TARİHE YÖN VERENLER-HASİB EFENDİ (YILANLIOĞLU)

TARİHE YÖN VERENLER-HASİB EFENDİ (YILANLIOĞLU)

Çıkmadan önceki istişarî toplantısında, çıktıktan sonra mutfağında rol aldığım “İLKADIM” ailesinin yazarı olarak bir müddet ayrı kalmak beni üzdü ise de, biraz dışardan gözlemlemek iyi oldu. O benden, ben ondan biri olarak; İLKADIM’ın mevcudiyeti doğrunun aktarılması bağlamında yayın hayatını sürdürmeli diye düşünüyorum.

Tekrar sorumluluk almam münasebetiyle, çoktandır “neden yazmıyorsunuz, yazılarınızı özledik” diyen okuyanlarımı da daha fazla bekletmemek için kaldığımz yerden, aynı başlık altında yeni simaları yazmaya devam edeceğim.

Bu bağlamdan olmak üzere yakın tarihimizin omurgalı, ilkeli bir o kadar da cesur şahsiyetlerinden “Hasib Efendi”yi yazmaya çalışacağım.

Hasib Efendi’nin mümtaz kişiliğinden ziyade anlatacağı bir olay  ve olayın meydana getirdiği dönemin okuyucularımıza ışık tutucağına inanıyorum. O kafaların hala mevcut olduğuna inanıyorum. Fakat herşeye rağmen geldiğimiz noktanın kadrini kıymetini bilmek için bu olayları hatırlamamız lazım diye düşünüyorum. Zira geçmişini bilmeyen, halini değerlendiremez ve geleceğe ümitle bakamaz. Alev Alatlı “Geçmişin geleceğindir” derken mazinin önemine vurgu yapmakta. Bundan hareketle yaşamını Kastamonu’da sürdüren, ince uzun boylu dal gibi bir adamdı. O Kastamonu’da çift-çubukla ve ticaretle uğraşan bir kimseydi. Yediden yetmişe herkesin Hasib Efendi’siydi. Çok köklü bir aileye mensuptu.Yılanlıoğlu ailesinden geliyordu. Çocukluğu, şehrin Yılanlı Tekkesi’nde geçmiş. İslamiyetin aydınlık, merhametli ve güzel yüzlerindendi. Nice zır delilerin getirilip, Hasib Efendi’nin bulunduğu Yılanlı Tekkesi’ndeki bahçe ve hücrelerde birkaç gün tedavi edilir, sonra o hastalar bir kadife yumuşaklığıyla evlerine dönerlerdi. Bu bakımdan halkın Yılanlıoğlu ailesine derin bir saygısı vardır. 8-10 yaşlarında iken, Kur’an-ı Kerim’i çoktan ezberlemişti. Kuvvetli bir hafızaya sahib olan Hasib Efendi, seksen yıl önce yaşadıklarını sanki 8-10 saat önce yaşamış gibi anlatabiliyordu. Kastamonu’nun yaşayan tarihlerinden biriydi.

90 yaşında vefat eden Hasib Efendi, II. Meşrutiyet yıllarında doğmuş. Bu bakımdan hem padişahlık devrimizin, hem Milli mücadele yıllarımızın ve Cumhuriyet dönemimizin canlı tarihlerindendi.

Neticesinin ne olduğunu bilmiyorum. Ama öyle sanıyorum ki, bir devrin çağdışı zihniyetini ortaya koyması bakımından Hasib Efendinin anlattıkları sizi de sarsacaktır.

“… O, 1925’li 1930’lu yıllar korkunç yıllardı. Allah bize bir daha öyle yıllar, öyle valiler göstermesin!…” diyor ve o dönemde 15-16 yaşlarında olduğunu ifade eden Hasib Efendi hafızlığını da bitirmiş olduğundan, “Allah dostu Nurettin Karasu arkadaşım Ömer Aköz’le beraber bizi İstanbul’a götürdü. Seksen yaşlarında Erbil’den gelmiş olan, istanbul Çapa’da Kelamî dergahı şeyhi olan Mehmet Esat Efendi’ye teslim etti. Yer yer Said Nursi’ninde geldiği Dergah’ta siyasetten hiç bahsedilmezdi. Ziyadesiyle istifade ettim. Arapça, Farsça’nın yanı sıra fıkıh, kelam, sarf, nahiv ve tecvid dersleri görüyorduk. Herşey gayet güzel giderken Şeyh Said ayaklanması başgösterdi. Çok üzülen Hocam bir gün beni çağırarak; ‘Oğlum’ dedi. ‘İslam’ın sancılı günleri yakındır! Bu ayaklanma yüzünden başımıza birtakım belaların geleceğini görür gibi oluyorum. Artık senin buralarda kalman doğru olmaz. Çünkü Din eğitimi için gerekli zeminler kurutulacak; bir takım kimseler ortadan kaldırılacak…’

Toparlandım, hazırlandım. Hocamın elini öpüp, İstanbul’dan ayrıldım.

Ben Kastamonu’ya döndükten bir süre sonra, tekkeler ve türbeler kapatıldı. Esad Efendi’nin dedikleri birbir çıkmaya başladı. Dindarlar göz hapsine alınırken, Kur’an Kursları (öğretimi) yasaklandı. 1928’deki harf inkılabıyla beraber dehşetli hadiseyle karşı karşıya kaldık.

CHP valisi tellal bağırttırarak:

‘Ey ahali! Artık harf inkılabı ilan edilmiştir. Bundan sonra hiç kimse Arap alfabesiyle okuyup-yazmayacaktır… Yeni alfabemiz Latince olacaktır! Kimin evinde eski Türkçeyle yazılı kitap varsa getirip vilayete teslim etsin! Evlerinde dükkanlarında eski Türkçe eser bulunduranlar, şiddetle cezalandırılacaktır! Duyduk duymadık demeyin haaa!’

Millet korku ve dehşet içerisinde, kıymetine dahi bakmadan kimi götürüp teslim etti. Kimi gömdü vs.” Hasib Efendi, gözlerimle gördüğüm şu hadiyesiyi hiç unutamam, diyor ve şöyle anlatıyor: “Hacı Kadı Camii’nin (Ferhat Paşa Camii) kitaplığında, binlerce kitap vardı ki, hepside eski harflerle yazılıydı. O kitaplar arasında el yazması çok kıymetli eserler, salnâmeler, cönkler, divanlar, padişah fermanları, ilim ve fen kitapları da bulunuyordu. (O dönemde camiler medrese görevi ifa ediyordu.) Bir gün o eserlerin tamamını, belediyenin gübür (çöp) arabalarına abur-cubur yığarak şehrin dışına çıkardılar ve orada hepsini birden cayır cayır yaktılar.

Dersaadetten gelen padişah fermanları gümüş çerçeveliydi. Onlar dahi alınamadı… Kastamonu sanki…. işgaline uğramıştı.

Artık sokaklarda, jandarma veya bekçilerin önünde bir hoca elleri bağlı götürülürken gördüğümüzde şaşırmıyorduk. Zira bu ve benzeri olaylar artık sıradandı.

Sıra vakıf eserlerine geldi. Padişahlık kalkmıştı kalkmasına ama has vali yeni bir padişahdı. Devir CHP devri. Memlekette muhalefet yok. Hasbelkader muhalefet yapanların akıbeti…

1930’lu yıllarda  Kastamo- nu’da 42-44 camimiz vardı. Bunlardan 33 tanesini satlığa çıkardılar. Satılan camilerden sadece 3’ü mevcudiyetini korurken diğerleri yıkılıp yerine başka inşaatlar yapılmıştır. Fakat bunu böyle yapanların hemen tamamı dünyada iken perişan oldular. CHP’yi ise söylemeye gerek yok. İlk çok partili seçimden itibaren halktan sürekli tokat yemiştir. Halka rağmen, halkın manevî değerlerine rağmen bir işin yapılamayacağını iyi bilmek gerekiyor.

Halk öylesine korkutulmuştu ki, Cuma namazını kılacak cemaat bulunamıyordu. Yapılan zulüm karşısında kan kusuyor ama “kızılcık şerbeti içtim” diyordu.

En nadide kıymetli eserler alınıp daha sonra kayboluyordu. Nitekim Zihni Zade Camii’ndeki çok kıymetli halı alınarak valinin makam odasına serildi. Bilahere kaybolduğu söylendi. Bu ve buna benzer hadiseler o kadar çok yaşandı ki, anlatmakla bitmez. Bir başka örnek vermek gerekirse; İzmir Menemen’deki niceliği ve niteliği belli olmayan, sığ bir ayaklanmayı bahane ederek İstanbul’daki insanların idamına karar verilmiştir. Tıpkı suyumu niçin bulandırdın diyen kurt misali.

Biz ne günler yaşadık, Rabbim milletimize ve devletimize o karanlık günleri bir daha göstermesin.

Aynı durumun tekrar olmasını, yaşatılmasını isteyen birilerinin var olduğunu unutmamak lazım. Akl-ı selim insana düşen görev, geçmişi bilip mevcudu ona göre değerlendirmek gerekir.

Not: Bu konuda daha geniş bilgi için “Gidenlerin Ardından” isimli kitabıyla Yavuz Bülent Bakiler’den okuyabilirsiniz. S. 266-285

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.