Toplumun İnşası ve İhyası Açısından Sivil Toplum Kuruluşlarının Sorumlulukları

Sivil Toplum Kuruluşları, insanların ortak bakış, ortak talep ve duyarlılık temelinde gönüllü olarak bir araya gelerek; devletin gücünün yetmediği alanlarda tamamlayıcı olarak çeşitli toplumsal hizmetleri yerine getiren teşkilatlardır. Gönüllülük esasına göre faaliyette bulunan bu kuruluşlar, toplumda ihtiyaç hissedilen ve devletin yerine getiremediği çeşitli fonksiyonları, yine toplumdan bağış ve yardım olarak topladıkları kaynaklarla karşılayan kuruluşlardır. STK’lar bu anlamda toplumda var olan sosyal dayanışmayı ve yardımlaşmayı örgütlü bir şekilde gerçekleştirebilmektedirler.
Sivil toplum kuruluşları (STK) projeler üreten, kâr amacı gütmeyen ve kurumsal kimliğe sahip oluşumlardır.
Sivil toplum kuruluşları oda, sendika, vakıf ve dernek adı altında faaliyet gösterir. Vakıf ve dernekler, topluma yararlı bir hizmet geliştirmek için kurulmuş yasal topluluklardır. Sivil Toplum Kuruluşları, herhangi bir devlet organından bağımsız bir şekilde özel kişilerin girişimiyle kanuni olarak kurulmuş her türlü organizasyon için kullanılan genel bir terimdir.
“Sivil toplum bilinci”nin yerleşmesine ve yaygınlaşmasına zemin oluşturan sivil toplum kuruluşları, halk ve devlet arasında köprü vazifesi görerek yasal, ya da pratikteki uygulama açıklarını gidermek, iyileştirmek ve en önemlisi farkındalık meydana getirmek için kurulmuş sivil örgütlerdir.
Günümüz toplumlarında, geleneksel toplumlardaki dayanışmanın ortadan kalkması, bireyselliğin çok fazla öne çıkması ve insanların bu eksikliği hissetmeye başlaması, onları çeşitli alanlarda dayanışmaya itmekte ve örgütlenmelerini sağlamaktadır. Böylece fert, ihtiyaç duyduğu aidiyet duygusunu geliştirebilmektedir.
İletişim teknolojisindeki gelişmeler sayesinde belli bir konu etrafında teşkilatlanma, kamuoyu oluşturma ve talepleri dile getirme daha kolay hale gelmiştir. STK’lar; toplum yararına çalışan, sosyal barışa katkı sağlayan, kâr amacı gütmeyen, devletten bağımsız hareket edebilen, fertlerin ortak amaç ve hedefleri açısından değerlendirildiğinde ise siyasî iradeyi ve yönetimi, kamuoyu oluşturmak suretiyle etkileyebilen bir güce sahiptir.
STK’ların oluşumunun temel nedenlerinde biri de toplumsal sorunlara duyarlılıktır. Bugün STK’lar, toplumun vazgeçilmez öğeleri arasında yer almaktadırlar. Bir toplumun ekonomik, siyasi ve sosyal olarak gelişmesi, o toplumu oluşturan fertlerini kendi sorunlarını çözmeye yönelik faaliyetlere gönüllü olarak katılma seviyeleri ile yakından ilgilidir.
Bir ülkede STK’lar ne kadar güçlüyse o ülke de o kadar güçlüdür. Aynı zamanda STK’lar sosyal hayatın vazgeçilmez unsurlarıdır. Bu kuruluşlar olmayınca toplumun, sorunlarını siyasal sisteme iletmesi ve onu harekete geçirmesi mümkün değildir.
Dolayısıyla STK’ların varlığının, toplumun gücünün bir ifadesi olduğu inkâr edilemez bir gerçektir. Bu tip teşkilatlardan yoksun bir toplum, devlet karşısında özerk bir kimliğe sahip olmayan, otoriterliğin hâkim olduğu bir toplum olur. Bu nedenle, her şeyden önce STK’ların fonksiyon ve öneminin toplumun büyük kesimi tarafından kavranılması gerekmektedir.
STK’lar, fakirliğin dayandığı nedenleri yok etmek, insan haklarını oluşturmak, çevreyi korumak ve kalkınmayı sağlamak amacıyla çalışmaktadırlar. Dünyanın büyük bir kısmını etkileyen fakirlik ve sosyal ihtiyaçların artmasından dolayı tüm ulusal ve uluslararası yardımlara rağmen dünyada fakirlik ve sosyal sorunlar devam etmektedir. Fakir ülkeler ve zengin ülkelerin fakir bölgeleri hâlâ varlığını korumaktadır. Afrika, Ortadoğu’nun büyük bir bölümü, Asya ülkeleri ve Latin Amerika’da fakirlik yoğun bir şekilde devam etmektedir. Bu ise, ulusal ve küresel eksende, toplumsal barış için bir tehdit unsuru olmaktadır.
Günümüzde tüm çabalara rağmen, ülkelerin sosyal gelişme sürecinin yavaş olduğu görülmektedir. 21.yüzyılda yaşadığımız şu günlerde dünya üzerinde 3 milyar kişi hâlâ, günde 2 doların altında yaşamakta, zenginler ve fakirler arasındaki uçurum büyümektedir. Ayrıca, 130 milyon çocuk hâlâ eğitim sistemlerinin dışındadır, 1,5 milyar kişi henüz temiz suya ulaşabilmiş değildir ve 2 milyar kişi de kanalizasyonsuz bir ortamda yaşamaktadır. Tüm bu olumsuz şartlara iletişim teknolojileri sayesinde şâhid olan kişilerin bunları görmezlikten gelmeleri düşünülemez. Öyleyse bu kişiler için sorumluluk duymak, insan olmanın bir gereğidir. Bu sorumluluğu duyan kişiler de gönüllülük esasına dayalı faaliyetlerini küresel seviyeye taşımaktadır.
STK’lar birçok alanda faaliyet ircaa etmektedir. Geniş bir yelpazedeki faaliyetlerine ve sundukları hizmetlere göre STK’ları şu şekilde tasnif edebiliriz:
Eğitim alanında faaliyet gösteren STK’lar; özel okullar, kolejler, üniversiteler, özel kurslar vb. faaliyet gösterenler bu türdendir. Hizmet grubunun yurtiçi ve yurt dışı okullaşmış çalışmaları, Hüdaî vakfının aynı şekildeki çalışmaları, Ribat Eğitim vakfımızın yurt içi ve yurt dışı eğitim faaliyetleri, Enderun Vakfımızın eğitim-öğretim faaliyetleri, Süleyman Efendinin talebelerinin Kur’an Kursu ve yurt çalışmaları, irili ufaklı diğer vakıf ve derneklerin aynı türden çalışmaları bu faaliyete örnek verilebilir.
Dini alanlarda faaliyet gösteren STK’lar; cami, medrese ve tekkelerin imar, inşa ve ihyası için faaliyet gösterenler.
Yardım ve hayırsever amaçlı faaliyet gösteren STK’lar; araştırma kurumları, yardım toplayan gruplar, dini amaçlara hizmet eden ve dini daha geniş zeminlere yaymaya çalışan teşkilatlar… Ribat İnsanî Yardım Derneği, İHH (İnsani yardım derneği ) Dost Eli Yardım Derneği, Kimse Yok mu Derneği, Yardım Eli Derneği, Cansuyu Derneği ve adını hatırlayamadığımız bu tür hizmet yapan birçok gönüllü hizmet grupları bunlardandır.
Sağlıkla ilgili alanlarda faaliyet gösteren STK’lar; çeşitli hastalıkları önlemek ve hastalara destek olmak amacıyla kurulan dernekler ve vakıflar. Şefkat-Der, Acil Hastalara Yardım Derneği ve Yeryüzü Doktorları gibi gönüllü kuruluşlar bunlardandır.
Yukarıdaki örnekleri çoğaltmak mümkündür. Fakat maksadımızı ifade ettikleri için bu misallerle yetiniyoruz.
Görüldüğü gibi toplumun ihtiyaç duyduğu herhangi bir alandaki ihtiyacı gidermek için, gönüllü kuruluşlar hemen devreye girmişler, o konuda teşkilatlanmışlar, toplumun yeniden inşa ve ihyası için seferber olmuşlardır. İnsan onuruna uygun bir hayat tarzının toplumda hâkim kılınması için STK’ların varlığı gereklidir ve kuvvetlenerek hizmet alanını genişletmeleri de elzemdir.
Yalnız bu kuruluşlar, seçtikleri alanda hizmet ortaya korken “İyilik ve takva üzere yardımlaşın, günah ve düşmanlık üzerine yardımlaşmayın” ayeti kerimesini şiar edinmelidirler. Birbirlerine çelme takma, karalama ve inhisarcı bir tavır ortaya koyma yoluna gitmemelidirler.
Herhangi bir STK’da yer alırken, inhisarcı ve bencil bir tavır sergileyemeyiz. Diğergam ve paylaşımcı olmak zorundayız. “Her şeyin iyisini biz yaparız veya bu işte biz olursak ancak sağlıklı sonuç elde ederiz. Ya da ancak bizim cemaatimizin hizmetleri hak ve doğrudur, bizim dışımızdakiler yanlış ve bâtıl yoldadır” gibi bencil tavırlar ve inhisarcı anlayışlar, hem kendi içimizde, hem de diğer İslami hizmetlerdeki Müslüman kardeşlerimizle ilişkilerimizde soğuk rüzgârlar estirir. Kendilerini “vazgeçilmez” zannedenler ve kendileri olmadığında işlerin yere kapanacağını sananlar unutmasınlar ki, İslam davası kişilere endeksli değildir. Rasûlullah (sav), ahirete irtihal edince, nasıl bu dava sahipsiz kalmamışsa, bu gün de kalmayacaktır, yarın da. Kendilerini vazgeçilmez sananlar, mezarlıklara baksınlar. Çünkü oralar vazgeçilmezlerle doludur.
Elbette kendi yaptığımız hizmetlerin daha iyi ve daha doğru olduğuna inanarak ve “anlaşan ruhlar” olarak bir araya gelmişizdir. Ancak “anlaşan ruhların” bir araya gelebileceklerini Rasûlullah (sav) şöyle dile getirir: “Ruhlar da toplu cemaatlardır. Onlardan birbiriyle tanışanlar, kaynaşır, tanışmayanlar ayrılırlar.” İşte İslam’a hizmet grupları da, ruhları anlaşan grupların birliktelikleridir. Aynı psikolojik dünyaya sahip insanlar, hizmette daha uyumludurlar. Anlaşamayan ruhlarda, doku uyuşmazlığı olur ve bu da hizmetin önünü tıkar. İslam’ın genel çerçevesi içinde kalmak kayıt ve şartıyla, hizmetlerdeki bu farklılık gayet doğaldır. Bunlar renk tonu farklılıklarıdır. Her rengin kendine özgü güzellikleri vardır. Bize düşen bu güzelliklere gölge düşürecek enaniyet/bencillik ve haset yarışı içine girmemektir.
Bütün Müslümanlar, İslam ümmetini oluştururlar. Her hizmet grubu, ümmetin kendisi değil, bir parçasıdır. İşte kendini ümmet bütününün bir parçası gören hizmet grupları, kardeş gruplara karşı bencil ve inhisarcı bir tutum sergileyemeyecektir. O bilir ki, tevhid; itikadî bütünlüğün karşılığı iken, şirk itikadî parçalanmışlığın adıdır. Vahdet de, toplumsal bütünlüğü ifade ederken, tefrika da sosyal parçalanmışlığın ismidir. Tefrika, kin ve düşmanlık temeline dayanan ayrışmadır. Farklı yolları kullanarak hizmet üretmek ise, hayırda yarışmaktır, tefrika ile ilişkisi yoktur.
Kendilerinden başkasına tepeden bakan ve küçük çaplı da olsa hizmet sahibi olan Müslümanları yok sayan bir anlayış, inhisarcı bir anlayıştır. Hizmetin büyüğü-küçüğü olmaz. Kim için yapıldığı önemlidir. Her İslamî hizmetin kendine özgü değeri vardır. Bir kimse kalkıp da “koskoca bir tırın tekerinde bulunan ufacık sibobun ne önemi var” diyebilir mi? Unutmayalım ki, o tır, tekerlekleri üzerinde hareket eder, tekerlekleri de sibob ayakta tutar. Her İslamî grubun mutlaka birçok eksik yönü vardır. Bu eksik yönleri diğer gruplar tamamlar ve böylece hizmet bütünlüğüne ulaşılmış olur. Her hizmet grubu, başka hizmet gruplarını, kendilerinin eksiklerini tamamlayıcı olarak görmelidir. Aksi halde enaniyet batağına batmış olur.
Sonuç ve Değerlendirme
Toplumun yeniden inşa ve ihyasında sosyal, ekonomik ve siyasi olarak kalkınmak isteyen bir sosyal devlet, halkın sorunlarına çözüm ararken kendi ideolojilerini topluma dayatmaksızın, teşkilatlanabilen ve teşkilatlanamayan sosyal kesimlerin ihtiyaçlarını dikkate alarak STK’larla birlikte karar almalıdır. Çünkü özellikle sivil toplumun yoksul kesimlerin taleplerinin gerçekleştirilmesinde, politikaların uygulanması ve gerektiği yerde reformların yapılması konusunda daha başarılı oldukları görülmektedir. Özellikle günümüzde yaşanan ekonomik kriz ve toplumsal etkilerinin azaltılmasında STK’lara önemli sorumluluklar düşmektedir.
STK’lar da iyilikte yarışma prensibi doğrultusunda, inhisarcı ve bencil bir tavır takınmadan, kendi hizmetini yüceltip diğer STK’ların hizmetlerine tepeden bakan bir eda içinde olmadan hizmet üretmelidirler. Aslolan yapılan hizmetlerin büyüklüğü veya küçüklüğü değil, kim için yapıldığıdır.
Selam ve dua ile.