Yeni Bir Dönem, Yeni Bir Hedef, Eğitim Anlayışımızı Yeniden İnşa

Eğitim çalışmaları, insana biçim verme sanatı olarak tanımlanabilir. Çok yönlü acziyet ve ihtiyaç içerisinde dünyaya gelen insanoğlu, öğrenebilme kabiliyeti sayesinde hem kendine yetebilir hem de başkalarının ihtiyaçlarını giderebilir hale gelmektedir. Dönüşüm ya da biçim verilme sonunda nasıl bir insanın arzulandığı sorusu, doğru tanımlanması ve üzerinde önemle durulması gereken bir sorun olarak karşımızda durmaktadır. Çünkü bu sorunun cevabı belki de, doğru verilmediği ve çerçevesi doğru çizilmediği sürece yapılacak her plan, iş/eylem ve söylem boşa çıkacak, kuru ve yanlış bir uğraş haline gelecektir.
Bu yazıda, bazı sorular yönelterek eğitime ilişkin bakışımızı ve belki de fark edemediğimiz bazı özel düşüncelerimize dikkat çekmeye çalışacağız. Şimdi öncelikle kendimize, nasıl bir insan arzuluyoruz sorusunu soralım. Vereceğimiz cevabı maddeler halinde listeleyelim.
“Doğru, dürüst, çalışkan, aklını iyi kullanan, üretken, inançlı, kararlı, saygılı, sevgi dolu … insan” gibi iyi olarak nitelediğimiz özellikler geliyor aklımıza değil mi? Güllük gülistanlık, her türlü iyi dediğimiz değerlerle donanmış, bu değerleri zihin dünyasında donanmakla kalmayıp duygu dünyasına egemen kılmış ve davranış dünyasına tam olarak yansıtmış bir insan çerçevesi çizdik. O halde şu sorular üzerinde de düşünerek devam edelim:
– Arzuladığımız insan tipi kaynağını nereden alıyor? İlahi bir kaynaktan mı yoksa sonu izmlerle biten ideolojilerden mi?
– Bu arzumuz nefsî mi yoksa ilahî mi?
– Çizdiğimiz bu insan modeli en çok ve öncelikli olarak neye hizmet edecek? (Size mi, topluma mı, devlete mi, dünyaya mı, dine mi …)?
Ayrıca;
– Çizdiğimiz bu model insanı ne kadar arzuluyoruz?
– Arzuluyor muyuz, arzuladığımızı hüsnü zan ile zan mı ediyoruz?
– Arzuladığımız insan tipi bizim için olmazsa olmaz mı, yoksa olsa fena olmaz mı?
– Bu tipin ortaya çıkması için fedakârlık yapacak kadar duygusal bir zemine sahip miyiz? Ya da fedakârlık zemini ne kadar derûni ve güçlü?
Anne ve Babalar, Öğretmenler, Kanaat Önderleri, Politika Yapıcılar, …!
Bilinmelidir ki hedefler, insana yön veren ölçülerdir. Hedefleri doğru belirlenmemiş düşünce ve eylemler, rastlantısaldır, gelişigüzeldir ve beyhudedir; hem de neye mal olursa olsun, ne kadar çaba ve gayreti gerektirirse gerektirsin.
Ancak bu sorulara verilecek cevaplarda ne kadar samimi olunduğu, ne kadar inanıldığı ve benimsendiği de özel olarak düşünülmelidir. Doğru karar verebilmek için, cevaplarımızın olması gerekenleri değil olanları barındırması gerektiğine dikkat edilmelidir. Başka bir ifade ile kendimizi kandırmamalıyız. Bilmeliyiz ki kendimizi kandırsak bile, kandıramadığımız Varlık da var. Ve bu cevaplar listesi bir gün, elbette karşımıza somut olarak çıkacaktır. İyi ya da kötü. Beklediğimiz ya da aklımıza getirmekten bile korktuğumuz.
Eğer bugün işlerin doğru gitmediğinden şikâyet ediyorsak; geleceğimizi emanet etmek istediğimiz yeni nesil, yalnızca hayal ve umut söylemlerimizde kalıyorsa; tedirginsek bir millet olarak geleceğimizden, yapmamız gereken şey, gelecekte biçmek istediğimiz tohumların bizi hangi hedefe yönelttiğini tekrar düşünme ve doğru tespitlerde bulunmaktır.
Korkularımız Varsa
Zaman geçtikçe kapitalistleşen, bireyselleşen, pragmatistleşen, dünyevileşen bir nesille karşılaşacağımız yönünde tespitlerimiz ve korkularımız varsa; bu korkular bizim kötü rüyalar görmemizi beraberinde getiriyor ve kalbimizi sızlatıyorsa; bize gün geçtikçe ümitsizlik ve umutsuzluk pompalıyorsa yapmamız gereken şey, arzuladığımız ama gerçekten arzuladığımız insan tipini gözden geçirmektir.
Eğitim kurumlarımız olarak okulların, ailemizin, sivil toplum kuruluşlarımızın; bunların kapsamında eğitim programlarımızın, eğitimcilerimizin, anne ve babalarımızın, kanaat önderlerimizin bizlere neyi hedef olarak gösterdiğine dikkatle yeniden bakmalı ve gerçekleri itiraf etmeliyiz. Bu gerçekleri itiraf edemediğimiz müddetçe, gerçekleri ham hayallerle gizleyip idealist söylemlerin ardına sığındığımız müddetçe korkularımızdan kurtulmamız, bizi bekleyen acı gerçekler ve gelecekten kaçınabilmemiz mümkün olmayacaktır.
Şimdi tekrar özümüze dönüp kendimize soralım. Gerçekten de bizim arzu ettiğimiz insan modeli nedir ve bu modeli kendi çocuklarımızda; o dimağı bizim beklenti ve gayretlerimizle biçimlenecek olan geleceğimize katma/kazandırma yönünde ne kadar fedakârlık ve samimiyet içerisinde hareket ediyoruz?
Çocuğumuzun bir hâkim, savcı, doktor, öğretmen olmasını ve dünyasını daha rahat içerisinde kazanmasını istediğimiz kadar; bu doğrultuda ettiğimiz fedakârlıklar kadar iyi bir doktor, avukat, öğretmen olması için de imkânlarımızı seferber edebiliyor muyuz? İyi dediğimiz şeyler daha çok para, statü, güç, imkân, konfor vb. dünyevi şeyler mi yoksa “kulluk” gibi ilahi bir değerler manzumesini mi kapsamaktadır?
Gelecek Yatırımlarımızın Kulluk Bağlamı
Çocuklarımızın geleceğine yaptığımız yatırımların ne kadarı kulluk bağlamında iyilik için, ne kadarlık kısmı para, statü, güç ve imkân gibi iyilikler için? Dershaneler, özel dersler, özel hocalar, eğitim materyalleri için harcanan zaman, emek ve paralar ile mukayese edildiğinde dini duyarlılıklar, hassasiyetler, idealler için harcananların oranı ya da miktarı nedir?
Bu sorular ve daha niceleri, anne ya da baba, öğretmen ya da idareci, kanat önderi ya da politika yapıcı olsak da kendimizi birer eğitimci olarak düşünmeli ve yeni başlayacak olan eğitim öğretim yılında özeleştiriye tabi tutmalıyız. Kendimize, hedef ve ideallerimize ilişkin; bu doğrultuda yaptığımız fedakârlıklara ve tercihlere ilişkin eleştirel bir bakışla bakamadığımız sürece yine kolay olanı seçeceğiz demektir. Yeni yetişen nesli eleştirmek, onların bozulmasından, kötüye gidişten şikâyet etmemiz gibi…
Yeni bir öğretim yılı başlıyor. Yeni hevesler, beklentiler ve umutlarla. Umutlarımızı yeşertecek yeni bir nesle kavuşmak istiyorsak önce kendi hedeflerimizi, eğitimle hedeflediğimiz insan tipini tekrar gözden geçirmeli ve daha sağlıklı temeller üzerine oturan bir insan modeli çizmeliyiz. Yukarıda da belirtildiği üzere hedef insan tipimizi ilahi kaynaktan beslenmiş bir şekilde yeniden çizemediğimiz sürece şikâyet ettiğimiz ve umutsuzluğa düştüğümüz geleceğimize koşmaya devam edeceğiz demektir.
Okullarımızda, ailemizde, sosyal hayatımızda başarılı dediğimiz çocuklarımızın hangi tutum ve davranışlarından dolayı başarılı olarak değerlendirdiğimizi tekrar gözden geçirelim. Okul dersleri diye nitelediğimiz ve sınav notlarını öncelikle öğrenmeyi istediğimiz derslerin neler olduğunu; hangi derslerde düşük not aldığında üzüldüğümüzü, hatta çocuklarımıza cezalar vermeyi planladığımızı; öğretmenleri ile ilk görüşmemizde hangi soruları ya da hangi alanlarda başarılı olup olmadıklarını sorduğumuzu; hangi derslerle ilgili olumlu geribildirim aldığımızda memnun olduğumuzu bir kez daha düşünelim.
Okul başarısını çocuklarımız için tek hedef gören; çoğu zaman bundan başka çıkar ve kurtuluş yolu görmeyen; mutlaka üniversite sınavlarında başarı gösterilmesi gerektiğine inanan ve bu inancını her fırsatta çocuklarına duyuran ya da hissettiren biz eğitimciler/yetişkinler, bu tutum ve davranışlarımızla çocuklarımızın gözünde neleri gerçekten değerli şeyler olarak inşa ettiğimize tekrar bir bakalım.
Bir De Şunu Düşünelim
Çocuklarımız için koyduğumuz hedefler, sahip olmalarını istediğimiz özellikler, başarı göstermesi gerektiği alanlara ilişkin beklentilerimiz, çocukluk dönemimizde ne düzeyde bizim gerçekleştirebildiğimiz şeyler? Yoksa kendi beceremediğimiz ya da başaramadığımız şeyleri bir elbise olarak çocuklarımıza giydirmek yoluyla kendi heveslerimizi mi tatmin etmek istiyoruz? Ben okuyamadım ama sen oku. Ben doktor, avukat olmayı çok arzu ediyordum, ama olamadım, sen ol. Bak geçim sıkıntıma, daha iyi bir maaş ile, daha saygın bir meslek, statü ile benden/bizden daha mutlu olabilirsin…
Mutluluğun kaynağına yerleştirdiğimiz dünyevi metaların, gerçekten de mutlu olmak için yeterli olacağına inanıyor muyuz? Tabi onların yanı sıra dindarlık, sorumluluk, kulluk, ahlaklılık olursa aliyyül a’la olur değil mi? Ama onların yanı sıra. Peki, o dünyevi metaları dindarlığın, ahlakiliğin yanı sıra olsa daha iyi olur diye düşünsek daha doğru olmaz mı? Başarıdan kastımız, çocuklarımızın gelecek kaygısı gütmeden, içinde bulunduğu anı en iyi şekilde değerlendirmeyi alışkanlık haline getirmiş bir birey olarak yetiştirsek, bunu amaçlasak daha yerinde olmaz mı?
Şunu Unutmayalım
İlahi bir kaynaktan beslenmeyip beşeri sistemlerin zihinlerimize kazıdığı ve duygu dünyamızı egemenliği altına aldığı; dünyevi istek ve arzularla taçlandırıp gözümüze ve gönlümüze güzel gösterdiği insan tipini dünyaya egemen kılmaya çalıştığı anne ve babalar, eğitimciler, kanaat önderleri ve politika yapıcılar olarak bizler, bu zihin ve gönül dünyamız ile davranış âlemimizden sorumlu olduğumuzu; elbet bir gün bunun hesabını vereceğimizi unutmamalıyız.
Bir Öneri
Merhum Zeki Soyak Hocamızın ilkini İlkadım Dergisi’nde neşrettiği ve sonra da farklı kitaplarında yer verilen “Niyetlerin Tashihi” konusunu tekrar okuyalım. Çocuklarımızdan beklentilerimizle ilgili olarak niyetlerimizi tekrar gözden geçirip tashih ederek işe başlayalım. Kendi insan modelimizi tekrar çizelim, bu modeli çocuklarımıza kazandırmak üzere eğitim hedef, anlayış ve uygulamalarımızı yeniden inşa edelim. Yeni dönemde yeni inşa ettiğimiz bu bakışla önce kendi bakışımızı, beklentilerimizi, heveslerimizi, niyetlerimizi yeniden düzenleyelim.
Selam ve dua ile…