a ve Rasulü’ne itaat ediniz. Birbirinizle çekişmeyin. Sonra gevşersiniz. Gücünüz, devletiniz elden gider. Sabırlı olun. Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir.” (Enfal, 46)
Ümmetin enerjisi çekişmelerde heba olunca; erime ve çözülme kaçınılmaz oldu. Dünya metaı, müteal nimetlere öncelenince de ümmet mecrasından çıktı, süfli maceralara savruldu. Peygamber’in -sallallahu aleyhi ve sellem- dilinden bu gerçeği tüm netliği ile görebiliyoruz. Düşmanların karşısında çer-çöp misali ümmetin tükenmişliğinin sebebi olarak ‘vehen’e dikkat çekiyor. Vehen nedir? Dünyayı sevmemiz, ölümden korkmamız. (Ebu Davud)
İşte ümmetin belini kıran bela; dünyevileşmek… Bunun sonucu olarak da duyarsızlaşmak ve değersizleşmek… Acziyet, esaret, zillet, sefalet, çile, kahır bundan sonra başlıyor. Ve bunu kader bilme yanılgısı… İnilti, kan, işgal, sömürü yani her türlü vahşet ve vahametin kanıksanmasıdır.
Peki, bu olayı tetikleyen sebepler nelerdir? Tefrika, taassup, taklit, tahammülsüzlük, teferruata boğulmak ve taviz üstüne tavizler… Ayrıca usulcü, millici, milliyetçi, vatancı, mezhepçi, cemaatçi, hizipçi, bölgeci algılar… Mezheplerini dinleştirenler, yorumlarını mutlaklaştıranlar, zanlarını kesin doğru sananların savları ümmeti yaralıyor. Aşırı tekfirci, tedhişçi, tevilci, takiyyeci, tedbirci tutumlar ümmetin tutarlılık ve karanlılığına zarar veriyor. Öndersizlik, örneksizlik, ölçüsüzlük, örgütsüzlük ümmetin hızını kesiyor.
Sistematik Kuşatmanın Amacı Nedir?
Ufuksuzluk, umutsuzluk, uyumsuzluk, usulsüzlük, umursamazlıklar ümmetin ümitlerini söndürüyor. Ayrıca üretilmiş korkular, karamsarlıklar, kafa karışıklıkları, kasvetler ve kararsızlıklar zamanın aleyhte işlemesine neden oluyor. Doğrusu fikrî ihtilaflardan daha çok ahlakî zaaflar belimizi kırıyor, boynumuzu büküyor…
Bireyselleşme, bencilleşme, dünyevileşme başını aldı gidiyor. Entelektüel kısırlık, fikrî donukluk, siyasi kamplaşmalar, kişisel ve grupsal çıkarcılık doğan fırsatları tüketiyor. En önemlisi ulemanın acziyeti, ümmetin duyarsızlığı durumu içinden çıkılmaz bir hale dönüştürüyor. Bu kadar haset, husumet, nefret, gıybet, öfke… Bu ümmet nasıl iflah olur?
Ve de ümmete yönelik küresel şer güçlerin sürdürdüğü askerî, siyasi, ekonomik ve kültürel kuşatma kolumuzu, kanadımızı kırıyor. Bu sistematik kuşatmanın amacı nedir? Ümmeti hafızasızlaştırmak, iradesizleştirmek, itibarsızlaştırmak ve iktidarsızlaştırmak! İşte ümmete yönelik operasyonların arka planı…
Canlı Cenaze Sendromu
Evet, dünya istikbarının ümmeti imha planı; İslam’ı terörize etmek, olmadı karikatürize etmek, daha da olmadı atomize etmek! Yani ılımlaştırılan ya da marjinalize edilen bir İslami algısı… Ve ümmetin en ciddi açmazı, Malik b. Nebi’nin tespiti ile sömürülmeye hazır ruh hali. Ezilmişliği, geri kalmışlığı kader bilme yanılgısı… Özgüveni kaybetme psikozu… Canlı cenaze sendromu…
Ümmetin başına musallat olan işbirlikçi ihanet rejimleri ile hesaplaşma iradesini ortaya koymama acziyeti… Daha da beteri ümmetin bu parçalanmışlık ve perişanlığını normal görme çelişkisi…
Aliya İzzetbegoviç’in uyarısı ile diyoruz ki; “Herhangi bir sebep veya dürtüden dolayı şimdiki parçalanmışlığı savunan kimseler pratikte düşman tarafındadırlar.” Tüm olumsuzluklara rağmen, bu zorlu sınavı verebilmenin imkânlarına hala sahibiz. Ama öncelikle bir zihin inşası gerekiyor. Vahiyle netleşen bir idrak, vahiyle beslenen bir yürek lazım.
Bulanık zihinlerle yaralı bilinçlerle yol alınmıyor. Işığını vahiyden alan ortak aklın işlevsel olması gerekiyor. Bu yükün altından kalkacak ortak bir iradenin tecelli etmesi kaçınılmaz oluyor. Bu iradenin adresi ise evrensel İslam kardeşliğidir. Nötr bir kardeşlik değil, aksiyon yüklü, nitelikli bir kardeşlik…
Güçlü ve Bilinçli Olursak Diriliriz
Zulme, zulmete, zillete, zorbalığa razı olmayacak, bunları izole edecek bir kardeşlik ruhu lazım… Zedelenen aidiyet bilincini, aşınan mensubiyet şuurunu, yitirilen mücadele azmini yeniden kuşanmak durumundayız.
Şahit olma şuuru ile güçlü ve güzel şahsiyetler olabilirsek ümmetin dirilişi ve dönüşü gecikmeyecektir. Farklılıkları ayrılığa dönüştürmeden, bir zenginlik görerek geleceğe daha emin adımlarla yürüyebiliriz. Evet, bu ümmetin yeni bir dile ve yeni bir rüzgâra ihtiyacı var.
Ama hepsinden önemlisi bidat ve hurafelerden arındırılmış sahih bir din anlayışında karar kılmak gerekiyor. Bu zorlu sınavı ancak takva gömleğini giyerek sürdürebiliriz. İslam, ateşten bir gömlek de olsa giymekten imtina etmemek kaydıyla yol alabiliriz. Ümmetin onuru ve özgürlüğü bir hak ediştir.
“Bir toplum kendinde olanı değiştirmedikçe Allah onları değiştirmez.” (Rad, 11) Bu değişimin öznesi olmak, nesnesi değil! Hak ve adalet üzere bir ümmet, tüm beşeriyetin beklentisi ve umudu. Vasat ümmet, şahitliğini sürdürmek zorundadır.